Düşman kavramı Schmitt’in deyişiyle her zaman “gerçek bir mücadele olasılığını” gerektirir

7 Haziran sonrası siyaset ve savaş üzerine

ULAŞ KARADAĞ - Akademisyen

1 Seçim sonrası çatışma (başka bir deyişle tohumları ekilmiş bir erken iç savaş) durumu, çözüm süreci olarak adlandırılan şeyin, savaş (Krieg) ve düşman (Feind) arasındaki zorunlu ilişkiye dair o açıklayıcı cümlenin bir formundan ibaret olduğunu göstermiş oldu herkese: bellum manet, pugna cessat [savaş sürüyor, çarpışma bitti]1

Erdoğan ve AKP cephesinde çözüm sürecinin başından beri bir siyasetsizleştirme/yönetim süreci olarak tasarlandığı açıktı. Daha doğrusu “barış”, çatışmasızlığa kurucu antagonizmanın siyasetin toposunu yeniden inşa etme kapasitesinin eklenmesi biçiminde tasavvur edilmedi hiç bir zaman. Çözüm için hedeflenen kürt hareketinin siyasal2 varoluşunun soğurulmasıydı. Bu çabanın tosladığı duvar ise kuşkusuz siyasal olanın Schmittçi kavramsal ölçütü oldu: dost-düşman ayrımı – siyasalın, siyaset kavramının içeriğini önceleyen ölçütü.3

2 Savaşın ortadan kaldırılmasının düşmanın [“gerçek bir olasılık olarak, insanlardan oluşan bir bütün karşısında mücadele eden benzer bir bütün”]4 ortadan kaldırılmasıyla aynı anlama geldiği stratejik(!) eşikte siyasal olana ait şiddetli gerilim hattıyla karşı karşıya olduğunuzu hesaba katmanız gerekir. Çünkü düşman kavramı Schmitt’in deyişiyle her zaman “gerçek bir mücadele olasılığını gerektirir” ve bu mücadele savaşın sınırındaysa eğer en yoğun ve en uç karşıtlığın varoluşsal somutluğundan söz ediyorsunuz demektir [“Savaş düşmanlığın en uç noktada somutlaşmış halidir”5]. Öyleyse düşmanın varlığı Schmitt’e göre savaşın gerçek bir olasılık olarak varlığını sürdüreceğine işaret eder: “Düşman, zorunlu olmamakla birlikte nihai kertede bir savaş olasılığını kapsar.”6 Savaşın siyasetin kuralı olmadığı bir durum bağlamında ikisi arasındaki ilişki şöyle tarif edilir:

“Savaş kesinlikle siyasetin hedefi, amacı ya da içeriği olamaz; ama insanların davranışlarını ve düşüncelerini kendine özgü biçimde belirleyen ve bu yolla özgül bir siyasal davranışa neden olan, gerçek bir olasılık olarak varlığını sürdüren bir ön koşuldur.”7

3 Carl Von Clausewitz’in o ünlü sözünün [“savaş siyasetin başka araçlarla devamıdır”] yanlış anlaşıldığını ifade ederken Schmitt, askeri mücadelenin sanıldığı gibi siyasetin başka araçlarla sürdürülmesinin bir biçimi olmadığını söyler. “Savaş biçiminde yürütülen askeri mücadelenin” der, “kendine özgü stratejik, taktik ya da başka kuralları vardır. Tüm bu kuralların ön koşulu ise, düşmanın kim olduğuna dair siyasal kararın varlığıdır.”8 Dolayısıyla düşmanın kim olduğuna dair kararın varlığının gölgesinde, (siyasal) varoluşsal olasılıklarının geçersiz kılınmaya çalışılması çözüm sürecinin açmazı (aporia) olmuştur: “Karar”ın varlığı “düşman”ın siyasal varoluş kapasitesini sonlandırmanın önündeki varoluşsal engeldir. Bu noktada savaşın ortadan kaldırılması için siyasalın yok edilmeye çalışılması bu ikisi arasındaki ilişkiyi doğru kavrayamamaktan başka bir şey değildir. Siyasalın ölçütlerinin (sadece Schmittçi anlamıyla da değil) varoluşsal koşullarının yarattığı gerilimin depolitizasyon (aynı zamanda başka bir kesimin de aşırı-siyasallaştırılması) hamlelerini kısa devreye uğratması tarihsel bir olguysa eğer seçime kadar gelen sürecin savaşın sürdüğü fakat çarpışmanın bittiği (bellum manet, pugna cessat) bir dönemi ifade etmesi düşmanın olmasa bile söz konusu siyasal ilişkilerin ve onların ölçütlerinin gerçekliğinin doğal bir sonucudur diyebiliriz. “Düşman” açıkça “savaşa göre birincil kavramdır” ve aynı “aksiyon olarak savaş” ile “durum olarak savaş” arasındaki farkta9 olduğu gibi burada da esasen düşmanın varlığı başından beri devlet adına mevcuttur. Diğer yandan sözü edilen “karar”ın iptali ise objektif olarak asla siyasalın askıya alınması anlamına gelmeyecektir.

