Berlin’de bu yıl bir kaç Türk filmi var. Bunlardan en ön plana çıkanı Emin Alper’in “Tepenin Ardı” adlı filmiydi. Alper aynı zamanda İstanbul Teknik Üniversitesi’nde öğretim üyesi. Koray Çalışkan’dan sonra bir akademisyenin daha sinema dünyasına adım atması hem ilginç hem de sevindirici bir durum. Çok iyi eleştiriler alan “Tepenin Ardı’ festivalin  yarışmalı olmayan Forum bölümünde yer alıyor ama ilk filmlere verilen ödüle aday. Alper’in filmi kırsal kesimde yaşayan geniş bir aileyi anlatıyor ama filmin bir başka katmanı daha var. Ailenin reisinin yani babanın görünmeyen düşmanları var filmde. Göçerler olarak adlandırılan bu görünmeyen düşmanlar otlattıkları keçileriyle ailenin tarlalarına zarar veriyorlar. Babanın elinde aslında somut deliller yok ama o göçerleri çoktan düşman olarak bellemiş durumda. Bütün kötülüklerin nedeni olarak başkalarını görmek rahatlatıcı da oluyor elbette. Oysa aile üyelerinin birbirleriyle ilişkileri korkunç derecede kötü ve ahlaki olarak tutulacak yani yok. Alper filmin ardından yapılan soru cevapta kafasındaki modelin Kürt sorununa karşılık geldiğini açıkladı. Filmi Berlin‘e geldiğim ilk gün izledim. Yol  yorgunu olmadığım ikinci bir izlemeden sonra ancak filmin değerlendirmesini yapabileceğim fakat Alper’in güçlü bir film yaptığı konusunda herkes hemfikir.

TÖRE KADIN ERKEK AYIRT ETMEZ
Festivaldeki ikinci önemli Türk filmi Reis Çelik’in “Lal Gece“siydi. Çelik’in filmi de beğenildi ve uzun uzun alkışlandı. “Lal Gece“ temel olarak tek bir gecede, bir gerdek gecesinde geçiyor... Hapisten çıkmış yaşlı bir adam(İlyas Salman) küçük bir kızla evlenmiştir. Küçük kızın korkularıyla karşılaşırız önce. Ama film daha sonra adama odaklanır ve aslında onun da bir kurban olduğunu anlatmaya baslar. Töre ve gelenekler iki taraflı kesen bir kılıç gibidir. Sadece kadınları baskılamaz, erkekler de farklı bir şekilde de olsa büyük baskı görür. Reis Çelik’in  konuyu ele alışındaki yenilikçiliği ve klişeleri kırması, hem kız çocuk gelin hem de yaşlı damat karakterlerinde oryantalist beklentilere prim vermemesi takdire şayandı. Fakat Çelik’in filminin bir kusuru var ki çok önemli. Zeki Demirkubuz’da da gördüğüm bir yaklaşımın sonucu bu kusur. O yaklaşım kadın erkek ilişkilerinde klişe bakış açılarına karşı çıkarken ortada bir sorun, bir eşitsizlik olduğunu nerdeyse yadsıyan bir noktaya varır. Asıl acıyı çeken erkektir, kadınlar aslında bir şekilde yaşama mücadelesinde daha becerikli taraftır. Lal Gece’de de böyle bir sorun var. Çocuk gelinler diye bir problem yoktur, yaşlı damatlar diye bir problem vardır diyor film nerdeyse. Film bunu “neredeyse“ derken, Reis Çelik ise film sonrasındaki soru-cevap bölümünde açık açık bakış açısının bu olduğunu, filmdeki kızın kendisini hiç ilgilendirmediğini belirtti. Filmin sinemasal olarak en büyük sorununun ise oyunculuk olduğunu düşünüyorum. İlyas Salman sanki rolüne çalışmamış gibi oynuyordu.
Festivalin yarışmalı bölümünde yer alan filmlere başka bir yazıda bakacağım. Sinema yazarı ve belgeselci Mizgin Müjde Aslan’ın da içeriye alınması içişleri bakanının geçmişte yapmış olduğu açıklamalarla tutarlı bir gelişme oldu. Baskının nerde duracağını artık kestiremiyoruz. Şimdi sırada sanatçılar, yazarlar var. Aslan’ı en kısa zamanda tekrar aramızda görmeyi diliyorum.     
 
 
Not: Bu yazı 17 Şubat 2012 tarhili BirGün gazetesinde yayınlanmıştır