CHP’yi örnek olarak kullanıyorum ama bu fantezinin solun büyük kısmın etkilediğin de söylemeden geçmek istemiyorum. Burada da aklıma, AKP’yi tüm kültürel özelliklerinden, liderliğinin siyasi projelerinden soyutlayıp, onu yalnızca neo-liberalizmin ajanı olarak gören mücadele hattı geliyor

AKP ile ilgili yanılsamalar üzerine bir not

> ERGİN YILDIZOĞLU

AKP geride kalan on yılda hemen her seçim döneminde canlanan bir fantezi var. Bu fantezi bugüne kadar, CHP ve sol muhalefetin enerjisini boşa harcamasına, AKP’nin güçlerini muhafaza etmesine yardımcı oldu. Bu fantezi bu kez de hem de bu kadar kritik bir seçimde yeniden canlandı.

Bu fanteziyi en iyi, kendini tüm boyutlarıyla sergilediği, bundan en çok etkilenen CHP kanadında izlemek olanaklı. Ama ‘sol’un da genel olarak bu fanteziden muaf olduğu anlamına gelmiyor. Bu noktada, bu yazının dışında bırakacak olsam da, aklıma “Anti kapitalist Müslümanlar” denen şeyin yarattı iyimser hava ve umutlar geliyor.
Bu fanteziye dönersem, bunun temelinde AKP’nin sıradan bir düzen partisi olduğu varsayımı yatıyor. Bu temel üzerinde de iki düşünsel yapıntı yükseliyor.

Birincisi ekonomik çıkarların seçmenin kararında belirleyici olduğuna ilişkin kaba materyalist, kapitalist gerçekçiliğin ufkunu aşamayan bu iddia AKP seçmeninin (genelde insanın) pragmatist bir “homo economicus” olduğunu var sayıyor: Eğer AKP seçmeninin ekonomik çıkarlarıyla uyumlu önerilerde bulunursak bize yakınlaşabilir. Daha kabası: “Bunlara biraz daha fazla para vaat edelim, bize oy verirler!”

Bu yaklaşımın yetersizliğini az çok hisseden CHP liderliğinin geliştirdiği ikinci düşünsel yapıntı da, “AKP seçmenine kendimizi kültürel alanda şirin gösterirsek, onların ekonomik çıkarlarını en iyi bizim savunduğumuza ilişkin iddiamız daha kolay satın alınır” inancına dayanıyor.

CHP’yi örnek olarak kullanıyorum ama bu fantezinin solun büyük kısmın etkilediğin de söylemeden geçmek istemiyorum. Burada da aklıma, AKP’yi tüm kültürel özelliklerinden, liderliğinin siyasi projelerinden soyutlayıp, onu yalnızca neo-liberalizmin ajanı olarak gören mücadele hattı geliyor.

Bu ekonomik çıkarların (taleplerin-vaatlerin), sınıfların, bireylerin tutumlarını doğrudan, belirleyebileceğine ilişkin inanç, gerçeklikte bir sonuç üretemeyen etkisiz bir propaganda hattı olmakla kalıyor. Zaten AKP de kolaylıkla bu ekonomik taleplere sahip çıkarak kendini koruyabiliyor. Bu hattın zararı etkisiz olmakla sınırlı.

Buna karşılık, AKP seçmeninin kültürel ve ideolojik varsayımlarına teslim olarak ona yaklaşmaya çalışmak, yalnızca etkisiz bir propaganda hattı değil, daha fazla bir şey: Bu propaganda hattının etkileri CHP’den yana değil AKP’den yana işliyor: Bu propaganda hattı, AKP seçmeninin varsayımlarını siyasal İslam’ın AKP aracılığıyla kurduğu kültürel alan hakimiyetini olumluyor, hatta yeniden üretiyor. Özetle CHP’nin bu propaganda hattından CHP değil AKP yararlanıyor.

Sol’un, üzerinde fazla düşünmeden “Anti-Kapitalist” Müslümanların kapitalizm karşıtlığının içeriğini, siyasal İslam’ın genel hattıyla ilişkisini doğru dürüst irdelemeden onlara kucak açarak, kendini onların söylemlerine açması da siyasal İslam’ın kurduğu kültürel alan hakimiyetine katkıda bulunuyor.

Bu durumun en çarpıcı, tüm zaaflarını gözler önüne seren en son örneğini geçenlerde Cumhuriyet gazetesi yazımda tartışmıştım ama, burada biraz daha açmaya çalıştığım düşüncelerimi desteklemek için bir kez daha hatırlatmak istiyorum.

