AKP’lilerin ağzından çıkan “bakla”lar
Aysun GEZEN - Akademisyen
Beyazların ve aslen beyaz erkeklerin üstünlüğünü, “ırklar” arasındaki hiyerarşiyi savunan, Alternatif Sağ’ın önemli isimlerinden biri olan Milo Yiannopoulos feministlerin patriyarka dedikleri şeyin esasen Batı medeniyeti olduğunu söylüyor ve bundan utanmama, sahip çıkma ve övünç duyma çağrısı yapıyordu.
Yeni-faşist de denebilecek bu hareketlerin, feminist mücadelenin kazandırdığı özgürlüklerin kadınların çocuk sahibi olma isteklerini ve aile görevlerini geri plana atmaya yol açtığı; bunun yerine kadınların önüne gelenle yatma yoluyla ucuz bir tatmin peşinde koşmayı tercih ettiği şeklinde bir söylemde ortaklaşması söz konusuydu.
İktidar mensuplarının kadınlara had bildirme peşinde sarf ettiği sözleri tarayınca çok benzer bir ifadenin bizzat AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından, üstelik daha 1990ların başında edildiğini görmek mümkün. Kadının aile dışında, bağımsız ve özgür bir birey olarak varoluşuna engel olma, güçlü aile söylemiyle kadını ikincil, bağımlı varoluşa hapsetme çabalarının karşısında özel alanın nasıl da politik olduğunu açığa çıkaran feministlerin boşanma eylemine istinaden şöyle demiş: “Otuz tane feminist kadın… Bunlar evliymiş daha önce… İstediği zaman, istediği insandan çocuk doğurma hürriyetine sahip olmak istiyormuş. Onun için de ne yapmışlar, kocalarıyla anlaşarak boşanma davası açmışlar. Eee, o onun nikâhsız kocası olacak, o da istediğiyle, istediği zaman işi bitirecek. Nereye götürülüyor bu toplum Allah aşkına! Dikkat edin, açık söylüyorum: Piçlerin yetiştirilmek istendiği bir toplum meydana getirilmek isteniyor.” Babanın erkinin esas olduğu aile ve devlette babanın bilinmemesi ihtimali dahi tahammül edilemez bir durum, çünkü babanın yasasına meydan okuyor, bu yapıları istikrarsızlaştırıyor.
Kadının bedeninin ve cinselliğinin sıkı bir şekilde denetlenmesi, eskisiyle yenisiyle faşistler ve yelpazedeki yeri fark etmeksizin sağ için hiç değişmeyen bir “mesele”; kürtaj karşıtlığı da öyle. “Ceninin canı annesinden daha değerli”den, “tecavüze uğrayan kadın doğursun”a, oradan da “anası tecavüze uğruyorsa neden çocuk ölsün? Anası ölsün”e uzanan kadın suçlayıcılık ve kadın nefreti bizim toprakların siyasal İslamcılarının ideolojisini de nüfus politikasını da açığa vuruyor. Nitekim faşist, proto faşist, muhafazakâr sağ açısından nüfus politikaları merkezi konumda; haliyle kadınların denetlenmesi de. Yaşlı nüfus oranının giderek arttığı İtalya’da örneğin “bu sorun göçmen alarak çözülmez, çocuk doğurun” diyerek ırkçılığına annelik yüceltisini de ekleyen Meloni’yi hatırlamak dahi yeter. Bizim memleketin sağcısı da fırsat penceresi kapanmasın derdinde nihayetinde.
Ucuz iş gücü arz eden ülkelerle rekabet için emek gücünü ucuzlatacağını imtina etmeden açıkça belgelerine yazan AKP iktidarı, bilhassa birçok gelişmiş kapitalist ülkede doğum oranlarının düşmesi, yaşlı nüfusun artması karşısında genç nüfusa sahip olmayı bir fırsata çevirmenin derdinde. Kadınların önce üç, sonra beş çocuk doğurmasını salık vermelerinin ardında denetleme amacıyla birlikte ekonomi-politik hedefler var. Ama “onların” medeniyetiyle ve “onların” diniyle ilgisi olmayan o feministler var ya... “istemezsem soyları kurusun”, “benim bedenim, benim kararım” diye diye “dinlerindeki” anneliğin önemini anlamadığı gibi anneliği reddedip kadınları da kışkırtıyor. Kendi bedeni, cinselliği ve emeği üzerinde söz ve karar sahibi olmak için mücadele eden kadınlar kendisine biçilen rolleri itirazsız yerine getiren “makbul” kadına karşı “sürtük” oluveriyor; feminizm ise sapkınlık..
Bol bol çocuk doğurmasını salık verdiği kadınları çocuk yaşta evliliğe zorlayan düzenlemeler peş peşe geliyor; hem de fetva, tarikat-cemaat destekli. Çocuk bakımının bütün yükü de başka yüklerle birlikte kadınların sırtına yıkılıyor, nasılsa emek gücü bedava! Kreş fiyatları uçmuş, ücretler kreşe yetmez. Çocuk bakımını toplumsallaştıracak kamusal hizmet yok; her şey piyasalaşmış. Böyle böyle kadınlar istihdama ya hiç katılamıyor ya da ayrılmak zorunda kalıyor. Bakana “iş istiyoruz” diyen kadına hemen haddi bildiriliyor: Neden, evdeki işler yetmiyor mu? Hem nihayetinde kadınlar iş aradığı için değil mi ki işsizlik bu kadar yüksek bu memlekette! Bir de üstüne kadınlar çalıştığı için erkekler kendilerine hizmet edecek – pardon – evlenecek kadın bulamıyor.
AKP mensuplarının ve iktidar ortaklarının ağızdan çıkan baklaları çok.. “Kadınla erkek eşit değildir, bu fıtrata ters. İş hayatında hamile bir kadını erkek ile aynı şartlara tabi tutamazsınız. Çocuğunu emzirmek zorunda olan bir anneyi bu tür yükümlülükleri olmayan bir erkekle eşit konuma getiremezsiniz.” Çalışsan da çalışmasan da doğuracaksın! Kadını sadece annelik üzerinden var olabilen bir çocuk makinesi ve cinsel de dahil her tür hizmetlerini görecek kendilerine tabi/ait biri olarak görüyorlar. Patriyarkayla sermaye uzlaşısını bozmayacak bir emek rejimiyle birlikte.
Kadınlarla erkekler arasındaki eşitsizlikleri tarihsel, toplumsal, ekonomik ve siyasal olmaktan çıkarıp doğallaştırıyorlar: “Allah vergisi” Tarih dışı, değişmez, kutsal bir öz atfedip eşitlik mücadelesini imkânsız kılmak istiyorlar: “Dinimiz kadına annelik makamı vermiş”, kadın acılar içinde çocuk doğursun, evin süsü olsun, kocasına itaat ve hizmet etsin diye yaratılmış. Kimlikçiliğin de şahikası.
Doğallaştırmaya çalıştıkları bütün eşitsizlikleri ve toplumsal cinsiyet rollerini ortadan kaldırmak; gerici kuşatmaya, katmerli emek sömürüsüne, emeğimiz, bedenimiz ve cinselliğimiz üzerindeki tahakküme karşı bağımsız bir özne olarak, eşit ve özgür bir yaşamı kurmak için her 8 Mart’a daha da “çoğalarak” geliyoruz. Bu kadınlar da çok olacak, göreceksiniz!