BirGün Pazar’a konuşan Ertan Aksoy, “Şu anki ekonomik krizin etkisinin genel seçimlerden daha fazla olma potansiyeli var. Özellikle sağ seçmen, yerel seçimlerde güvenlik vb. hassasiyetle hareket etmiyor, kızgın olduğu partiye fatura çıkarabiliyor” dedi.

Aksoy Araştırma Başkanı Ertan Aksoy: “Bu seçimde iktidar seçmeni de kızgın”

Esat Aydın

Seçimlere gidiyoruz yine…

Michael Parenti’nin “Birkaç Kişinin Demokrasisi” diye belirttiği hal söz konusuyken bir hayati seçime(!) daha gidiyoruz.

Esasen derin bir sınıfsal ayrımla bölünmüş, nevzuhur zenginliğin yığıldığı bir taraf ile derin bir eşitsizlikte yoksulluğun katmerleştiği taraf arasına sıkıştırılmış “vefakâr” seçmenden bu kez yerel seçimler için oy istiyor partiler. 

Bir kez daha seçimli deli gömleğiyle sınanıyor memleket…

14 Mayıs’tan 11 ay sonra, bir kez daha iktidar partisi için devletin tüm imkânları, bakanı, bürokrasisi, kolluğu, yargısı; cemaati, tarikatı, derneği, vakfı seçimlere tabi…

Yeri geldiğinde onunla piyasacılık, sağcılık, muhafazakârlık, milliyetçilik yarıştıran “sistemin daha az kötü olanları” arasında geçeceği düşünülen seçimde demokrasi bir kez daha her türlü suistimale açık…

Bir kez daha bir seçime derin anlamlar yüklenirken toplumsal, politik, ekonomik dönüşümler pas geçilmesin diye bu kez politik bir alternatif inşa etme zorunluluğu ile yüzleşmiş, kendi adaylarını çıkarmanın daha değerli olduğunu görmüş sol/sosyalist partiler de sahada

Kuşkusuz Türkiye'deki seçim süreçleri, çeşitli dinamikler barındıran kompleks bir olgu…
Özellikle AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılından bu yana, yerel seçimler ulusal politikanın bir uzantısı olarak görülüyor.

Bu yerel seçimler de bir kez daha iktidar ve muhalefet arasındaki mücadelelerin kesişim noktasında, Türkiye'nin siyasi geleceğini belirleyen bir seçim olarak tanımlanıyor.
31 Mart seçimleri bu bağlamda politik güç dağılımını ve belediye başkanlarının sadece yereli yönetmekle kalmayıp, ülke yönetiminin önemli aktörleri olabileceğini gösteren bir perspektifi de sunuyor.

“Kamuoyu araştırmalarının seçmen davranışları ve seçim sonuçları üzerinde doğrudan etkisi var mı?”

“Türkiye’de seçmen davranışları üzerinde refah seviyesi ve güvenlik hissinin etkisi nedir?”

“Halkın ekonomik ve siyasi alandaki dinamiklerle olan etkileşimi, yerel seçim sonuçlarını nasıl etkileyecek?” “Son on yıllarda Türkiye'de siyasi eğilimlerde gözlemlenen değişiklikleri hangi önemli olay ve faktörler tetikledi?” gibi sorular önümüzde dururken; Türkiye'deki ekonomik, kültürel ve sosyal kodlar, bireysel seviyedeki siyasi eğilimlerle yerel seçimler arasındaki ilişkiyi teorik çerçevelerle konuştuğumuz bu haftaki konuğumuz Aksoy Araştırma’nın başındaki isim Ertan Aksoy…

14 Mayıs’ın Türkiye'deki seçmen kitlesinin değer yargıları ve eğilimlerinde görülen değişimler yarattı mı; 14 Mayıs’ın seçmenlerin partilere olan sadakatini ve seçimlere katılım motivasyonunu detaylandırabilir misiniz, nasıl bir etki yarattı 14 Mayıs? 

