Ağaçların, Dünya’nın çağrısını bizden önce çocuklar duymalı
Berna Durmaz ilk çocuk romanı ‘Ağaçlı Gül ve Hayal’de aşırı kentleşmenin, yoksulluğun ve fırsat eşitsizliğinin soluksuz bıraktığı insanların, acımasızca yok edilen doğayla benzerliğini vurguluyor.
Emel EMİRHAN
‘Tepedeki Kadın’, ‘Bir Hal Var Sende’, Haldun Taner Öykü Ödüllü ‘Bir Fasit Daire’, ‘Karayel Üşümesi’, ‘Metal Hayatlar’ öykü kitaplarından sonra yazdığı ‘Ağaçlı Gül ve Hayal’ Berna Durmaz’ın ilk çocuk romanı. Durmaz büyük kentin yuttuğu ormanın, ağacın acısını duyanları lirik bir dille anlatıyor.
► Ağaçlı Gül ve Hayal, Köprü Kitaplar Koleksiyonu’nun 23. kitabı ve aynı zamanda ilk romanınız. Bu nedenle kitabın sizde özel bir yeri var mı? Çocuklar ve gençler için yazmak ile yetişkinler için yazmak arasında fark nasıl hissettirdi?
Her yeni kitabım bir çağrıyla başlıyor. İçimden yükselen veya dışarıdan gelen bu çağrıya uyup ilk adımı atıyor olmam o yolculuğa hazır olduğumun bir kanıtı. Koleksiyonun mimarları Semih Gümüş ve Müren Beykan’ın Köprü Kitaplar’a katılmam yönündeki önerisini tereddütsüz kabul etmem ve daha ilk günden büyük bir heyecanla yazmaya koyulmam başka nasıl açıklanır? Evet ‘Ağaçlı Gül ve Hayal’ çok özel bir kitap oldu benim için. İçimde uzun bir süredir biriktirdiklerim, fotoğraf kareleri gibi zihnimde saklı tuttuklarım bir anda kendilerine akacakları yatağı buldu. Onlar başka öykülerde, kitaplarda, başka kurgulara dağılmış olarak görüneceklerdi belki bir süre sonra. Ama çocuklar ve gençler için yazılan Köprü Kitaplar’da bir araya gelmeleri manidar geliyor bana. Yazmak istediklerimi en çok da onların okumasını istiyordum içten içe. Ağaçların, Dünya’nın çağrısını hepimizden önce onlar duymalılar. Yetişkinler için yazmakla, çocuklar ve gençler için yazmanın arasında fark yoktu benim için. Yazdıklarımı okurlarımın anlamayacağını hiç düşünmedim. Yazma sırasında bunu düşünseydim bir süre sonra kalem oynatamaz hale gelebilirdim. Özgürce yol almalıydı hikâye. Öyle de oldu. Ne anlatımına ne de kurgusuna müdahale ettim. Elbette öyküden getirdiğim bazı alışkanlıklarımı kolayca bırakamayacağımı biliyordum. Öykünün vazgeçilmezi olan üstü kapalı anlatımlar, dolambaçlı ifadeler için editörüm sevgili Müren Beykan’ın deneyimine bıraktım kendimi. Son okuma aşamasında “Çocuk okur burada zorlanabilir” notu önemliydi benim için. Onun kılavuzluğunda o darboğazlardan kolayca çıktık.
► Romanda kentsel dönüşüm, göç, yoksulluk, zor çalışma koşulları etrafında şekillenen bir arkadaşlık öyküsünü okuyoruz. Hayal ve arkadaşları hem gerçekçi hem de fantastik bir hikâyenin içerisindeler. Böylesi güncel konulara nasıl böyle gerçeküstü bir dokunuş yapabildiniz?
Bu sorunuza Yaşar Kemal çok güzel yanıt veriyor, bana söz düşmüyor aslında. “İnsanda düş ve gerçek bir arada yaşar” diyor büyük usta. Hayatın katı gerçekliğinin üstesinden ancak gerçeküstü anlatımla gelebiliyorum. Başka çıkış bulamıyorum. Düşlerin yol gösterici olduğuna inanıyorum. Sonsuz olanaklarından birini bile çeksek gerçekliğimize, karanlık sularda bize fener olacağını biliyorum.
► Çiçek mahallesi belli ki bir kentsel dönüşümün ortasında kalıyor. Mahallenin karşısındaki büyülü ormanın yerini büyük gökdelenler alıyor. Mahalleli artık gökyüzünü göremiyor fakat korktukları için bu müdahale üzerine konuşamıyor bile. Özellikle İstanbul’da da bu şekilde tahrip edilen çok fazla doğal alan ve mahalle var. Bu tahribatın sonu nedir?
Bu sonun adı yok ederek yok olmak. Başka bir ifadesi yok. Asıl, çözüm nerede diye sorarsanız insan merkezci yaklaşımları zihinlerimizden tamamen silmek olduğunu söyleyebilirim. Modern denilen insanın yeryüzündeki canlı cansız tüm varlığın kendi hizmetinde olduğunu düşünmesinin getirdiği kibirle, hoyratça bir tüketme hırsına bürünmüş olmasının ağır sonuçlarını yaşamaya başladık. Dünya gezegeninin bizden başkalarına da ev sahipliği yaptığını ve insanın bütün öteki canlılardan hiçbir üstün tarafı olmadığını anlamanın zamanı. Gelecek neslin, romandaki kahramanlarım, Selim, Hayal ve Gül Nine gibi ağacı duyan, onlara dokunan insanlardan, ‘ağaç insanlar’dan olması dileğim. Biz o insanları görmeye başladık. Kaz Dağları’nda, Karadeniz yaylalarında, Kuzey Ormanları’nda ve daha birçok yerde, enerji ve maden şirketlerinin kıyımına karşı ağacı savunan insanlardan söz ediyorum. Onlara romanımdaki kahramanlarım gibi ‘ağaç insanlar’ diyorum.
► Romanda ağır çalışma koşulları ve yoksulluk sebebiyle hayatlarını zar zor idame ettiren amca ve yenge karakteri var. Birçok işçinin günlük yaşamını özetlemişsiniz. Ağır çalışma koşulları ve akabinde gelen yaşam yorgunluğu hissi. Amca, yenge ve birçoğu için, nedir çıkış yolu?
Sözünü ettiğiniz yaşam yorgunluğu şehir hayatının rutini oldu. Hepimiz bir zorunluluğun pençesindeyiz. Betona, ağaçsızlığa, kuraklığa, zehir solumaya, ve bütün bunların sonucunda günübirlik ve mutsuz yaşamaya mecbur bırakılıyoruz. Bunları böyle sıralamamın karamsarlık yarattığının farkındayım ama karamsar değilim. Çünkü doğayla iç içe yaşayacak ve bütün bu sorunlarla mücadele edecek olanların yani ‘ağaç insanlar’ın yeryüzünde giderek çoğalacağına inanıyorum.