CHP lideri Kılıçdaroğlu şöyle diyordu: “Din görevlilerinin sandıkların başında olması, seçim güvenliği için aslında çok önemli. Yani seçim güvenliğinin bir anlamda garantisi çünkü din adamları yalan söylemezler. Din adamları sahtekarlık yapmazlar. Din adamları herkese eşit davranırlar. Çünkü onlar kutsal bir dinin, bir inancın, bir anlamda söylemini, inancını dile getiren kişiler demektir”

Şimdi, köydeki kasabadaki, mahalledeki cami cemaatinin kendi imamlarının gerçekte nasıl bir şey olduğunu bilmeleri bir yana, Kılıçdaroğlu’nun bu saptamaları, yukarda değindiğim yanılsamaları tam olarak yansıtıyor.

Kılıçdaroğlu bu sözleriyle AKP yükselirken, mütedeyyin kitlenin, AKP ye yönelmesine yardım eden “bunlar dindar öyleyse dürüsttür” yanılsamasını destekliyor, AKP’nin kurduğu kültürel alan hakimiyetini sorgulamak bir yana o alana dahil olmaya çalışarak, bu alan hakimiyetini, hegemonya aracını yeniden üretiyor.

AKP seçmeninin düşünce dünyasına bu yolla yakınlaşırken kendi doğal tabanında, saflarında kuşku yaratıyor.
Bu iktidarsızlık ve paradoks, gerek solun bir kısmının gerekse de CHP’nin liderliğinin AKP olgusunu anlamakta büyük zorluk çekmiş olmasından kaynaklanıyor. Bu zorluğun iki boyutu var.

Birincisi, kimse bu “AKP nedir?” sorusunu sormak istemiyor. AKP’nin sıradan bir sağ muhafazakar, biraz da dinci bir parti olduğu varsayılıyor. Böylece AKP’nin özgünlüğü, bu özgünlüğün yarattığı, AKP, Siyasal İslam ve Restorasyon (Tekin Yayınevi -2015) başlıklı kitapçıkta ayrıntılı biçimde tartıştığım kapasiteler gözden kaçıyor, ya da hesaba katılmak istenmiyor.

İkincisi AKP seçmeninin partisiyle ve partinin lideri ile kurduğu özdeşliğin önemi kavranamıyor, özellikleri araştırılamıyor. Bu özdeşliğin bilgisi üretilemediğinden, bunu kırmaya yönelik bir siyasi hat, söylem geliştirmek söz konusu olamıyor. Bu özdeşlik kırılmadan da AKP seçmenine ulaşmak ve onunla konuşmak, onu etkilemek mümkün olmuyor.

Bence, bu durumu aşabilmek için öncelikle AKP’nin sıradan bir burjuva partisi olmadığını anlamak gerekiyor.
AKP, bir hareketin ve bir tabakanın örgütü, bir “toplumsal blok”un temsilcisidir. Bu blok, İslamcı entelijensiya önderliğinde, halk tabakalarıyla geleneksel oligarşi dışında kalan bujuvazinin bir kesimi arasında kurulmuş bir mutabakata dayanmaktadır.

Başlangıçta bu blokun oluşmasında ve iktidara ulaşmasında, uluslararası konjonktürün (ılımlı İslam arama merakı ve Büyük Ortadoğu Projesi) bunun ülke içindeki organik entelektüellerinin (liberal entelijensiya) desteğinin büyük rolü vardır.

Bu destek, siyasal İslam’ın iki farklı kanadı olan Gülen hareketiyle, diğer Anadolu kaynaklı, Osmanlı gelenekli damarın birleşmesini kolaylaştırdı. Ek olarak, siyasal İslam’ın çekirdek seçmenine, geleneksel muhafazakar ve liberal seçmenin oyunun eklenmesini kolaylaştırdı, AKP projesini “oligarşinin” temsilcilerine kabul ettirdi; Kürt hareketinin, bir çözüm beklentisi yaratarak desteğini aldı.

Bir “tarihsel bloku” onu destekleyen seçmenin sadakatini, o bloku bir arada tutan söylem, kültürel alan (hatta “hakikat rejimi”) belirler. Tüm nesnel gerçeklik- bu arada ekonomik sorunlar- hep bu ideolojik kültürel hatta ahlaki alanın dolayımından, bu “simgesel filtreden” geçerek anlamını kazanır. Bu söylem ve “hakikat rejimi” sorgulanmadan, bu simgesel filtre delinmeye başlamadan salt ekonomik talepleri dile getirerek bu bloku destekleyen kitleye ulaşılamaz.

