Babası Asaf Çakır'ı

Çengelköy'de denize nazır meyhanelerin yanıbaşında küçük bir cami var. Onun da yanı başında, yıllardır onarımı tamamlanamayan bir yalı (i). Asaf Çakır ustayla burada buluştuk. Üstü başı talaş içinde, kulağının arkasında parmak kadar kurşun kalemi olan, dudağında sigarası tüten birini beklerken, karşımızda iki dirhem bir çekirdek, profesör kılıklı bir adam duruyordu.

BÜYÜK ŞANS
Babası Asaf Çakır'ı 1950 yılında, "ustaların ustası" Aksaraylı Rıfat (Pınar) ustaya, "eti senin kemiği benim" diyerek emanet etmiş. Büyük şans! Çünkü Aksaraylı, ölümünün üzerinden yıllar geçtiği halde, hâlâ tarihi ahşap eserlerin restorasyonunda "efsane usta" namıyla anılıyor. Rize'nin Çayeli kasabasından İstanbul'a göçmüş delikanlı ayağına gelen fırsatı çok iyi değerlendirmiş. Ahi geleneğinin son temsilcilerinden Aksaraylı Rıfat ustanın bilgisi ve tecrübesiyle; çıraklık, kalfalık dönemlerini hızla geride bırakan Asaf Çakır, "Ahşabı heykeltraş gibi yontmada, kuyumcu gibi işlemede ben de varım" diyerek piyasaya atılmış. O atılış.

Ama sakın onu "düz marangoz" bir doğramacı sanmayın! Apartmanlara "salon-saloman-je", Kumburgaz yalılarına "pergole" yapmıyor. O; zamana yenik düşüp harap olmuş, artık hayatından umut kesilmiş tarihi eserleri, orijinaline yüzde yüz sadık kalarak tekrar canlandırıyor. Gerçek bir ahşap uzmanıyla karşı karşıyasınız.

Bir gün yolunuz düşer de Yıldız Sarayı'nda Yave-ran Kasrı'na giderseniz, dikkat; o muhteşem oymalı, sedef kakmalı kapılar, kristal camlı dolaplar, barok kornişler hep onun işi.

Günümüzde mimari restorasyon firmaları bilgisayar, gelişmiş elektronik aletler ve diplomalı sanatçılarla iş görüyorlar. Ama modern donanım kimim zaman, sözgelimi bir Selçuklu işçiliği karşısında çaresiz kalabiliyor. Böyle açmazlarda, geleneksel sanatı görenekten öğrenmiş halk ustaları, "mekteplileri" yaya bırakabiliyor. Asaf usta da işte bunlardan biri.

Ankara'da Anıtkabir'in görkemini gölgede bırakacak bir cami yaptırmak, Demokrat Par-ti'nin saplantılarından biriydi. O güne kadar kendilerini dışlayan CHP'ye ve onu temsilen İsmet İnönü'ye ve laikliğe karşı bir başkaldırma, bir hesaplaşmaydı Kocatepe Camii projesi (2). Maketinin başında Cumhurbaşkanı Celal Bayar ve Başbakan Adnan Menderes gazetecilere "hatıra" fotoğrafı çektirmişlerdi. Hatta bir düzine sığır kurban edilen o vahşi temel atma töreninde partizanlar Menderes'e altından bir mala hediye etmişlerdi. Ancak inşaatı onlarca süren ve nihayet 1989'da tamamlanabilen camiyi, cuma namazını eda ederek ibadete açmak Turgut Özal'a kısmet olmuştu. Anıtsal taç kapısını yapmaksa Asaf ustaya...

Projeye göre Kocatepe Camii'nin taç kapısı, Selçuklular'dan miras "Kündekâri" işçiliğiyle bezenecekti. Yani hiç çivi ya da yapıştırıcı kullanmadan kenetlenen karmaşık ahşap motiflerden oluşan bu özgün teknik karşısında res-toratörler afallayıp kalmışlardı. Neyse ki soyu tükenmekte olan geleneksel ustalardan Asaf Çakır bu zorlu işin altından kalkmayı bildi.

HAYATA HAYAT KATAN ADAM
Ona asıl şöhretini Ayasofya'nın avlusundaki şadırvan restorasyonu sağlamıştı. Yine Ayasof-ya'da Sultan I. Mahmut Kütüphanesi'nin onarımını üstlenen usta, 1736 tarihli bu eseri, en ufak parçasına kadar tek tek elden geçirdi. İstanbul, Bursa, Konya ve Edirne'deki hemen her Osmanlı yapısında Asaf ustanın el emeği göz nuru vardır. Keza Topkapı Sarayı'nın Harem Dairesini, Süleymaniye Külliyesini, (Alparslan Türkeş'in hizmete açtığı) Balat Sina-gogu'nu, Barbaros ve Sultanahmet türbelerini, Caferağa Medresesini, İbrahim Paşa Sarayını, Edirne'de Selimiye Camii ve Sokollu Hamamını tepeden tırnağa sıcacık ahşapla yenileyen, hayata hayat katan Asaf usta, yalnız cami, medrese, türbe onarmıyor tabii. Kıymetli yalılara, köşklere, konaklara da el attığı oluyor. Mesela Ayşegül Tecimer'in Çengelköy'deki, aşı boyalı Sadullah Ağa yalısı, onun bütün ustalığını konuşturduğu müstesna örneklerden sadece biri.

1819'da Serasker "Deli" Abdullah Paşa'nın yaptırdığı bu yalıyı enkaz halindeyken, 1982'de Kültür Bakanlığı ve TAÇ Vakfı tamamen yıkarak yeni baştan yapmaya karar vermiş. İhale bedeli 33 milyon lira. 1986'ya kadar yapının ancak iskeleti çatılmış. Dış cephe kaplaması Asaf usta tarajindan henüz tamamlanmışken, bir yat gezintisine çıkan Kenan Euren Paşa, "Boğaz'da inşaatlar dursun" buyurmuş, onarım durmuş. 1990 yılı itibarıyla inşaatın yeniden başlayabilmesi için bir milyar lira gerekiyordu. Ne Bakanlık ne de Vakıf bu parayı bulamıyor. Özallı yıllarda "yap-işlet-deuret" modası çok avantajlıydı. Bazı turizm şirketleri yalıyı bu/irşattan istifade elegeçirmeye çalışıyorlardı. Sonra ne oldu bilen varsa beri gelsin.

2-Ankara Kocatepe Camii'nin ilk projesini Mimar Vedat Dalokay çizmişti. Ancak Dalokay'ın teklifini muhajâzakdrlar "kiliseye benziyor" diye kabul etmediler. Bunun üzerine Dalokay aynı projeyi Pakistan İsla-mdbad'ta gerçekleştirdi. Işıklandırmasını A.K.M'nin de ışıklandırmasını yapan Hans Dinnebier, seramiklerini ise "Baba Zula" Murat ErtePin babası Mengü Er-tel yaptı. Bir gün yolunuz İslamabad'a düşer de eğer bu camiyi ziyaret ederseniz, Mengü Ertel'in "yukarıdan rahmet, aşağıdan bereket" Jikrini canlandıran 1500 metre karelik muhteşem bir seramik panosunu göreceksiniz.