AKP’nin yirmi yılı ve kadın emekçiler

Selin PELEK

Seçimlere iki hafta kala AKP’nin yirmi yıllık bakiyesi değerlendirilirken seçim vaatleri de ardı ardına sıralanıyor. Nüfusun yarısını oluşturan kadınlar hem söylem hem de durum değerlendirmesi açısından önemli başlıklardan birisi. AKP’nin seçim beyannamesi kadına bakış üzerinden incelendiğinde muhafazakâr algıya uygun bir çerçeve göze çarpıyor.

Kadınlara ilişkin maddelerin içinde vurgulanan ilk noktanın aile ve iş yaşamının uyumlulaştırılması olması hiç şaşırtıcı değil.

İktidarda olduğu yirmi yıl içerisinde dozunu giderek artıran muhafazakâr/köktenci yaşam dayatması, en çok kadınları ilgilendiren alanlarda kendisini hissettirdi. Kadının en önemli görevini annelik olarak gören, eşitlik ilkesine aykırı fikirleri açıkça dillendiren, cinsiyet ayrımcılığını fıtrata bağlayan bir anlayış ile kadına yönelik şiddetin her yönüyle artması, İstanbul Sözleşmesi’nin skandal bir şekilde feshi, siyasette kadın temsiliyetinin sefaleti bu bağlamda değerlendirilebilecek başlıklar. Beklendiği üzere çalışma yaşamında kadınların durumuna bakıldığında da bu boğucu iklimden nasibin alındığı net bir şekilde görülüyor. Bu kısa yazı seçimlere giderken AKP rejiminin kadın emekçiler üzerindeki etkisini ve bu düzenin devamı halinde ekonomik alanda kadınları bekleyen koşulları çeşitli veriler üzerinden değerlendirme amacını taşıyor. 
İşgücü içerisinde kadınlar 

AKP döneminde iş cinayetleri, düşük ücretler, süreğen yüksek işsizlik ve uzun çalışma saatleriyle karakterize çalışma yaşamı kadınlar özelinde nasıl bir seyir izledi? Bu soruya cevap vermek için öncelikle kadınların işgücüne katılım oranlarına bakmak gerekiyor (Şekil 1). 
AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılında kadınların işgücüne katılım oranı yüzde 27 civarındaydı; bugün bu oran TÜİK verilerinde kadınlar için yüzde 35; erkekler içinse yüzde 71 olarak belirtiliyor. Bir başka deyişle işgücüne katılımda cinsiyet farkı yaklaşık 35 puan. Bu fark, kadınların işgücüne katılım oranının ortalamada yüzde 66 olduğu OECD ülkeleri için 15 puan civarında. AKP seçime yönelik hazırladığı 2023 siyasal vizyon belgesinde kadınların işgücüne katılım oranını yüzde 40’a çıkaracaklarını belirtmiş. Yani çalışma çağındaki her yüz kadından altmışının iş piyasası dışında kalacağı bir toplumu hedef olarak göstermiş. Bu “mütevazı” hedefin nedenini anlamak zor değil. AKP zihniyetindeki kadın profili erkeklerle eşit bir şekilde yaşamın her alanında varlığını gösteren bireyler değil; evde bakım hizmetlerini aksatmayacak işlerde çalışan, sosyal hayatta “doğası gereği” erkeklerin gerisinde yer alan, ekonomik açıdan bağımlı ve sadık seçmenler. Uzun uzadıya uluslararası bir karşılaştırma yapmak bu yazı sınırlarında pek mümkün gözükmese de ülkemizle benzer gelir düzeyine sahip komşularımızdan Yunanistan’da kadınların işgücüne katılım oranının yüzde 44; Türkiye’ye göre daha düşük kişi başına gelire sahip Gürcistan’da yüzde 47; Bulgaristan’da yüzde 46 olduğunu belirtmekte fayda var. 

