Absürt ve karanlık hikâyeler

ZEYNEP CEREN ÖZDEN

Yaşadığımız dünyadan bir an dahi olsa uzaklaşıp hayal dünyasında gezinmeyi kim istemez ki? Bunu bazen bir kitap, bazen bir film ya da bazen sizi sizden alan bir söz karşısında gerçekleştirmek mümkün. Son zamanlarda böylesi bir gezintiye çıkmama vesile olan bir kitaptan bahsedeceğim size: ‘Valhalla Blues’. Deniz Ayral’ın yazdığı ve Eksik Parça Yayınevi’nden yayımlanan hikâyeler hakkında detaya girmeden önce kitabın ismine değinmek istiyorum. İlk dikkatimi çeken ismin yarattığı o naif melankoli yani ‘blues’ oldu. ‘Valhalla’ ise İskandinav Mitolojisinde, Odin’in altında savaşmış onurlu savaşçıların öldükten sonra mükafatlandırılacakları yer. Bir bakıma cennet tasviri denilebilir. Kitabın genel his bütünlüğünü anlatan bir başlık olduğunu düşünüyorum. Cennette kimler melankoli hissedebilir peki? Ya da bu hüzne ne sürükler insanı?

Deniz Ayral, ‘Valhalla Blues’ kitabıyla okurlarına birbirinden farklı fakat aynı hissin etrafında dönüp duran on üç farklı hikâye veriyor. Hikâyelerin kahramanları insanlar ya da modern bir bakış açısıyla mekânlar da değil. Ana karakter olarak neredeyse bütün hikâyelerinde doğanın kendisi mevcut. Deniz, orman, dağ ve gökyüzü sembolleşerek metnin ana aksiyonunu sağlayan bir karaktere dönüşüyor. Dost canlısı bir hikâyeyle ormanda yine dost canlısı bir köpekle kitaba girişi yaptıktan sonra karşımıza tüm enginliği ve hırçınlığıyla denizin ihtişamını koruduğu hikâyeler çıkmaya başlıyor. Deniz dendiği zaman insanın aklına kum, güneş, sahil ve birçok iç ısıtıcı görüntüler gelir genellikle. Fakat ‘Valhalla Blues’un üstümde bıraktığı etki, ölümden dönüp denize küsmüş bir denizcinin anlattığı hikâyelerin huzursuzluğu ya da ‘büyük mavi su’ denildiğinde denizcinin hissedeceği tedirginlikle neredeyse aynı. Denizi metin içerisinde yorumlamanın yanında metafor olarak da İtalyan Yeni Gerçekçilik akımının önemli yönetmenlerinden Federico Fellini’nin filmlerinde kullandığı şekilde, sonsuz ve de ‘origin of life’ yani yaşamın doğduğu ana yere işaret olarak konumlandırabiliriz. Çünkü hikâyelerin çoğunda özellikle denize bir çağrı mevcut.

“Gökyüzüyle deniz birleşmiş, yukarıdaki renk cümbüşünü yansıtan devasa bir aynaya dönüşmüştü.”

Tüm hikâyeler boyunca köpüren ve kararan dalgalar okuru içine alıp bocalamalarına sebep oluyor. Deniz hikâyelerinden sonra tekinsizliği bir diğer uçsuz bucaksız maviliği olan gökyüzünden hissetmeye başlıyoruz. Tüm bu olaylar aynı denizin etrafında, aynı gökyüzünde ve aynı ormanda gerçekleşiyormuş hissi uyandırıyor. Atmosfer ve mekân devamlılığının hikâyeyi çekip çevirmesi ve tekinsizlik bakımından bana Engin Türkgeldi’nin ‘Orada Bir Yerde’ kitabını anımsattı. Zaman ve mekân konusunda yine aynı düzlemde olduğumuzu biliyoruz Türkgeldi’nin kitabında, fakat ‘Valhalla Blues’a kıyasla daha ulaşılmaz bir evrende olduğumuzun da farkındayız. Fakat Deniz Ayral’ın kitabında yine ulaşılmaz ve bilinmez bu mekânlar topluluğunda aynı ‘Orada Bir Yerde’de olduğu gibi tedirgin olup bu mekândan hızla uzaklaşmak isteyebiliyoruz. Bu uzaklaşma hissiyatı yaratılan evrenin ve detaylarının muğlak olmasından kaynaklanıyor. Okuyucuya bir aitlik ve yakınlık hissi uyandırmaktan oldukça kaçınılıyor. Bu bir kalıba ait olmayan hikâyeler okuyucuya da belirli bir uzaklıktan, içindeki gizi de fazla göstermeden o dünyanın tekinsizliğini gösteriyor. Deniz Ayral, zamansız ve bulunması gereken kayıp hikâyeleri böylelikle okurlarıyla buluşturuyor.
“Deli gibi atan kalbim ve patlayacak gibi olan ciğerlerimin yatılmasını beklerken yüzümde hissettiğim ıslaklığın nedense denizin içinde olmaktan değil de, gözlerimden akan yaşlar yüzünden olduğunu düşündüm.”
Doğa üstü canlı mitlerinin, hızla modernleşen hayatın insanlar üstünde bıraktığı açıklanamaz değişimin, martı seslerinin, deniz tuzunun, denizden çıkıp kameralara gözüken karakterlerin, bu dünya ve öbür dünya ikilemi sorgusunun ve gerçek dışı bir atmosferde yedirilen oldukça dengesiz olduğu kadar gerçek aile dinamiklerinin hâkim olduğu absürt ve karanlık hikâyeler kolaylıkla okuru içine alıyor. Yazar Ayral’ın yarattığı denizcilik mitleriyle Robert Eggers’ın ‘The Lighthouse’ filmine benzer bir atmosferde gezinip denizin tuzlu suyunu genzimizde hissettikten sonra Lars Von Trier’in ‘Melankoli’ filmindeki gibi pastoral bilim kurgu tadında sahnelerin içinde buluyoruz kendimizi. Mucizelere inanıp inanmadığından emin olmadığımız ve pek de güvenmediğimiz karakterlerle biz de aynı düşünceleri ve şaşkınlıkları paylaşıyoruz zaman zaman. Tüm bu mistik mitoslarla hem modern hem de oldukça geleneksel anksiyeteleri ve hikâyeleri tüm duru üslubuyla aktarmayı başarıyor Deniz Ayral.

‘Blue’ kelimesi anlamı için: https://www.merriam-webster.com/dictionary/blue
‘Valhalla’ kelimesi anlamı için: https://www.britannica.com/topic/Valhalla-Norse-mythology
Fellini ve sahil metaforu için: http://www.lightmonkey.net/fellini-goes-to-the-beach