Çarşamba günü Adana Altın Koza’da iki film seyrettim . İlki Muzaffer Özdemir’in “Yurt” adlı filmiydi...

Çarşamba günü Adana Altın Koza’da iki film seyrettim . İlki Muzaffer Özdemir’in “Yurt” adlı filmiydi. Özdemir’in sinemada macerası kamuoyunun bildiği kadarıyla Nuri Bilge Ceylan’la birlikte başladı (yönetmenin daha önce çektiği kısa filmleri varmış). Özdemir “Uzak” fimiyle Cannes Film Festivali’nde rol arkadaşı Mehmet Emin Toprak’la birlikte en iyi erkek oyuncu seçilerek büyük bir başarı da elde etmişti. Özdemir’in adını sinemada daha sonra pek duyamadık (bir Belçikalı yönetmenin filminde oynamış). “Yurt” Özdemir’in ilk uzun metraj filmi. Tahmin edilebileceği gibi, Özdemir büyük ölçüde Ceylan sinemasından etkilenmiş. Sadece ondan değil, Semih Kaplanoğlu, Kierostami, Tarkovski gibi isimler de Özdemir’in öncülleri arasında sayılabilir. Film, kentli bir mimarın, ruhsal problemlerinin tedavisinin bir parçası olarak memleketi (yurdu) Gümüşhane’ye dönmesi ve burada yaşadığı kayıp hissiyle ilgili. Kaybolan, doğa, kültür, bir yaşam biçimi ve çocukluktur. HES’ler doğanın canına okumuş ve okumaya devam etmektedir. Neo-liberal kapitalizm doğayla sadece parasal bir ilişkiye izin vermektedir. Film bazen belgesel gibi bir havaya da bürünerek bu konuya eğiliyor. Öte yandan filmin kahramanı mimar Doğan (Kanbolat Görkem Aslan) kendi varoluşsal sorunlarıyla da boğuşuyor, kendisine ve hayata neden “bir bitki gibi basit ve sade yaşayamadığı”nı soruyor. Filmde daha sonra Nuri Bilge Ceylan’ın “Bir Zamanlar Anadolu’da”sında da karşılacağımız bir yuvarlanma sahnesi var. “Yurt” filminde yuvarlanan şey bir kaya parçası. Filmin söylediği şeylerden birinin de bu olduğunu düşünüyorum; yani hayat denilen şey yuvarlanıp gitmek, çaresizlik içinde belli bazı yasalar uyarınca sürüklenmekten ibarettir. “Yurt” ne yazık ki hedefini tam tutturamamış bir film. Kahramanının varoluşsal problemleri iyi işlenmemiş. Diyaloglar ve oyunculukta da aksamalar var. Belgeselle kurmaca arasındaki gidiş gelişler birbirlerine iyi yedirilmemiş. Ama bu bir ilk film ve umarız Özdemir yönetmenlik kariyerinde çok daha başarılı filmlere imza atar.

Nuri Bilge Ceylan’ın “Bir Zamanlar Anadolu’da”sını (BZA)Cannes’da kaçırmıştım ama filmin sadece fragmanına bakarak büyük bir ödül alacağını tahmin etmiştim. Tabii diğer filmlerin seviyesi de belliydi. Nitekim film ikincilik ödülü sayılan Büyük Ödülü Dardenne kardeşlerin filmiyle paylaştı. Nuri Bilge Ceylan (NBC) müthiş bir sinema duygusuna sahip, inanılmaz yetenekli bir film yönetmeni. Böyle yönetmenler çok ender geliyorlar dünyaya. Bence BZA mesela Cannes’da Altın Palmiye alan Terence Mallick filmi “Hayat Ağacı”ndan çok daha üstün bir film. Filmi iki buçuk saat boyunca hiç sıkılmadan izledim. Çoğu zaman hayran kaldım. Ender olarak, diyalogları ya da oyunculuğu beğenmediğim oldu. Ama NBC sinemasıyla çok da sorunsuz bir ilişkim olduğunu söylemeyeceğim. BZA bana galiba en çok Güney Koreli yönetmen Bong Joon Ho’nun başyapıtı “Cinayet Günlüğü”nü hatırlattı (az biraz da Fincher’in “Zodiac”ını, Christi Puiu’nun “Aurora”sını ve Porumboiu’nun “Polis; sıfat”ını). “Cinayet Günlüğü” bir detektifin seri bir katili ararken yaşadıkları üzerinden bir Güney Kore tablosu çizer. BZA da bir cinayetten yola çıkarak benzer bir tablo çiziyor. Bu tablo bir banallik, bayağılık, işlevsizlik, sığlık, gülünçlük tablosudur. Bir nedensizlik ve manasızlık denizinde çırpınır durur insanlar. Dalından düşmüş bir elma gibi yerçekimine ve akıntıya kapılıp giderler, sağa sola çarpa çurpa. Neyi neden yaptıklarının çoğunlukla kendileri de farkında değildirler. Bir tür ilahi komedyanın kuklaları gibidirler. Daha bilinçli olanlar, mesafelerini korumaya çalışıp, acı ve acıma duyguları arasında izler olan biteni. Bu dünya bir erkekler dünyasıdır. Kadınlar ise kavganın katalizörü olurlar, bazen bir femme fatale rolüne de bürünerek. Kadınlar henüz ergen bir bakire oldukları çağlarında iken, erkek idealinin ve fantezisinin nesnesi olurlar ama kadına dönüştükleri anda, büyüdüklerinde yüksek ökçeleri, bitmeyen dırdırları ve akıl almaz intikam yöntemleriyle “bir miktar salak” erkeklerin dünyasını mahvedebilirler.