14 Mayıs seçimleri sonuçları ve arada geçen zamanda yaşananlar hem muhalefet seçmeninde hem de iktidara oy veren seçmende büyük hayal kırıklığı yarattı. Muhalefet seçmenindeki hayal kırklığının nedeni çok açık. Kazanmaya çok inanmış bir seçmen vardı. Özellikle son haftalara kadar kamuoyu yoklamalarında çok iyi sonuçlar elde ettikleri için “bu kez olacak” duyguyla hareket etti seçmen. Fakat hem iktidarın kara propagandası hem muhalefetin kimi hataları nedeniyle beklenenin aksi bir durum gerçekleşti. Fakat tek hayal kırıklığına sahip olan muhalefet seçmeni değil. İktidara oy veren seçmen de öyle. Çünkü genel seçimden önce iktidar tarafından ekonomik ve sosyal yanılsamalar üretildi. Seçimden sonra ekonominin düzeleceği, işlerin iyiye gideceği gibi bir beklenti oluşturuldu. Birçok seçim öncesi olduğu gibi topluma mutluluk vaat etti iktidar. Görüldüğü gibi bunun tam aksi oldu. Bugün daha çok “muhalefet seçmeni muhalefete kızgın mı?” sorusuna yanıt aranırken “iktidar seçmeni ne düşünüyor?” sorusu da önemli. Her ikisi de kızgın aslında.

Özellikle büyükşehirlerdeki seçmen davranışları ne yönde değişiklik gösteriyor? 
İstanbul ve Ankara gibi anahtar büyükşehirlerde, CHP ve AKP'nin adaylarının karşılıklı konumlandırmalarıyla beraber seçim stratejileri ve kampanyalarının genel çerçevesi nasıl gelişiyor, özellikle İstanbul’da kim nasıl farklılık yaratıyor sizce?

Büyükşehirlerdeki seçmen davranışları Anadolu’nun pek çok bölgesinden ekonomik durum nedeniyle ayrışıyor. Asgari ücretin artması, diğer ücretlerin de yukarıya gitmesi, Anadolu’daki görece düşük yaşam maliyetiyle kısmen refah artışı yaşayan bölgeler, coğrafyalar olduğu görülüyor. Fakat iş büyükşehirlere geldiğinde durum tam tersi. Yükselmiş bir yaşam maliyeti, barınma, beslenme gibi temel haklara bile ulaşma konusunda zorlanma söz konusu. Bu nedenle özellikle büyükşehirlerde muhalefetin şansı biraz daha artıyor. Örneğin Balıkesir, Bursa, Manisa gibi kentlerde genel seçimlerde sıklıkla iktidarın daha önde bitirdiğini görürüz. Fakat bu kez bulgular aksi yönde. İki nedenle; birincisi, bu üç bölgede de adayların performansı çok yüksek. Öte yandan bu şehirlerde yaşam maliyeti hiç olmadığı kadar pahalı. Seçmenin de yerel seçimlerde partisine daha rahat fatura kesebildiğini biliyoruz. Özellikle büyükşehirlerde muhalefetin performansı daha iyi olabilir. Ancak şu demek değil. İktidar da çok yüksek bir destek kaybı yaşıyor diyemeyiz. Sadece yerel seçimler belli sürprizlere açıktır. Bu kez beklenenden biraz daha fazla sürpriz kentle karşılaşacağız gibi duruyor. Bunun da nedenlerinden biri, ekonomi. İstanbul’da kim nasıl öne çıkıyor dersek de diğer kentlere göre pek çok konuda fark var. Bence İstanbul bir konuda diğer kentlerden ayrışıyor. İstanbul’da bir idareci ile bir lider yarışıyor. Bu yarışlar, önceki örneklerde olduğu gibi, genellikle liderlerin önde bitirdiği sonuçlarla karşılaşırız. Bu kez de öyle olacağını düşünüyorum. Ekrem İmamoğlu liderliğin temel kurallarından biri olan, bir hedef koyup peşinden kitleleri sürükleyebiliyor. Burada kitleler konusunu vurgulamak isterim çünkü muhalefette kendi partisi dışında seçmen kitlesine sahip olan sayılı isimlerden bir tanesi. Ancak Murat Kurum’la ilgili aynı şeyi söyleyemiyoruz. Kendi seçmenini toparlayabiliyor ama partisine oy vermeyen seçmende bir heyecan yaratma haliyle karşılaşmış değiliz. 

