Geçtiğimiz yıl gezi olaylarından sonra gazetelere “kaygılıyız” başlıklı bir ilan vermiştik. Aradan geçen evrede kendi adıma şunu söyleyebilirim: Şimdi daha çok kaygılıyım.

Gezi direnişinde bu ülkenin uygar, rengârenk çehresi bir gökkuşağı gibi göründüğünde, AKP, bu ülkede her yaptırıma biat etmeyecek bir kitlenin gerektiğinde nasıl ayağa kalkabileceğini kavrayarak bundan sosyolojik dersler çıkarmalıyken, toplumu daha çok kutuplaştırmak gibi -bir ucu eninde sonunda kendilerine dönecek- bir politikayı yeğlediler.

Gezi direnişine Türkiye’nin dört bir yanından fiili olarak katılanlar ve o direnişi destekleyenler kuşkusuz buharlaşmadılar ve hâlâ  bu ülkede yaşıyorlar.

AKP ise, kendi tabanına benimsetmek istediklerini toplumun diğer yüzde ellisine sunmakla kalmayıp, dayatmak gibi faşizan tutumunu pervasızca sürdürüyor.

Her gün hukuk skandallarıyla, rant ve yolsuzluk haberleriyle sarsılan Türkiye’de olup biteni ve siyasetin son elli yılda ulaştığı en dip, en aşağılık panoramayı aklayarak topluma empoze etmeye çalışan AKP seçmeni, bu iktidarın oluşturduğu deformasyonun irkiltici boyutlarından ve gerçeğin bu denli manipüle edilmesinden hoşnut olabilir.

Bu ilginç seçmen profilinin, giderek bir açık hapishaneye dönüşen Türkiye’de özgürlüklerle ilgili bir sorunu, hatta bir özgürlük algısı da olmayabilir.

Fakat ilkel değer yargılarını toplumun diğer yüzde ellisinin yaşama kültürüne, özgürlük anlayışına, adalet duygusuna, vicdanına dayatmayı asla hak bilmesinler.

Yeni yasalar çıkararak bazı siyasal ve kültürel tercihlerini devlet namına “yasal”laştırıp meşruiyet kazandırarak o tercihleri toplumun diğer yüzde ellisine “cebren” giydiremeyeceklerini asla unutmasınlar.

Gezi olaylarında canlarını ortaya koyarak ölen, yaralanan, sakat kalan o yiğit çocuklar, o gün cezalandırılmaktan nasıl sakınmadıysa, faşizme kafa tutup bedelini ödeyecek yüz binlerin hâlâ bu ülkenin sokaklarında dolaştığını hiç unutmasınlar.

Örneğin, bu çocuklara ana okulunda din eğitimi vermek, ilkokula giden kız öğrencilerin başlarını örtmek ya da bu ülkede herkesi imam hatipli yapmak gibi düşleri, ben dahil bu ülkenin yüzde ellisinin çocuklarını asla kapsayamaz. Böyle bir düş, bizim gerçeğimize asla giydirilemez...

Örneğin, ilkokul öğrencisi bir çocuğun Sünni ebeveyni olarak kendi adıma oğlumun zorla din kültürü dersine sokulmasından -bile- hayli rahatsızım. Alevi olsam, bunun çok daha rahatsız edici olabileceğini anlamak hiç de güç olmasa gerek...

Zaten insanlık dersinden sınıfta kalanların, çocuklarımızı din dersinden sınıfta bırakmalarının hiçbir önemi ve ciddiyeti olamaz...

Kaldı ki bu ülkede böyle düşünen milyonlar varken, dindarlık namına mantıkla, hukukla ve vicdanla bağdaşmayacak söylem ve yaptırımlardan bu denli rahatsız diğer yüzde ellinin çocuklarını saçma sapan rüyalarına sakın dahil etmesinler. Değil gerçeğimize, rüyalarına bile dahil etmesinler!

Son örnek, şu günlerde Meclis’e gelen iç güvenlik paketi darbe dönemini aratmayacak maddeler içeriyor. Kendilerini “Muhafazakâr demokrat” olarak tanımlayıp ortaya çıkanların, şimdi “muhafazakâr demokrat” nitelemesini “muhafazakâr otoriter”likle takas etmeleri ve giderek aleni bir faşizme bürünmeleri, Türkiye’nin hem bugünü hem geleceği adına oldukça kaygı verici.

Geçtiğimiz günlerde Eskişehir Cezaevi’nde on bir kişinin yaralanmasıyla sonuçlanan isyana benzer pek çok refleksin önümüzdeki yıl hem Türkiye’nin diğer hapishanelerinde hem dışarıda ortaya çıkabileceğine dair bir kaygısı da olmalı bu iktidarın.

Onlar sadece kendi seçmenini tanıyor, onları toplumun tamamı saymak ve sanmak gibi bir aymazlığa düşüyorlar; zaten bu yüzden bu kadar pervasızlar.

Ancak bu ülkedeki muhalefeti asla küçümsememeleri, tercihlerini, yobaz düşlerini, kötülüklerini ve hukuk ihlallerini kendi seçmen kitleleriyle tasarlayıp şekillendirmeleri gerektiğini onlara birileri mutlaka söylemeli.

Onlar da bilirler ki, hava kapanınca yağmurun yağacağı pekâlâ sezilir de, gökkuşağının ne zaman ve nereden çıkacağı hiç belli olmaz…