NBC bazen keşke saf bir komedi yapsa, varoluşsal sorunları bir kenara bıraksa dediğim oluyor. Çünkü, bu nedensizlik ve manasızlık temelli bakış açısı, insanda sonuç itibariyle ve beklenebileceği gibi bir manasızlık hissi bırakıyor. İnsanlık komedyasına filmin final sahnesindeki doktor gibi tepeden bakan varlıklar değiliz. Bu bakış empati yoksunu kesinlikle değil ama yine de bir yabancının bakışı. Halimize gülmek ve kızmak dışında, cesaretlendirilmek, aydınlatılmak da istiyoruz. Aydınlatılmak derken filmin cevaplar vermesinden söz etmiyorum. BZA bence düşündürücü bir soru da sormuyor. İnsanlık halini resmediyor ama bu halin analizinin yapılabileceğine de inanmıyor. BZA’dan çıktığımızda kendimizi sadece daha da iktidarsız, daha da zavallı hissedebiliriz. Biraz gülmüşüzdür ağlanacak halimize.
NBC iyi ki var. Bu kadar müthiş  bir sinema duygusuna sahip başka bir yönetmen insanın aklına hemen gelmiyor. 

***

KİLLER ELİTE

Eski özel harekatçılar

“Katillerin Üst Tabakası” gibi bir anlama geliyor “Killer Elite”. Bazı filmlere neden Türkçe isim verilmiyor bilmiyorum; galiba artık herkes İngilizce biliyor ülkemizde. Bir film sadece Kürtçe ya da Arapça adla çıksa vizyona, çıngar çıkabilir ama yabancı bir dille çıkması normal. Oysa Kürtçe ve Arapça TRT kanalları var ülkemizde.

“Killer Elite”in baş kahramanı Danny adlı (Jason Statham) bir İngiliz özel harekât komandosu. Danny pis bir katil ama film bize onu vicdanlı bir insan olarak tanıtmaya kararlı. Bu pis herif bir gün Meksikalı bir politikacıyı küçük oğlunun gözleri önünde vuruyor. Artık, çocuğu da az kalsın vuracağı için mi, yoksa çocuğa yaşattığı travmayı kaldıramadığı için mi, her neyse, mesleği bırakıp inzivaya çekiliyor. Ama babası yerine koyduğu ustası ve iş arkadaşı Hunter (Robert de Niro) sevimsiz bir Ummanlı şeyh tarafından kaçırılıyor. Şeyh Danny’ye “Ustanı sana geri veririm ama bir şartım var: Sen de benim oğullarımı öldüren ve rakip şeyhin iktidara geçmesini sağlayan İngiliz SAS komandolarını öldüreceksin!” diyor. Artık öldürmeyeceğine dair yemin etmiş olan Danny mecburen işe koyuluyor. Ama karşısında emekli SAS’çıların oluşturduğu “Feathermen” (tüy adamlar) cemiyetini buluyor. Bunlar da kendi adamlarını yani eski SAS’çıları korumaya kararlılar ve Spike (Clive Owen) gibi, Danny’ye rakip olabilecek kalibrede adamları var.

Vatan ve kraliçe aşkına cinayetler işlemiş bu eski derin devlet elemanları arasında bir savaş başlıyor. Bu savaşta hem Danny hem de Clive iyileri temsil ediyorlar. Nasıl yani mi? Kimi temsil edecekler ki? Onlar ülkeleri için “kurşun da atan kurşun da yiyen” cesur insanlar. Ülkeleri onlardan demokrasi ve insanlıkla bağdaşmayan şeyler istemiş olabilir. Yine de bu Britanya’nın da kötü olduğu anlamına gelmez. Asıl kötü ve hatta tek kötü tabii ki ihtiyar Arap şeyhi ve sevimsiz oğlu. Zaten genç prens bile ülkesini “çöl” diye aşağılıyor. Hangi şeyhin ülkeyi sömüreceğine Britanya karar vermişse ve kendi payını almışsa, o kadar da kötü bir şey yapmış sayılmaz değil mi? Zaten filmde iyi Arap karakter diye bir şey de ara ki bulasın.

