Evet biliyorum, 100 yıl bir milletin hayatı için kısa bir süre ama biz “Az zamanda gerçekten çok büyük işler başarabilmiş” cesur ataların ve zeki ninelerin çocuklarıyız. Bir kere başardık, yine yapabiliriz.

23 Nisan: Neşeleri çalınan kızların hayalindeki çocuk bayramıdır
Buket Uzuner 23 Nisan 1965 Çocuk Bayramı’nda kendi yazdığı öyküyü okuyor.

Buket Uzuner

“Sevgili Grace, burada [İsviçre] Leman Gölü kenarında otururken çevremde her yanda küçük kızlar oyun oynuyor saçlarını ya örmüşler ya uzun bırakmışlar, elbiseleri kısacık. Merdivenleri tırmanıyorlar, erkek kardeşleri ve onların arkadaşları ile saklambaç oynuyor, gülüyorlar hoplayıp zıplıyorlar. Gözleri neşe dolu ve ciltleri taptaze. Çocukların yaşamının böyle olması gerektiğinden kuşkuya hiç yer var mı?”   

Bu satırları 1906 yılında canını kurtarmak için evinden ve ülkesinden kaçmak zorunda bırakılan ve yıllarca sürgünde yaşayan genç bir Osmanlı kadını, gazeteci arkadaşı Grace Ellison’a yazıyordu. Biz onu Bir Türk Kadınının Avrupa İzlenimleri’ni yazan Zeynep Hanım olarak tanıyoruz.

Asıl adı Zennur’du ve Galatasaray Lisesi mezunu, Hariciye Nezareti (Dışişleri Bakanlığı) genel sekreteri Nuri Paşa’nın kızıydı. Zamanın seçkin ailelerinin kızları gibi o da iyi Fransızca, Arapça, Farsça, hatta İngilizce, Yunanca ve Rusça bilen, Kuran ve diğer kutsal kitaplar dahil hem Doğu hem de Batı kültürüne hâkim, piyano ve ud çalan bir genç kadındı. Bu muhteşem eğitim o zamanlar sadece kızların iyi koca bulmaları için bir yatırım, yani çeyizdi çünkü değil kadınların çalışması, akşam sokağa çıkmaları bile kesinlikle yasaktı. 

Zeynep Hanım, ülkesindeki kızların çocuk yaşta evlendirilmesine, okul ve eğitimlerinin engellenmesine, rızaları dışında giyimlerinin belirlenmesi ve kendi hayatları hakkında iradesiz bırakılmasına isyan ediyordu. Bununla da kalmıyor, kendisi gibi düşünen kadınlarla “Beyaz Konferanslar” adını verdileri şimdi adına feminist toplantılar diyebileceğimiz buluşmalara katılıyordu. Oysa kadınların mutlak itaatine dayalı tüm siyasi düzenlerde, kadının en temel insan haklarından bahsetmek bile suçtur. Bu suç(!) yüzünden zamanın sultanı tarafından peşine hafiye (gizli polis) takılıp, zindana atılmakla tehdit edilen Zeynep ve kız kardeşi Nuriye korkuyordu. Bir süre sonra ölüm tehditleri başlayınca, bir gece ailesinden bile gizlice kız kardeşiyle birlikte Sirkeci Gar’ından ülkesini terk etmek zorunda kalan bu gencecik kadın, yıllarca Avrupa’da sürgün yaşayacak, ülkesine dönemeyecekti. 

Zeynep Hanım böylece, kadın konusunun son derece politik olduğunu da yine çok gençken öğrenmek zorunda kalmış, bu yüzden hem kendisinin hem de ailesinin hayatı altüst edilmişti. Mektuplarından anlaşıldığına göre, koskoca Abdülhamid Sultan iki genç kadını sürgünde yaşadıkları ülkelerin resmî yetkililerine “tehlikeli anarşistler” olarak rapor ediyordu. O dönemin ilk anayasamız Kanuni Esasî’nin kaldırıldığı meşhur “İstibdat-Baskı- Devri” olarak tarihe geçtiğini de hatırlatmak isterim. 

“Sevgili dostum Grace, gözlerimi kapatıyorum ve buradaki özgür kız çocuklarıyla yaşıt kendi ülkemin zorla peçe takılan kızlarını görüyorum. Onların çocuklukları, daha onlar çocuk olduklarını anlamadan sona erdiriliyor. Güneşte oynamalarının tadına varamıyorlar sokağa çıkınca onları gençliğin tüm neşesinden ayıran kalın, siyah peçeler takıyorlar.“

Dönemin ünlü oryantalist yazarı Pierre Loti’nin de arkadaşı olan Zeynep Hanım, Fransa’dan (ünlü heykeltraş Rodin’le tanışır) İngiltere’ye (kadın hakları mücadelesinin tam ortasında parlamentoya misafir olarak girer) İtalya ve İsviçre’de hep ülkesine dönmek ve kadın olarak insani haklara sahip olmak hayaliyle yıllarca duygusal olarak savrulur, çelişkilere düşer, çırpınır. Bunlar yetmezmiş gibi, yine koskoca sultan iki kızına kızdığı Nuri Paşa ve ailesinin mallarına el koyarak onlara da büyük bedeller ödetir. İnançlı bir Müslüman olan Zeynep Hanım, kız kardeşi Nuriye’nin evlenmesi ve ailesinin kendi yüzünden iflasa sürüklemesinden sonra sürgünde parasız ve yapayalnız kalır. O yıllarda yakalandığı verem hastalığı da içinde bulunduğu yoksul koşullarda kötüleşmeye başlar.

