Acıdan güç devşiren kadınlar

Irmak ADA

Ayfer Tunç ‘Dünya Ağrısı’ adlı kitabında, “Hikâyeler insanı kendi kuyusundan çıkarır, başkalarının kuyusuna atar” der. Belki kendi kuyumuzdan zihnen olsa kaçmak için belki de çoğu zaman kendi kuyumuzun karanlığından göremediğimiz yolları, çıkışları başkalarının kuyusuna dışarıdan, yukarıdan bakarken görebildiğimiz için, biz insanoğlu da hikâyelere meraklı ve muhtacızdır. Yalnız kitap formunda olanlara değil, insan hikâyelerinedir bu muhtaçlık.

Başarılı televizyoncu Hande Ertekin’in Artemis Yayınları’ndan çıkan yeni romanı ‘Altıncı Göz’ün alt başlık olarak kendisine “Ve Anlamaktı Hikâye” sözcüklerini seçmesi de bundan belki. Zira romanın ana karakteri ve anlatıcısı Gözde, on sekiz ay boyunca kendi kuyusunda sulaya sulaya büyüttüğü acısından nihayet kurtulmaya karar verdiğinde, tam da bunu yapıyor. Kendini başka kuyulara, başka hikâyelere atıyor.


Bir nisan sabahı, tam da doğum gününde, gün gün, saat saat, saniye saniye hesabını tuttuğu terk edilme acısının on sekizinci ayında iyileşmeye karar veriyor kahramanımız. Oysa bir acı, insanın iyileşebileceği bir hastalık değildir. Ki Gözde karakterinin roman boyunca gösterdiği en önemli gelişim de bunun idraki oluyor.

“Sürekli ‘iyileşmek’ diyorduk, ‘iyileşeceğiz’ diyorduk. Ve görüp anladım ki, hasta olan iyileşir. Bizler hasta değildik, iyileşmek değildi asıl mesele. Gücümüzü tekrardan keşfetmek ve kendimize inanmaktı.”

Öyledir çünkü. Acı bir hastalıktan ziyade işleme hakkı bir süreliğine bize verilmiş bir toprak parçasıdır. Onu nasıl işleyeceğimizi, ekip biçmeyi bilirsek, acılarımızdan deste deste gül/güç devşirebiliriz.

‘Altıncı Göz’ün ana karakteri Gözde de başlarda acısıyla ne yapacağını bilemese de sosyal medyada gördüğü bir paylaşımla kuyusundan çıkmak için ilk adımı atıyor. “Siz de hayat hikâyenizi paylaşmak, paylaştıkça hafiflemek ve yüklerinizden kurtulmak, yeni dostlar ve yeni hayatlar tanımak ister misiniz?” ilanına cevap vermesiyle birlikte Menekşe, Nevra, Pembe, Leyla ve Heja giriyor hayatına.

Tanışma toplantısının ardından her hafta Menekşe’nin evinde toplanarak içlerinden birinin hayat hikâyesini dinlemeye, kendi imkânlarıyla bir tür grup terapisine başlıyor karakterlerimiz. Gözde de onların kuyularından hikâyelerini çıkarıp dinledikçe, kendi acısına hiç benzemeyen acıları anladıkça, kendi hikâyesine farklı bir gözle bakmaya başlıyor. Farklı dünyalardan gelen, farklı dönem ve yaşlardan altı kadının kesişen yolları, ilham verici bir yolculuğa açılıyor. Bu yanıyla da roman, bir kadın dayanışması hikâyesine dönüşüyor. Bu altı kadının hikâyelerini dinlerken ister istemez toplumsal olarak kadına yaşatılan değersizlik hissi, psikolojik şiddet, boşanmış kadın olmanın zorlukları gibi meseleler de ortaya seriliyor. Tüm bunlara bir çözüm bulma iddiasında değil anlatı ama göz önünde tutmanın, göstermenin önemini de göz ardı etmiyor.

Gözde ile birlikte okur da bu acıdan destek alarak içindeki güce ulaşma yolculuğuna katılıyor. “Hayatı en güzel başka hayatlardan sağlama yaparak öğreniyor insan” diyerek kendi hayatlarını korkusuzca başkalarının önüne seren ve diğerlerinin hikâyelerini ilgiyle dinleyen altı kadının toplandığı masanın başında, yedinci bir sandalyede sırasının gelmesini beklerken, okur da kendi hikâyesini yeni baştan gözden geçiriyor.