4Seçimde HDP’nin elde ettiği başarı söz konusu siyasal varoluşun gerçekliğinin (AKP açısındansa düşmanın) acil bir görüntüsü oldu. Bu aciliyetle Erdoğan’ın başkanlık hesaplarının altüst oluşunun aynı gerçekliğin ürünleri olduğu anlaşılınca ise (Yalçın Akdoğan bu durumu mümkün olan en basit şekilde itiraf etmişti) düşman sürecin tarafı olan bir inimicus (nefret eden) değil hostis (saldıran kişi) haline gelmiştir: “Düşman hostis’tir, geniş anlamda inimicus değil.”10 (“Düşman”ın kamusal mutlak ötekiliği temsil eden, siyasal birliğin dışında kalan ve onu potansiyel olarak tehdit eden karakterinin altını çizelim.)11 Bu noktada AKP’nin süreç boyunca baskıladığı o yoğun ve en uç noktadaki karşıtlık [başka bir deyişle AKP tarafından kürt siyasal hareketinin hala bir mutlak öteki ve potansiyel tehdit olarak görülmesi], bu defa iktidarın yeniden ele geçirilmesi hedefi doğrultusunda, Clausewitzyen “savaş”ın önemli özelliklerinden biri olan son çare (ultima ratio) olarak geçici hükümetin eliyle yüzeye çıktı: “Dikkatle incelenecek olursa Clausewitz’de savaş, siyasetin pek çok aracından sadece biri değildir; aynı zamanda dost-düşman ayrımının ultima ratiosudur.”12 Bununla birlikte Schmitt, Hugo Grotius’tan beri adaletin savaş kavramının bir parçası olmadığını söylerken buna aynı zamanda haklı savaş denilen şeyin ancak “gerçek” bir düşmanın fiziksel varoluşuna karşı koyulduğunda siyasal olarak anlamlı olacağını eklemişti. Bu tespitin haklılığı ya da haksızlığının farklı teorik bağlamlarda tartışılması bir yana geçici hükümetin ve Erdoğan’ın seçim sonrası nekro-politikası, “siyasal”ın temelini bir status naturaliste bulan13 Schmittyen ölçütleriyle değerlendirildiğinde bile ciddi çelişkilere ve haksız bir doğrultuya sahip. Erdoğan’ın fiili yönetim değişikliği ilan edişine de eşlik eden politik kararcılık eksenindeki “tek başına iktidar” hedefi kuşkusuz parlamenter bir niceliğin ötesine geçiyor ve bu hedefin savaşla olan ilişkisi ise ahlaksal-hukuksal normların (ki bir savaş bunlarla bile gerekçelendirilemiyor) sağladığı işlevin dahi dışında kalan apolitik bir tahakkümün ürünü haline geliyor. Bu bağlamda düşman varoluşsal bir somutluk değil sadece belirli bir savaş (fakat aynı zamanda seçim) aklının araçsallaştırdığı tarihsel bir ölüm politikası olarak karşımıza çıkıyor - ya da insanları savaşa yollayanların kendileri biçiminde.

1 Carl Schmitt, “Siyasal Kavramı”, Çev. Ece Göztepe, Metis, 2006, s. 123.
2 Burada “siyasal” kavramı tam da Aykut Çelebi’nin Vollrath’tan aktardığı gibi “siyaset görüngüsünü tanımlamakta kullanılan kavramsal ölçüttür. Olması gereken, ideal ya da ütopik düzenleri değil, bilgimiz ve deneyimlerimiz dahilinde olmuş, olagelen ya da olabileceğine dair güçlü emarelerini hissettiğimiz siyasal görüngüleri nasıl anlayabileceğimize, bunları nasıl tarif ve tasnif edebileceğimize dair, deneyimlerimizle dolayımlanmış kavramsal bir ölçüttür.” Aykut Çelebi, “Devlet, Toprak, Egemenlik: Schmitt’in Düşüncesinde Siyasal Kavramı ve Kurucu İktidar Sorunu”, İmaj, 2008, s. 145.
3 Çelebi, s. 144.
4 Schmitt, s. 49.
5 Schmitt, s. 53.
6 Schmitt’ten aktaran Çelebi, s. 11.
7 Schmitt, s. 54.
8 Schmitt, s. 54.
9 “Eski ama kaçınılmaz gibi görünen ‘aksiyon olarak savaş’ ve ‘durum olarak savaş’ ayrımını kullanacak olursak, aksiyon olarak savaş söz konusu olduğunda, meydan muharebelerinde ve askeri operasyonlarda, yani askiyonun kendisinde, ‘husumette’, hostilités’de (düşmanlıklar), hasmınız (karşı taraf) olan düşman öylesine mevcut ve doğrudan görünürdür ki, düşmanı ayrıca tahayyül etmenize gerek yoktur. Durum olarak savaşta ise hal başkadır. Burada savaş faaliyetleri, doğrudan ve akut husumet sona ermiş olsa bile, düşman mevcuttur.” Schmitt, s. 123.
10 Schmitt, s. 49.
11 Çelebi, s. 147.
12 Schmitt, s. 54. (10. dipnot)
13 Leo Strauss, “Notes On Carl Schmitt, The Concept Of The Political”; Schmitt, “The Concept Of The Political – Expanded Edition” içinde, The University Of Chicago Press, s. 105. “Strauss’un ikinci eleştirisi Hobbes’taki status naturalisin Schmitt’te siyasalın önkoşuluna dönüşmesidir.” Çelebi, s. 179.