İsrail, askerlerini ve işgalcilerini Gazze’den çekeli 18 yıl oldu. Ancak beklenmedik şekilde yeşeren ümitler, İsrail devletinin gerçek amacının, Filistinlileri yalnızlaştırmak ve baskılamak olduğu anlaşıldığında tekrar soluvermişti.

Ablukanın 18 yılı
Fotoğraf: Depo Photos

Emad MOUSSA

İsrail işgal hareketinin mimarı eski İsrail Başbakanı Ariel Şaron, 2003 yılının Aralık ayında yaptığı duyuruyla dünyayı şaşkına çevirdi. İsrail askerlerinin ve işgalcilerinin Gazze Şeridi’nden “tek taraflı olarak” çekileceğini duyurdu. 18 yıl önce bu ay, geri çekilme tamamlandı ve İsrail’in 37 yıl süren fiili işgali sona erdi.

Fakat ilerleyen aylarda yaşanan gelişmeler, Gazzelilerin umutlarını yerle bir etti. Şaron’un planı İsrail’in askeri işgalini sona erdirmek değildi. Filistinliler olan biteni dikkatle takip ediyorlardı. İsrail’in ne planladığına dair pek bir bilgi olmadığı için Gazzeliler İbranice gazeteleri takip ediyor, Gazze çekilmesinin ne anlama gelebileceğini kavramaya çalışıyorlardı. Çoğumuz İsrail işgali altında doğmuş, farklı bir dünya görmemiştik. “Normale dönmek” bizim için İsrail ordusunun ve işgalcilerinin baskıcı kontrolünden çıkmak anlamına geliyordu.

Bir yanımızda umut, diğer yanımızda şüphecilik, Filistin haber ajansı için bir tür “fizibilite araştırması” yapmaya koyulmuştuk. Ben de bu çalışmanın bir parçasıydım ve işgalciler bölgeyi terk ettikten sonra, mevcut altyapının nasıl değerlendirilmesi gerektiğine yoğunlaşıyorduk.

Fakat Şaron’un planlarında bir “eksiklik” fark edildi. Filistinliler, bilhassa Gazzeliler, planın bir parçası değildi.

Fizibilite çalışmamız çöp oldu.

Şaron’un zihninden geçenler şunlardı: 365 kilometrekarelik Gazze Şeridi’nde, 1 buçuk milyon Filistinli’nin arasında yaşayan 8 bin işgalci, İsrail için bir tür “güvenlik yükü” haline gelmişti. İsrail işgalcilerin güvenliği ya da ihtiyaçları ile uğraşmaktansa, İsrail ordusunun kaynaklarını sınır güvenliğine aktarma niyetindeydi.

GİZLİ HEDEFLER

Tabii diğer yanda “açık edilmeyen” uzun vadeli stratejik hedefler vardı. Ordusunu ve işgalcilerini yeniden konuşlandırarak “işgalin sona erdiğini” ilan etmeyi planlıyor, böylece işgal ile ilintili herhangi bir yasal sorumluluktan arınmak istiyordu. Bunu yaparken bölgenin kontrolünü “tamamen bırakmasına” da gerek yoktu.

Sharon’un diğer bir amacı da Gazze’yi “İsrail’in barış girişimi” olarak göstermek ve uluslararası topluluğun dikkatini bu yöne çekerken, Batı Şeria’daki kritik yerleşkelerdeki gücünü sağlamlaştırmaktı.

Şaron’un büro şefi Dov Weissglas’ın da daha sonraları kabul ettiği gibi asıl amaç, “Tel Aviv’in Oslo Süreci’ne sadık kaldığına dair yeterince olgusal kanıt yaratmak, siyasi patikayı tıkayarak Filistin’in devletleşme sürecini askıya almak” idi.

Şimdilerde bu etmenler unutuluyor ve İsrail’in çok sevdiği “kurbanı suçlama” taktikleriyle örtbas ediliyor.