Diğer muhalefet partilerinin, DEM, İYİ Parti gibi… özellikle Ankara ve İstanbul gibi büyükşehirlerdeki seçim yarışında AKP ve CHP'ye karşı izledikleri stratejiye dair tespitleriniz nelerdir? 

DEM parti ve İYİ Parti’nin stratejisini tamamen ayırmak gerekiyor. İYİ Parti’de anlamakta zorlanılan bir tavır ve tutum değişikliği söz konusu. Süreç içerisinde tam destek verdiği, CHP’nin öne çıkan isimlerine karşı bir anda tam karşıtlık üretmeyi tercih etti. Dolayısıyla “bir strateji var mı?” sorusunda bir yanıt üretebilmiş değilim. DEM Parti’de ise belli ki belirli müzakereler sonucunda en güçlü adaylarla olmasa da önemli kurmaylarıyla çıkmaya karar verdi. Önümüzdeki dönem de kayyum konusunda aynı sonucu doğurmayabilir. Kendileri açısından bence stratejik bir hat kurdular. Bu sayede bu seçimde gösterdikleri tutum, strateji sayesinde hem muhalefet bloğunda olan seçmeni kızdırmamayı hem de bir sonraki döneme belki kayyumlar konusunu belki biraz daha olumlu bir zemine çekebilmeyi başarmış olabilirler. 

Yeniden Refah Partisi ve Zafer Partisi gibi partilerin bugünkü seçim dengeleri içindeki konumunu, seçmenler üzerindeki çekim gücünü nasıl analiz ediyorsunuz?
Bu partilerin, büyük şehirlerde ve genel olarak Türkiye'nin siyasi haritasında yaratacağı potansiyel etkiler nelerdir?

YRP ve Zafer gibi partilerin genel seçimdeki performansı bire bir yerelde de göstermesini beklemiyoruz. Siyaset bilimindeki faydalı oy ilkesi gereği seçmen, yerel seçimlerde güçlü adaylara yöneliyor. Bu nedenle potansiyellerinin altında kalacaklarını düşünüyoruz. Ancak yerel seçimlerin verdiği başka bir imkân alanı var. Özellikle YRP için, kentte karşılığı olan bir adayınız olursa ve kent sizin doğal tabanınız olursa orada beklenenin üzerinde bir oy alabilirsiniz. YRP belli ki baştan, iktidarla birkaç il ve ilçe konusunda talepte bulunmuş. Bunlar kabul edilmeyince de adayını çıkardı. Bizim ölçümlerimiz içinde olmasa da başka ölçümlerde, ilçe veya daha büyük ölçekte iddialarını korudukları anlaşılıyor. Seçmen toplam etkisi ise aşırı rekabetçi kentlerde, iktidar ve muhalefetin birbirine yakın olduğu kentlerde bu iki partinin de belirleyici gücü yüksek. Seçime doğru giderken belirleyici güçlerini korumakla beraber oranları azalıyor. Örneğin bu partilerden birinin adayının seçime 1,5 ay kala yapılan ölçümde yüzde 4,5 görünen desteğinin yüzde 1,5-2 puana gerilediği görülüyor. İki büyük bloğun güç temsilcilerine bu oyların gittiğini görüyoruz. 

Şu anki ekonomik durum, özellikle yüksek enflasyon ve işsizlik oranları, barınma krizi… seçmen tercihlerinde belirleyici bir rol oynayacak mı? Ekonomik göstergelerin seçmen davranışlarına etkisini ölçtünüz mü bu süreçte, kampanya mesajları üzerinde nasıl bir etkisi var bunun?

Şu anki ekonomik krizin etkisinin genel seçimlerden daha fazla olma potansiyeli var. Özellikle sağ seçmen, yerel seçimlerde güvenlik vb hassasiyetle hareket etmiyor, kızgın olduğu partiye fatura çıkarabiliyor. Muhalefet genel seçimlerde geride olduğu yerlerde yerel seçimde öne geçebiliyor. Ekonomik göstergelerin seçmen davranışına etkisi yerel seçimde daha güçlü oluyor diyebiliriz.

