Bir genç kız rüyası Kendimi genç kız

Bir genç kız rüyası
Kendimi genç kız fantezilerine, ergen erkek fantezilerinden daha yakın buluyorum. Garip, ama gerçek! Genç kız fantezisinde erotizm var; bastırılan, askıda bırakılan, bekletilen ve bekledikçe gerilen ve yoğunlaşan ve sonunda bir tek öpücüğe bile atomun parçalanmasında çıkan enerjiye yakın bir cinsel enerji yükleyen bir erotizm var. Alacakaranlık dizisinin ilki bu erotizmi iyi yakalamıştı kanımca. Ergen erkek fantezisinde ne var? Valla bana hitap eden bir şey yok.  Alacakaranlık dizisinin ikincisini izlemedim. Üçüncüsü ise ilkinin yanında bence sönük kalıyor. Ama yine de iyi bir öpüşme sahnesi var.
VAMPİRLER SAVAŞI
Bella Swan’ın (Kristen Stewart) içe bakan gözleri, ciddi ifadesi etkileyici. Aşkı ve ilişkiyi, ilişkileri ciddiye alan bir ruhu olduğunu düşündürtüyor. Bella, gerçekten de temkinli davranıyor, adımlarını düşünerek atıyor. İki süpermen arasında kalmayı hangi genç kız arzulamaz? Bella doğaüstü güçleri olan iki süper delikanlıyı âşık etmiş kendine. Biri soylu, Avrupa kökenli, şehirli bir vampir; diğeri, yine soylu ama vahşi Kızılderili bir kurt adam. İkisi de hafifçe düzenin dışındalar ama kızımızı toplumsal hayattan kopartmayacak kadar da ehlileşmişler. Biri sarışın, diğeri esmer. Bella’nın babasının da kabul edeceği tipler.
Bu gerilimli aşk üçgeni filmin beni etkileyen yanını ve özünü oluşturuyor. Ama bir de filmin 2 saati aşan süresini dolduran macera kısmı var. Birtakım vampirler, bir takım başka vampirlerle dövüşür. Kurt adamlarla vampirler ittifak kurar. Bella tabii her şeyin merkezindedir. Falan filan.
Bir öpüşme sahnesi için bütün bunlara katlanılır mı derseniz, katlanılmaz. Ama tabii, benim genç kız fantezilerine duyarlılığım kitlelerle tam da uyum içinde değil. ‘Alacakaranlık Efsanesi: Tutulma’ haftaya hasılat rekorları kırarak girdi bile.

Yuva
Üreme meselesi önemli
UyuŞturucu bağımlılığı. Ölüm. Hamilelik. Sınıf farkı ve bencil, donuk burjuvalar. Yalnızlık. Yas. Eşcinsellik. Hamile kadın fetişistleri. Doğum. Evlat edinilmişlik ya da küçük ve değersiz kardeş oluş hali...
İYİ EBEVEYN
Eşcinsel baba(lık). Francois Ozon’un son filmi bütün bunlardan söz ediyor. İyi, etkileyici bir film seyredeceğimiz izlenimi bir süre sonra kayboluyor fakat. Film ele aldığı hiçbir tema hakkında kayda değer bir şey söylemiyor. Yüzeyden kayıp gidiyor. Eşcinseller üreyemese de en azından kimi heteroseksüellerden daha iyi baba/anne olabilir demeye çalışıyor galiba Ozon.
Son filmlerinde zaten sürekli bu temanın civarında dolaşıyor. Ozon da bir evlat edinse rahatlayacak galiba. Neyse, sonuçta ‘Yuva’ da rahat izlenen bir film.

Oyuncak HikÂyesİ-3
Sahip çıkılmak ya da…

Canlandırma sineması teknolojisi o kadar ilerledi ki, inanılmaz şeyleri sıradan şeylermiş gibi algılıyoruz. Oyuncak Hikâyesi-3 bu sanatın ulaştığı zirvelerden biri olduğunu yine de fark ettiriyor. Bu kez oyuncaklarımız sahipsiz kalma/ çöpe atılma/ şiddete maruz kalma gibi durumlarla karşılaşıyorlar. Sahipleri Andy artık üniversiteye gideceği ve de odası boşaltılacağı için oyuncakların da kaderi değişiveriyor. Tavanarası mı, çöp arabası mı derken kendilerini bir yuvada buluyorlar. Ama kolektif mülkiyet sadece üretim araçları söz konusu olduğunda iyi bir şey galiba. Oyuncaklar, çok sahiplilikle sahipsizlik arasında bir fark göremiyorlar.  Hatta kendileriyle oynayan yaş grubu özellikle şiddete eğilimli. Bakalım Andy’ye geri dönebilecekler mi? Ya da kendilerinin kıymetini bilen yeni bir sahip edinebilecekler mi? ‘Oyuncak Hikâyesi-3’ peluş ayı Lasso’nun dramatik hikâyesinde, Barbie’yle Ken’in karşılaşmasında, Buzz Lightyears’in Latin âşığa dönüşmesinde ve finalde Bonnie adlı küçük kızın oyuncaklarla tanıştığı sahnelerde kendini aşıyor, canlandırma sinemasının iz bırakan kimi sahnelerine imza atmış oluyor.
Bütün olarak ise film teknik olarak hep harika ama öykü biraz fazla uzuyor. Sonuçta abartıldığı kadar olmadığını düşünüyorum ama bir hayal kırıklığı olmadığı da kesin.