İsrail Gazze’den çekildiğinde Gazzelilerin bir tür mini devlet inşa etme şansı vardı. Bunun yerine oluşan boşluğu Hamas doldurdu ve daha fazla “terör” hadisesi yaşandı.

İsrail’in şimdi içinde bulunduğu durum, kendilerini bir tür Yunan mitolojisinde gibi görmelerine olanak tanıyor. Olan biteni “iyi niyetlerindeki hesap hatası” olarak görüyorlar. Kendini hikayenin “kurbanı” ve “haklı tarafı” olarak gören işgalci bir toplum, belki de gerçeklerle ancak böyle başa çıkabiliyor.

Gazzeliler için ise durum oldukça farklı. İsrail’in geri çekilme kararı işgali “sahadaki asker” biçiminden sıyırdı ve daha saldırgan, uzaktan yönetilen ve hesap vermekten kaçınabilen bir düzleme oturttu. Her şey ilk günden apaçıktı. İsrail hükümeti geri çekildiği topraklardaki altyapıyı kasıtlı olarak yok etti, üstelik enkazı kaldırma işini de Filistinlilere bıraktı.

YALNIZLAŞTIRMA

İsrail ordusu Gazze’nin kapılarından çıkıp kapıyı da arkasından kilitlediğinde yaşananları korkuyla izledik. Tüm bunlar yaşanırken Birleşmiş Milletler Şaron’u “cesur ve tarihi adımlarından” ötürü tebrik ediyordu.

Bugünlerde yorumcular geri çekilmenin mevcut ablukanın ilk adımı olduğunu söylüyorlar. Kimine göre abluka ilk olarak Hamas’ın 2006 yılındaki seçim zaferinin ardından hayata geçirilmişti. Bazıları ise ablukanın fiilen 2007 yılında, Hamas Gazze Şeridi’nin yönetimini Fetih partisinden zorla aldığında başladığını söylüyorlar.

Biz sıradan insanlar “yalnızlaşmaktan” söz ediyorduk çünkü Gazze zaten fiilen ablukadaydı. Bu durum Oslo Süreci’nde bile böyleydi. Dışarıdan bakan gözlerin hemen seçemeyeceği kadar dolaylı ve yavaş gelişen bir süreç olmuştu, hepsi bu.

Bu stratejinin amacı, Gazze’nin nüfus yapısını zamanla bozmak ve toplumsal altyapıyı parçalamak. Gazze halkının elinde yalnızca ümitsizlik ve zulüm kaldı. Haliyle Filistinli gençler bölgeyi terk ediyor, tehlikeli ve çaresiz şekilde göç yoluna çıkıp başka coğrafyalarda daha iyi yaşamlar arıyorlar.

Mescid-i Aksa Üniversitesi’nde İngiliz edebiyatı profesörü olarak görev yapan amcam, Gazze’nin ümitsizliğini T.S. Elliot’tan bir alıntıyla özetlemekten hoşlanıyor: “Ummazdım, ölüm çökertsin insanları sürüyle.” Amcam için, farklı birçok insandan duyduğum gibi, Gazze’de hayat ne “yaşanabiliyor” ne de gerçekten ölünüyor.

Fakat birçok insan için T.S. Elliot’un “çorak topraklarını” örten kara bulutlar, aynı zamanda umudun habercisi olabiliyor. İsrail’in uyguladığı boğucu abluka, Filistinlileri yaratıcılıkla son derece güçlü bir dayanışma altyapısı inşa etmeye; İsrail’i caydıracak ve eylemleri için hesap vermek zorunda bırakacak yeni yöntemler icat etmeye mecbur bıraktı.

Fakat abluka ve direniş arasında sıkışan Gazze’nin geleceği belirsiz. İsrail, çözümünü bilmediği bir sorun yarattı. Aradan 18 sene geçti ve hatırımda kalan tek şey, bir an için hayallerimizin yıkılmasını erteleyen, fakat sonunda çöpe atmak zorunda kaldığımız fizibilite çalışması oldu.

Çeviren: Fatih Kıyman

Kaynak: The New Arab