Mayıs’ın ilk haftası, Türkiye’nin emekçi halkı için özel bir önem taşıyor.

Mayıs’ın ilk haftası, Türkiye’nin emekçi halkı için özel bir önem taşıyor. Önce 1 Mayıs İşçi Sınıfının Birlik Mücadele ve Dayanışma Günü; sonra 4 Mayıs sevgili Fikri Sönmez’in ölüm yıldönümü; ardından 6 Mayıs Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın mahkeme kararı ile katledilmelerinin yıldönümü…

Arada 5 Mayıs, aynı zamanda şair Arkadaş Z. Özger’in de ölüm yıldönümü. ”Alnını dağ ateşiyle ısıtan dostum” diye başlayan şiirini okumalı ya da bu şiirin şarkılaştırılmış halini dinlemeli şimdi. Ahmet Kaya ya da Grup Yorum’dan…
 
Öte yandan Denizlerin yanına eklenen bir çınar, Halit Çelenk ağabeyimiz…
 
Masanın başında oturmuş bütün bunları düşünüyorum. Bu hafta onlardan söz etsem mi diye kafamda kurgulayarak.
 
O arada aklıma, sivil itaatsizlik üzerine internette rastladığım ”akademik” bir yazı düşüyor. Orada bir cümlede, ”1960’lardaki Direniş Komiteleri, Türkiye tarihinin en özgün sivil itaatsizlik eylemlerinden biriydi” deniyordu. Böyle bir cümlenin ardından, insan bir hafta kendine gelemeyebilir. Belki de daha fazla…1960’larda yaşanmışmış…

Evet bütün bunlardan söz edilebilir. Edilmeli.

Ama benim görevim, okurlara Kiev’den yazmak. Üstelik bunu pazar günü hafifliği ile yazmak. Kuzeyde neler oluyor, halk nelere sevinip, üzülüyor, nelerimiz benzer ve nelerimiz farklı… Bir yığın konu…

Tamam öyleyse, yine başlayalım…

Öteden beri Türk toplumunun hırslarının gücünden fazla olduğunu düşünmüşümdür. Büyük laflar etmek, büyük hedefler koymak, büyük amaçlardan söz etmek… Atasözü bile vardır değil mi? Büyük lokma ye, büyük laf etme diye.

İtiraf etmek gerekirse, Ukraynalıları bu açıdan çok da beğenirdim. Burada bulunduğum süre içinde, gençler dışında, hiç büyük laf edene rastlamadım.

Hemen herkes, ”insanca yaşam” derdinde. İnsanca yaşam, somut olarak bir koca, bir ev, bir iş, iyi bir araba vb. olabilir. Ama daha ötesi değil.

Ukrayna’nın küresel bir güç olması, Slav dünyasının lideri olması, Asya’ya açılan kapı olması, eşsiz stratejik bir coğrafyada yer alması gibi sözler, olsa olsa akademisyenlerin ilgisini çekebilir. Siz bu tür laflar ettiğinizde, karşınızdaki size bön bön bakar. Ya da sizin politikacı olduğunuzu düşünür.

Kendisini doğrudan ilgilendirmeyen böyle konularla övünmek, Ukraynalıların pek yaptığı bir şey değildir. Bu nedenle Ukraynalı siyasetçiler de zaman zaman topluma moral (gaz!) vermek amacıyla büyük laflar etseler de, bu sıklıkla karşılaşılan bir tutum değildir.

Elbette bu söylediklerim gözlemlere dayalı genellemeler. Yanılıyor da olabilirim.

Geçenlerde okuduğum bir haber-yorum, bu konuda yanılıyor olabileceğimi düşündürdü bana.

Biliyorsunuz, mevcut Ukrayna devlet başkanı Yanukoviç, 2010 Ocak ayında iktidara gelmişti. Ondan önce Ukrayna ağır bir ekonomik kriz yaşamıştı. Yanukoviç, iktidarının bir yılının sonunda ekonomik dengeleri kurmayı başardı. Bunda, Rusya ile daha önce bozulan ilişkilerin düzelmesinin de önemli payı oldu. Yanukoviç Rusya yanlısı biliniyordu ama o, Batı ile ilişkileri de geliştirmeye çalışıyordu.

İşte okuduğum bu haber-yorum, Yanukoviç hakkındaydı. Yazı onun ”yeni bir Putin” olup olmadığını tartışıyordu. 

Yanukoviç yakın tarihli bir demecinde, ”Ukrayna’nın, dünyanın önde gelen ülkeleri ile birlikte tarih yaratan bir ülke ve modern bir devlet olması için çalıştığını” söylüyordu. Ukrayna, ”geçiş dönemi” denilen çukurdan artık çıkmalıydı.

İşte Ukrayna devlet başkanı da, tarih yaratmaktan, dünyanın önde gelen ülkeleri bile birlikte hareket etmekten, modern bir devlet olmaktan vb. söz ediyordu.

Aslında bu kadarcık da olsun diyebilirsiniz. Devlet başkanlarının bir görevi de, topluma hedefler göstermek, moral vermek, onları ortak amaçlar etrafından birleştirmek, ortak heyecanlar yaratmak vb olabilir. Eğer bu doğruysa, Yanukoviç’in sözlerinde bir tuhaflık yok denilebilir.

Ama yine de beni rahatsız etmeye yetti bu sözler. Tarih yaratacaklarmış…

Ama, sanırım bu kadarcık olabilir. Doğru ama bazen de abartılıyor, değil mi?

Yunanistan’da emekli maaşı 3.000 Euro; İspanya ekonomisi Türkiye’nin 3 katı büyüklüğünde; Almanya’nın ekonomik kriz nedeni ile güney ülkelerine yaptığı yardım miktarı 120 milyar Euro… Yani Türkiye’nin ihracatı kadar… Türkiye’deki yoksul sayısı Yunanistan toplam nüfusunun neredeyse iki katı. Ama bizim bir bakanımız Avrupalılara konuşma yapıyor; ”Yetiştik, Avrupa geliyoruz!”

Yetişelim, bakalım…

Bu tür abartılı sözler duymaya karşı, olumsuz bir duyarlılık geliştirdim sanırım… Yanukoviç’ten de aynı tınıda sözler duyunca, rahatsız oldum.

Ya da Direniş Komiteleri’ni 1960’lara taşıyan ”akademisyen” arkadaşa olan öfkem hala dinmedi.