Zeynep Hanım’ın, kendinden sonra Atatürk ve arkadaşlarının halkın desteğiyle kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’ni ve 23 Nisan’ın dünyada eşi olmayan bir çocuk bayramı ilan edildiğini büyük olasılıkla göremeden, keder ve acılarla yalnız öldüğünü anlıyoruz. Kuşkusuz 1869’da ilk kız okulu açıldığını, bir kadın müdürün Beşiktaş’taki Kız Rüştiyesi’ne müdür olarak atandığını, 1870 yılında kurulan Darü’l-Muallimat ile kadın öğretmenler yetiştirilmeye başlandığını biliyordu. Ancak bunlar çok yüzeysel, birkaç şehrin seçkin kadınlarına yönelik göstermelik işlerdi.  Zeynep Hanım’ın kederi, kendi hayatında çocukluktan başlayarak neşesinin çalınmış olmasından kaynaklanıyordu.

“On yaşında ya vardım ya yoktum. Arkadaşlarımdan birinin [kendi rızası dışında] çarşafa sokulduğunu gördüm. O günden sonra bizimle oynayamadı. (…) Ama bugün artık çocuk olmayan ben, acaba [kız] torunlarımın torunları bu korkunç esaretten kurtulabilecekler mi diye soruyorum kendime.”

Şimdi Cumhuriyet’in ve 23 Nisan Çocuk Bayramı’nın 100. yılında (Meclisin 103. yılı) huzurunuzda ben de Zeynep Hanım’a bir mektup yazıyorum: 

Sevgili Zeynep Hanım, biliyorum beni duyamazsınız, üstelik ben sizin öz torununuz da değilim, hatta eğer tanışsak ben sizi züppe, siz beni halktan bulup, birbirimizden pek hoşlanmayabilirdik belki? Buna karşılık, sizinle farklı sınıftan olsalar da benzer sıkıntılar çekmiş aynı kuşak kadınlardan nineleri olan ve aynı kültürden gelmiş bir kadın olarak anlıyorum ki: İkimizin büyük bir ortak ülkümüz varmış. Ben de kadınların insan haklarını, aslında tüm canlıların varlık hakkını savunan bir kadınım. 

Şimdi sizi sevindirecek, güzel haberlerim var: mesela ben çocukken tıpkı sizin hayal ettiğiniz gibi arkadaşlarımla merdivenlerde neşeyle zıpladım, mahallemizdeki oğlan çocuklarıyla saklambaç oynadım, babaannemin bahçesindeki ağaçlara tırmanıp, tahta atlarla bindim, kızakla kayıp, güldüm ve eğlendim. On yaşımda kimse zorla bana peçe takmadı. Biz Cumhuriyetin kızları istediğimiz okullarda bilim, sanat, tıp okuma; meslek edinme ve çalışma şansına sahip olduk. Zorla evlendirilmedik Zeynep Hanım. Fakat haberlerimin hepsi böyle güzel değil. Sizden sonra burada elbette her şey güllük gülistanlık olmadı, o kadar kısa sürede olamazdı; eksikler, yanlışlar ve zaaflar yaşadık, hâlâ yaşıyoruz, hâlâ büyük sıkıntılarımız var ama dünyada eşi zor bulunan, içine kız çocuklarını da dahil etmiş bir ulusal çocuk bayramımız var, hem de yüz yıldır! 

Fakat Zeynep Hanım, şimdi sizi üzmek pahasına açıklamalıyım ki, ülkemizde çocuk bayramını hâlâ kutlayamayan çok sayıda çocuk işçi, çocuk gelin ve taciz kurbanı çocuk var. Ancak, Cumhuriyet Tarihi boyunca yaşadığımız pek çok felaket sonunda artık biz de eksiklerimizi, yanlış ve zaaflarımızı kabullenme dönemine girmekteyiz, diye umuyorum.

Evet biliyorum, 100 yıl bir milletin hayatı için kısa bir süre ama biz “Az zamanda gerçekten çok büyük işler başarabilmiş” cesur ataların ve zeki ninelerin çocuklarıyız. Bir kere başardık, yine yapabiliriz. 

Gelecek yıllarda bütün çocukların yüzlerinin güldüğü, karnının doyduğu, güvenli ve mutlu olduğu 23 Nisanlar yaşamak umuduyla, huzur içinde yatınız. 

Sevgili Zennur Nuri Hanım, 23 Nisan Çocuk Bayramınız kutlu olsun!