İlgili akademik disiplinler toplumsal dönüşüm ile kadınların iş yaşamında yer alma dinamiklerini birlikte değerlendiren bir yaklaşım sunmakta. Buna göre kırsal nüfusun baskın olduğu toplumlarda kadınlar tarımda ücretsiz aile işçisi olarak çalışır. Kent merkezlerine göçle beraber göç eden ilk kuşak kadınlar ekseriyetle iş piyasasından çıkar ve bu dönemeçte kadınların işgücüne katılımı düşer. Kentleşmeyle birlikte ikinci kuşakta eğitim olanakları da genişlerse kadınların işgücüne katılımı tekrar artar. Dolayısıyla, kırsal nüfusun kentleştiği toplumlarda kadınların işgücüne katılımı önce düşer sonra artar; bir başka ifadeyle U harfi çizer. Bu durumda Türkiye’de kadınların işgücüne katılımı U eğrisinin hangi noktasındadır? 

Bu soruya net bir cevap vermek zor. AKP’nin yirmi yıllık tarihi, 12 Eylül cuntasıyla başlayan neoliberal dönüşümün hızla tamamlandığı ve toplumun birçok açıdan köklü bir değişim geçirdiği bir zaman dilimine tekabül etti. 2000 yılında nüfusun yüzde 65’i kentlerde yaşıyordu, bugün bu oran yüzde 90’ın üzerinde. Bu kentleşme eğilimi çalışma yaşamını da önemli ölçüde değiştirdi. Günümüzde çalışan nüfusun yüzde 70’i ücretli olarak çalışıyor. Dolayısıyla kadınların yavaş da olsa artan işgücüne katılım oranlarında birbirine zıt iki etken söz konusu: tarımdaki çözülme ve kentlileşen, eğitim seviyesi artan kadın nüfusu. Nitekim AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılında çalışan kadınların yüzde 30’u ücretli; yüzde 50’si ise çoğunlukla kırsalda ücretsiz aile işçisiydi. Yani çalışan kadınların yarısı kendileri için herhangi bir gelir elde etmeksizin haneleri adına gelir elde edilen faaliyetlerde çalışıyordu. Aradan geçen yirmi yılda ücretsiz aile işçisi olarak çalışan kadınların oranı yüzde 18’e gerilerken ücretli çalışma yüzde 71’e çıktı.

AKP’nin sınıf karakteri ve emek piyasası 

Tekrar tekrar hatırlamalı: AKP bir sermaye partisi olarak kuruldu ve yirmi yıl boyunca patronların desteğiyle, onların ekonomik çıkarlarına hizmet ederek, onların siyasal temsilcisi olarak varlığını sürdürdü. Bilhassa seçim gibi kritik dönemeçlerde asgari ücrete yapılan iyileştirmeler istisna ya da sapma olarak görülmesin. AKP’nin emek rejimi özet olarak bir “aşağıda birleştirme” modelidir. Güvencesiz çalışma, eğitimli orta sınıfın hem ekonomik hem toplumsal statü olarak zayıflatılması, ücretlerin asgari ücret civarında kümelenmesi ve herkes topyekûn yoksullaşırken sınıf içi suni çatışmaların beslenmesi… Bütün bunlar AKP’nin ücretli yaşama dair temel stratejileri olarak okunabilir. Bu izlek, üretilen zenginlikten emekçilerin aldığı payda kendini net bir şekilde göstermektedir. GSYİH içerisinde işgücü ödemelerinin payı son beş yılda 5 puan düşerek yüzde 26’ya gerilemiştir. 

Emek piyasasında zaten oldukça ağır olan koşulların kadınlar söz konusu daha da zorlaştığını iddia etmek yanlış olmaz. Yukardaki şekilde de görülen yüzde 35 civarındaki aktif kadın işgücü eğitim durumuna göre ayrıştırıldığında lise altı bir diplomaya sahip kadınlarda yüzde 26; üniversite mezunu kadınlarda ise yüzde 67’lik bir katılım oranına ulaşılıyor. Bir başka deyişle iş piyasasına giren kadınlar daha çok bir mesleği olan eğitimli kadınlar ve genellikle eğitim, sağlık, finans gibi hizmet sektöründe istihdam ediliyorlar.