CHP başta, partilerin odaklandığı emeklilerin (16 milyon doğrudan oy kullanıyor, etki alanı 20 milyonun üzerinde, mevcut seçmenin %30’u demek) seçimler üzerindeki etkisini nasıl değerlendiriyorsunuz ve bu demografik grubu kazanmak için nelerin yapılması gerektiğini düşünüyorsunuz? 

Dönem dönem seçmende oluşan tansiyon başlıkları var. Bu dönemin tansiyon konusu emekliler. Ülkede EYT’nin geçmesiyle birlikte milyonlarca yeni emeklimiz oldu. Bu aslında kalıcı emekli yoksulluğunun da önemli bir göstergesi. Bununla birlikte iktidarın kaynak tahsisine baktığımızda daha çok seçim ekonomisi ve diğer başlıklar tercih ediliyor. Tüm bunlara bakıldığında emekliler çok daha büyük zorluk içerisinde. Cumhuriyet tarihi boyunca çok büyük bir refah olmadı ama böyle bir zorluk içinde de olmadılar. Bu nedenle başta emeklilerin seçmen davranışlarına, oy davranışlarına etki etme ihtimali yüksek. Sadece o gruplarla da sınırlı kalmıyor. Çünkü Türkiye toplumu vicdanlı bir toplum. Görece zayıf olanın zorda olduğunu bilmek ekstra bir vicdani yük yaratıyor. Bu da tutum ve davranışlara etki oluşturuyor. Kararlarına yansıyor. CHP’nin seçime giderken bunu dile getirmek gibi politikası olmalı. Bir taraftan da sorumluluğu da var, bunu da yerine getirmiş oluyor. 

Türkiye'deki siyasi partiler ve medya tarafından kullanılan kamuoyu algılarının seçmen tercihleri üzerindeki etkisi ne? 14 Mayıs seçimlerinde etkisi test edilen dezenformasyonun önlenmesi için hangi stratejiler etkili olabilir?

Özellikle CHP bunun etkisini nasıl kırabilir sizce?

Algı, dezenformasyon konusu Türkiye’de de dünyada da önemli bir sorun. Kirli bilginin yayılma hızının çok yüksek olduğu ve bir kere yayıldıktan sonra da geri çevirmenin zor olduğu bir durumu açığa çıkarıyor. Bu nedenle insanlığın ilerleyebilmesi, demokrasilerin ayakta kalabilmesi için bu kirli bilgi üzerine gidilmesi gerekiyor. Bugün Türkiye’nin en büyük sorunu toplumsal barış sorunudur bana göre ve bu sorunun temelinde de kirli bilgilerin yayılımının etkisi son derece yüksek. Dezenformasyon Türkiye’de gayet yüksek bir oranda karşılık bulabiliyor. Yerel seçimlere giderken ise normalin altında karşılık buluyor. Bu tabii, kime dair yaptığınız da önemli. Daha kendinden emin, daha özgüvenli, baskın bir aday ya da siyasal hareket karşısında aynı sonucu yaratamayabiliyor. Bu kirli bilginin siyasal etkisi var ama yerel seçimlere etkisi daha sınırlıdır. 

Son olarak, özellikle muhalefet açısından İstanbul’un kazanılması ya da kaybedilmesini Türkiye'nin siyasi geleceğinde geniş bir bağlamda nasıl konumlandırıyorsunuz?

Muhalefet açısından İstanbul’un kazanılması veya kaybedilmesi sadece önemli değil artık yaşamsal. Otoriterleşen bir iktidara tanıklık ettik. En temel özgürlükleri tartışan ittifak ortakları söz konusu… Seçimden zaferle çıktıklarında karma eğitimden tutun pek çok konuda tartışma başlıkları açacaklar ve hamleler yapacaklar. İstanbul’un muhalefet tarafından kaybedilmesi halinde Türkiye’de bir muhalefet varmış gibi olacak ama gerçek anlamda etki edebilen, sonuç alabilen, sonucu değiştirebilen bir muhalefet olmaktan çok uzak bir muhalefetle karşılaşacağız. İstanbul’u kazanmak önemli değil yaşamsaldır.