Nitekim, AKP’nim temsil ettiği blokun dış çeperini oluşturan kesimlerin, örneğin liberal entelijensiyanın, Kürt seçmenin bir kısmının bu bloktan uzaklaşma nedenlerine bakınca karşımıza, özgürlükler ve demokrasi konusunda düş kırıklıkları, AKP’nin projesinin gerçeğinin ayırdına varılmaya başlanmış olması durumu çıkıyor. Burada bir ekonomik çıkarlar etkeni varsa da bunların hoşnutsuzluklar listesinin başında olmadığını da kabul etmek gerekiyor.
Şimdi geride kalan, çekirdek ama, AKP’yi birinci parti düzeyinde tutmaya yeterli gibi görünen seçmen kitlesini etkilemek isteyenlerin onun bir özelliğini daha kavramaları gerekiyor.

Bu da o seçmenin, partiyle ama daha da güçlü bir biçimde partinin lideri Erdoğan ile kurduğu ilişkidir. Burada seçmen kitlesi açısından kimi zaman erotik tonlarla da ifade edilen bir “arzu nesnesi” ilişkisi söz konusudur.
Erdoğan, simgesel kimliğinde temsil edilenlerle, bu seçmen için bir arzu nesnesi olmuştur. Bu seçmen Erdoğan’ı lider olarak arzulamaktadır. Birey ya da kitle ile arzusu arasındaki ilişki yalnızca, “bu bende yok, o yüzden istiyorum” türünden bir eksiklikten kaynaklanmaz. Deleuze ve Guattari’nin Anti Oedipus başlıklı çalışmalarında ayrıntılı biçimde irdeledikleri gibi, “arzu” daha çok bir üretime ilişkindir. Bu arzu, çeşitli nedenlerle şekillenir; üstelik bu nedenlerin hapsi yanılsama da değildir, ekonomik, siyasi, tarihsel etkenler, sınıf konumlar vb., de bu arzunun şekillenmesinde rol oynar. Ancak bu arzu bir kez şekillendikten sonra bir üretici güce dönüşerek, kendi öznelliklerini de üretmeye başlar.

Buradan benim çıkardığım sonuç şudur: Ekonomik teklif (“ben sana daha çok para vereceğim sen de bana oy ver”), ideolojik şirinlik (“ama ben de senin değerlerini paylaşıyorum”) bu çekirdek seçmenin AKP’yi terk ederek, başka bir partiye oy vermesin sağlayamaz.

Birincisi, yukarda değindiğim gibi, AKP bu ekonomik teklifi hemen kolaylıkla benimseyebilir (adamakla mal tükenmez) “ben de veriyorum” diyerek bu “avantaji” muhalefetin elinden alabilir. İkincisi, “ben de sizin değerleriniz benimsiyorum” diyen bir muhalefet, arzunun öznellik üretme sürecine katılmış, desteklemiş AKP’nin çekirdek tabanını konsolide etmiş olur.

Eğer bu saptamalarımda bir gerçeklik payı varsa, bu arzu ve nesnesi hedef alınmadan, ya da bu seçmen bir nedenle oluşan bir travma sonucunda bu arzuyu kaybetmeden, AKP’nin çekirdek tabanı muhalefetin etkisine kapalı kalmaya devam edecektir.

Bu tıkanıklığa karşılık, AKP’nin temsil ettiği hareket ve blok karşısında CHP’nin de saptadığı gibi yüzde 60’lara ulaşan hatta, belli bir momentum oluştuğunda daha da genişleyebilecek bir seçmen kitlesi var. Ekonomik talepleri unutmayan, ama, özellikle toplumsal hakların ve özgürlüklerin genişlemesini arzulayan, bu arzunun önündeki MIT yasası, Basın yasası İç Güvenlik yasası, sendikalar yasaları gibi engelleri teşhir eden sorgulayan, iktidarı amaçlayan, barış sorununda HDP’ye destek veren bir kampanya bir başarı şansına sahip olacaktır.

Bir daha vurgulayayım: Bu kampanyayı da mutlaka, AKP liderliği ile tabanı arasındaki “arzu” ilişkisini çözmeyi amaçlayan bir eleştiri, teşhir söylemiyle desteklemek gerekir. Aksi taktirde AKP kendiliğinden zayıflamakta olsa bile kurduğu kültürel alan hakimiyeti, bu “arzu” ilişkisi, onu, birinci parti konumunda tutmaya daha uzun bir süre devam edebilir.