G20 toplantısı bitmiş. 1.1 trilyon dolar taahhüdü, IMF aracılığı ile dünya ticaretini canlandırma paketi üzerinde görüş birliği oluşmuş. ... Gordon Brown’ın “Washington Uzlaşması bitmiştir” deklarasyonu hakkında Obama’nın ne düşündüğünü, Londra’ya gelirken kafasında olup da, G20’de elde edemediklerinin neler olduğunu soranlar hep İngilizler.

G20 toplantısı bitmiş. 1.1 trilyon dolar taahhüdü, IMF aracılığı ile dünya ticaretini canlandırma paketi üzerinde görüş birliği oluşmuş. Obama basın toplantısını yapıyor. Bunlar, yazının geri plan dekoru. Hatta, ara sıra kulağım Obama’nın yaptığı gaflara bile takılıyor: Hindistan Başbakanı Dr. Manmohan Singh “zeki ve dürüst” birisi imiş! Gazeteciler arasında İngilizler en can alıcı sorularla öne çıkıyor. Gordon Brown’ın “Washington Uzlaşması bitmiştir” deklarasyonu hakkında Obama’nın ne düşündüğünü, Londra’ya gelirken kafasında olup da, G20’de elde edemediklerinin neler olduğunu soranlar hep İngilizler.

Obama’nın üslubu ise, özellikle Amerikalı avukatlarda çok gözlemlediğim, ne kokar ne bulaşır, gevşek ve belirsiz bir dille bezeliydi. Eh, kolay iş değil, bir yandan dünyanın başına bunca belayı açan piyasayı savunurken, bir yandan da devlet müdahalesinin gereğinden söz edip, hemen, aman yanlış anlaşılabilir korkusuyla piyasanın, insanlığın refahı için en ideal mekanizma olduğunu aynı cümleye sıkıştırmaya çalışacaksın. Zor iş, o yüzden de, kaş yapayım derken göz çıkarmak mümkün.

Ama, ben eminim, gazetelerimiz, televizyonlarımız bol bol G20’nin başarısına, Obama’nın sevimli performansına yer verecek, o iflah olmaz pembe gözlüklü tasallutları ile hepimizi mustarip edeceklerdir.

Geçenlerde, David Harvey, kapitalizmin krizlerini, sistemin irrasyonel rasyonelleştiricileri olarak niteliyordu. Bence, G20, önde gelen politikacılar da bu irrasyonelliğin meşruiyetini sağlamaya çabalayan mütevelli heyet!

Ne ABD’de uygulanan paketlerden, ne G20’den çıkan taahhütten, ne de AKP’nin teşebbüslerinden medet ummayın. Teşhis yanlış, ilaç yanlış; ayrıca ahlaki açıdan da yapılanlar ayıp.Tamamı sistemin restorasyonuna dönük. Krizin nedenleri üzerine bu köşede çok yazıp çizdiğim için ahlak konusuna değinmek istiyorum.

Bankerler, yatırım bankacıları grup olarak deregülasyonun nimetlerini sonuna kadar zorlayıp, 1’e 30’a varan kredi manivelaları ile alınmayacak riskleri alanlar değil mi? Peki, özellikle ABD hükümetinin geçirdiği paketlerle kurtarılmak istenen ne? Yine bu adamların kayıpları. Aynı grubun kaymak tabakasının kendi kendini muazzam ‘başarı prim’leriyle mükafatlandırması da cabası.

Bu arada Mortgage kontratlarıyla elleri kolları bağlanmış, boğazına kadar borç batağında, ya işini kaybetmiş ya da kaybetmek üzere milyonlarca ailenin evlerine el koyan da, yöneticilerine kıyak geçen aynı bankalar. Eğer halkın çektiklerine, ıstırabına deva olmak isteyen bir yönetim olsa idi, bu el konan evleri bankacı akbabalara terketmezdi. Bankaların saldırısına karşı korumaya alırdı. Ya borçları ertelerdi, aylık ödemeleri düşürürdü, hatta kamulaştırırdı. Ve bu ev sahibi olma fetişinin de yıkılmasına katkıda bulunup, hayırlı bir iş yapmış olurdu.

Mortgage Fikri 1930’larda ABD Temsilciler Meclisi’nde tartışılırken birileri bu yolla dar gelirlileri, işçileri ev sahibi edindirmenin faziletleri üzerine kafa yormaktaydı. Ne diyorlardı biliyormusunuz? Mortgage yolu ile 30 yıl borçlandırma 30 yıl grevsizleştirme demektir! Mortgage sistemini, işçileri düzenin esiri yapıp, pasifleştirmenin yöntemi olarak görenler az değildi.

Düşünün, gözünüzü açıyorsunuz, idealiniz özel mülkiyetinizdeki ev, okullarda, reklamlarda, sağınızda solunuzda hep aynı fetiş. İş bulur bulmaz, imzaları basıp 30 yıl, her ay, bankaya, sonunda aldığınız kredinin 2-3-4 misline varacak miktarda borçlanıyorsunuz. Hayatınız sizin için tasarlanmıştır; buyurun bankanın evine, uslu uslu çalışın emekli olana kadar!

Hafta sonları greve gitmeyi unutmayın.