Burada bir parantez açmak isterim: Son yıllarda turizm-otelcilik, kişisel bakım hizmetleri, tekstil gibi kadın yoğun sektörlerde alt eğitimli kadın istihdamının arttığını gözlemliyoruz. Bu artışın yoksullaşma ile beraber gitmesi kadınların “ek çalışan” olarak zorunluluktan iş piyasasına katıldığını düşündürüyor. Kadın ağırlıklı bu sektörlerde düşük eğitimli kadınların yoğun bir sömürüye maruz kaldıkları bilinen bir gerçek. Ama yine de evlerinin dışında çalışan kadınların zaman içerisinde artması yani U eğrisinin ikinci yarısına geçilmesi ekonomik özgürlük olanakları açısından olumlu bir gelişme olarak düşünülebilir. 

Ücret ayrımcılığı 

Eğitimli kadınların emek piyasasında paylarının artması şüphesiz desteklenmesi gereken bir olgu. Ancak diploma ya da meslek sahibi olmak kadınları iş piyasasındaki ayrımcılıktan kurtarmıyor. Aşağıdaki şekil 2020’ye ait ücret verileri ile yapıldı. Ücretleri en düşükten başlayıp yukarıya doğru on dilime ayırdığımızda kadınların en yüksek oranda en alt dilimde; en düşük oranda ise en üst dilimde yer aldığını görüyoruz. Şöyle ki, en alt dilimde ücret alanların yarısı kadın iken, en üst dilimdeki ücretlilerin yalnızca yüzde 23’ü kadın. Üstelik alt dilimdeki kadın payı son yıllarda artmış. Yukarıdaki eğitim verisiyle tekrar düşünelim: emek piyasasında kadınların eğitimi yüksek, ücretleri düşük. Çünkü işyerlerinde “cam tavanlara” çarpıyorlar, hak ettikleri terfileri alamıyorlar; sosyal ve siyasal alandaki cinsiyet ayrımcılığı ve eşitsiz söylem ekonomik yaşamda da başka veçhelerle karşılarına çıkmaya devam ediyor. 

Peki ya çalışamayan kadınlar? 

Türkiye emek piyasasının alamet-i farikalarından biri yüksek ve dirençli işsizlik oranları. Kadınların dezavantajlı durumu maalesef işsizlik tablolarında da mevcut. AKP’li yirmi yılda kadın işsizliği istisnasız olarak erkeklerden yüksek seyretti. 2022 yılı için kadınların işsizlik oranı yüzde 13,7 iken erkekler için yüzde 9,1 olarak bildirilmiş. Bu TÜİK tarafından açıklanan ve sadece aktif olarak iş arayanları kapsayan dar tanımlı işsizlik. DİSK’in hesapladığı ümidi kırıldığı için iş aramaktan vazgeçenlerin de dahil edildiği geniş tanımlı işsizlerin oranı yüzde 27 civarında ve erkeklerin 10 puan üzerinde. 

Ne yapmalı? 

Kadına yönelik şiddet yakıcı, can acıtıcı ve maalesef ki gündelik hayatta yerini koruyan bir konu. Umudumuzu artıran tek nokta kadınların şiddete karşı daha bilinçli, daha özgüvenli ve daha yüksek çıkan sesleri. Ancak unutulmamalı ki ekonomik şiddet de bir şiddet biçimi ve maalesef her emekçi kadın bu şiddetin potansiyel mağduru. O nedenle ekonomik şiddeti de tıpkı kadın cinayetleri ya da cinsel taciz gibi değerlendirmeli ve bıkmadan usanmadan her daim gündemde tutmalıyız. Politik bir değişimin arifesindeki Türkiye’de kadınlar güvencesiz düşük ücretli istihdamdan ve ev içi emek sömürüsünden fazlasını hak ediyor. Hak ettiğimizi yüksek sesle talep etmeliyiz. 

Eşitlikçi bir iş yaşamı umuduyla kadın-erkek tüm emekçilerin 1 Mayıs’ı kutlu olsun.