Film, bütün tarfaları bir tür aile olarak resmediyor. Danny’ye “kid” ya da “kiddo” (evlat) diye hitap eden Hunter baba figürlerinden biri. Danny de oğul tabii ki. Spike “Feathermen”in becerikli ve isyankâr oğlu, cemiyetteki emekli SAS’çılar ise onun baba figürleri. Bir de tabii şeyh ve oğulları var. Yani savaşan üç aile var birbiriyle. Karşımızdakine politik bir gerilim filmi değil de, mafyatik aileler arası bir gerilim filmi gözüyle bakmak sanırım en sağlıklısı olacak. Eğlendiriyor mu derseniz, zerre kadar bile değil diyebilirim. Kavga dövüş seyredeceksem kung-fu filmi seyretmeyi tercih ederim. Hiç olmazsa bir koreografi oluyor o filmlerde. Bir de Arap düşmanlığı kung-fu sinemasının olmazsa olmazı değil.

***

MUCİZEYİ KADINLAR YARATIR

Palavrayı Hollywood yaratır

Şu kadın milletini ne yapacağını bilemiyor kapitalizm. Bir yandan ev kadını ve şefkatli anne, bir yandan fettan cinsel obje, bir yandan tuttuğunu koparan dişli iş kadını, bir yandan da sempatik komşu kızı olmalarını bekliyor. “Mucizeyi Kadınlar Yaratır” tek bir kadının bunların hepsini aynı anda olabileceğini iddia ediyor. Sadece bununla yetinmiyor, kocayı aldatmadan aşk macerası yaşamaya da bir örnek sunuyor. Yani aşk var ama seks yok çünkü koca aldatılmayı hakeden bir hıyar değil. Kadının içinde yer aldığı finans sektörü de insanlara hizmet ederken haklı kazanç elde eden masum bir sektör zaten. Ödipal karmaşa bile karmaşa denmeyecek kadar mülayim.
Peki, bu kadar iyi niyetli bir filmden kadınlar kendilerini iyi hissederek çıkacaklar mı? Hiç sanmıyorum. O kadar insanüstü bir şey ki kadınlardan beklenen, hiçbir gerçek kadın bu mucizeyi yaratamaz. Sadece beklentinin altında ezilir. Ayrıca iş hayatı da kimseye hadi git çocuklarınla ilgilen demez. Kısacası kadınlara acı çektireceğini sandığım bir film bu. Sarah Jessica Parker oynuyor başrolde. Babası, pardon aşığı, pardon oğlu, pardon iş arkadaşı ve işvereni rolünde Pierce Brosnan poz kesiyor.

***

KORKU GECESİ
Korku gecesi bitmiş
Haftanın yabancı filmleri içinde en eğlencelisi (Arkadaştan Öte’yi görmedim) ve en iyi kotarılmışı “Korku Gecesi”. Gerçi bu film de bir saat kadar geçtikten sonra sünmeye başlıyor ama yine de çekici ve iyi oyuncu kadrosuyla sonuna kadar izlettiriyor kendisini. “Korku Gecesi” bir vampir filmi ama kendisini çok ciddiye almayan cinsten. Korkutmaktan vazgeçmese de, türle alay etmeyi de sürdürüyor bir yandan. Bu yüzden de türün Hıristiyanlığa atfettiği kurtarıcı nitelikler rahatsız etmiyor.

Vampirler müthiş bir cinsel cazibeye sahiptir, özellikle genç kızlar bu “pedofillere” dayanamazlar. Tam da klasik vampir tanımına uyan son derece yakışıklı bir vampire (Colin Farrell) karşı hem annesini (Toni Collette) hem de kız arkadaşını (Imogen Poots) korumaya çalışan lise öğrencisi Charley’nin (Anton Yelchin) hikâyesini anlatıyor “Korku Gecesi”. Kolay olmuyor tabii, bir sürü kavga dövüş, ölüp ölüp dirilmenin ardından, Hıristiyanlığın “kutsal emanetleri”nin yardımıyla Anton başarılı oluyor elbette.

Fazla bir şey beklemeden, patlamış mısır eşliğinde izlenecek bir film “Korku Gecesi”.