“Hayatı ve Özgürlüğü hak edenler, onu hergün yeniden fethetmek zorundadırlar”… Bu cümleyle

“Hayatı ve Özgürlüğü hak edenler, onu hergün yeniden fethetmek zorundadırlar”…
Bu cümleyle açılıyor ‘Çöpte Dostoyovski Buldum’ filmi. Çocukken kağıt toplayıcılığına başlayıp, kendini inşa etmeyi başarmış bir insanın hikayesi bu… Beş yıldır peşinde olduğunuz bir serüven içinizde bitmemişlik, yarım kalmışlık, yeterince anlatılmamışlık gölgeleri bırakarak ve veda edemediğiniz bir dostluk olarak sonlanıyor. 1001 Belgesel Film Festivalinde gösterilecek ve siz hayatınızın parçası haline gelmiş o yaşam öyküsünü izlemeyi sürdüreceksiniz kimbilir kaç yıl daha…
‘Karpuz kabuğundan gemiler yapmanın’ anlamını ve sırrını hep daha derinden kavramaya çalışarak.
Ahmet Uluçay’ın ölüm haberi de tam bu duygular içindeyken geldi.
Çöpte bir Dostoyovski ve Karpuz kabuğundan gemiler yapmak arasındaki o insanı acıtan ama bir o kadar da yaşamayı kışkırtan benzerlikler üzerine düşünürken…
Yıllar önceydi. Kütahya’nın bir köyünde, bir grup gencin sinema tutkusuna dair inanılmaz öyküler duydunuz. Kendi yaptıkları bir oynatıcı ile ve laboratuar çöplüklerinden topladıkları film şeritlerini ilkel koşullarda kurgulayarak ve bir ahırı gösteri mekanı haline dönüştürerek çeşitli etkinlikler gerçekleştirmekteydiler.
Bu arada uyduruk bir kamera ile kendi filmlerini de çekmişlerdi.
‘Optik Düşler’…Yönetmen ve senaryo yazarı bir işçi, kameraman ve kurgucu bir tavukçu … Ve ‘Arkadaş Sinema grubu’… Yola düştünüz. Daha karşılıklı ilk sözcüklerle içten bir dostluğun yoluna koyuluverdiniz…
Onların yolculuğuna kameranızla eşlik etmek istiyordunuz, olamadı. Ama Ahmet Uluçay kendi öykülerini anlatmayı başardı. ‘Koltuk Değneklerinden Kanat yaparak’, ‘Minyatür Kosmosda Rüyalar görerek’…
Yıllar sonra bir söyleşide ‘Ne derlerse desinler ben Ahmet’im’ diyecektir, ‘Büyüyemedim’.
O ‘bozkırda bir denizkabuğu’ idi. Tıpkı 1001 Belgesel Film Festivali’nin açılış filmi olarak Ahmet Uluçay’ın anısına adanan ‘Malegaon’un süpermenleri’ adlı Hint filminde anlatılan öyküde olduğu gibi.
O film de sinema tutkunu bir grubun Süpermen komedi filmi yapmalarının serüveni…
İnsan ister istemez düşünüyor. Silahlara ve aldatmalara yapılan yatırımlar yerine bilime, sanata ve doğaya temellenmiş bir dünyada Ahmet Uluçay’lar ne kadar çoğalırlardı ve nasıl bir hayalin anlatıcıları olurlardı.
En azından, El Salvador’da, arkadaşınız Chiristiyan Poveda, Sokak çeteleri üzerine belgesel film yapmazdı ve bu nedenle başına sıkılan bir kurşunla öldürülmezdi.
Öyle bir dünyada…
Ahmet’gillerin geride bıraktıkları içinde o cümlenin altını çizmeyi unutmamalı. Zorlukların içinden dünyalar kuranlar hayatı ve özgürlüğü fethetmeye çağırıyorlar…