“Her markete girdiğimde, rafların önünde bakakalıyorum. Her defasında ihtiyacım olan ürünün daha uygun fiyatlı olanı var mı acaba diye arıyorum. Hem sağlıklı hem doğal hem de uygun fiyatlı ürün almak artık benim için pek mümkün değil.”

Alım gücü düşüyor güvencesizler açlıkla savaşıyorlar

Fotoğraf: Gürcan Öztürk

HACER FOGGO

Geçen hafta Gülistan çocuğunu okula kaydettirdiğini ama üniforma ve kırtasiye malzemeleri almakta zorlandığını anlatırken birden bire ağlamaya başladı, 12 yaşındaki kızına ayakkabı alamadığından söz etti. Sonra sabahtan beri kapı kapı dolaştığını, yiyecek almak için 50 TL borç aradığını ve bulamadığını anlattı. Çünkü “komşuda da yok”. Sonra gerekirse kızını okula göndermeyeceğini söyledi. Bu son sözü beynimde asılı kaldı. Derin yoksulluk koşullarında, güvencesiz bir şekilde yaşayan aileler yıllardır ayakta durabilmek için kendi stratejilerini kendileri belirliyor. Ekonomik kriz ve salgın gibi durumlarda derinleşen yoksulluk koşullarında devletin desteğini ve güvencesini hissedememeleri, temel haklarına erişimlerinin önündeki engellerin büyümesi ise radikal kararlar almalarına neden oluyor.

Böyle durumlarda ise hep sözünü ettiğim devreden yoksulluk devreye giriyor, çünkü yoksulluk tam da böyle ekonomik kriz, salgın ve afet gibi dönemlerde hızlıca artıyor. Yani Gülistan’ın bu kararı kendi kendine almasının en önemli nedeni kendisi ve ailesinin güvenini sağlamak, ama aslında yaşamı ile ilgili güvensizlik hissetmesi. Tam da o bu kararı alırken ne eğitimle ilgili bir kurum ne sosyal çalışmacı ne de bir sosyal hizmet kurumu Gülistan’ın yanında, Gülistan ve ailesinin hayatı izlenmiyor. Ona “Dur, ne yapıyorsun? Bu çocuk eğitim alamaz ise iyice yoksullaşacaksınız ve bu döngü sizi başka bir çıkmaza götürecek. Okuldan alma, çocuğu ve sizi destekleyelim” diyen bir kamu ve sosyal koruma, politika anlayışı ve güvenliğinin olmaması. En temel ihtiyaçlarını gideremeyen, sürekli kira ödeyemediği için ev değiştiren, elektriği, suyu kesilen, okul değiştiren, bebeğine bez, mama alamayan, mamaların, balların ve bazı gıdaların alarmlı olduğu marketlerde bu ailelerin de aslında alarm verdiğini göremeyen bir sosyal hizmet anlayışı var şu anda.

Güvencesiz günlük çalışan ailelerin tamamen açlığa terk edildiğini düşünüyorum. Yetersiz beslenme nedeniyle sokağa çıkıyor ve sürekli tekrarlanan hastalıklarla boğuşuyorlar. Üstelik sadece korona değil, çocukların yaşadıkları koşullarda en temel ihtiyaçları şampuan ya da temizlik maddesi alamadıkları için yaralar oluşuyor. Neredeyse her evde yetersiz beslenmeye bağlı gelişim bozukluğu göze çarpıyor. Yokluk hastalığı bunlar, bebeğinden yaşlısına kadar herkes yetersiz ve dengesiz beslenmeye bağlı gelişim sorunları yaşamakta. Duygu durum bozuklukları, anemi, büyümede yavaşlık, diş ve göz hastalıkları ve sindirim sistemi sorunları ise artıyor. Her sabah bir kamu kurumunun kapısında; belediyede, kaymakamlık önlerinde, sosyal hizmetler müdürlüğünde kadınlar; gıda, yakacak malzeme, kira talepleriyle bekliyor. Saatlerce bekledikleri bu kamu kurumlarının kapısından hayal kırıklığıyla ayrılıyorlar. Çocuklarla ilişkilerinde inanılmaz endişeliler, okuldan ayrılan ve bir daha okula dönmeyerek büyüyen çocuklar var.

ALIŞKANLIKLAR DEĞİŞİYOR

Sadece güvencesiz günlük çalışanlar değil mavi yakalılar, büro çalışanları, plaza çalışanları da yoksullaştı. Yeni yoksul dediğimiz bu kesim 2018 döviz krizi ile birlikte başlayan bir süreçte pandemiyle daha da yoksullaştı. Geçen gün üst düzey bir holdingde yöneticiyle bu meseleyi konuştum, “Biz de yoksullaştık “ diye başladı anlatmaya. “Ben kızımı özel bir okuldan alıp başka bir özel okula verdim fiyat olarak neredeyse yarı yarıya maliyeti daha düşük. Çünkü ödeyemeyecek duruma geldik, gelecek için kaygılıyız. Bir sürü arkadaşım da öyle yaptı hatta özel okullardan alıp devlet okullarına verenler var. Örneğin tatil programı yapmıyoruz. Beyaz yakalılar bilirsin beyaz eşya tercihleri de farklıdır. Teknoloji ilerledikçe evdeki eşyalar, telefonlar değişir. İki yıldır etrafımdaki hiç kimse yeni bir eşya satın almıyor. Ayrıca hepimizde iş korkusu ve endişesi başladı. Mavi yakalılara karşı hep bir yukarıdan bakış vardır bizim sektörde. Bu tamamen ortadan kalktı bir farkındalık gelişti ama bu aynı zamanda bir bunalıma da neden oldu. Renkler karıştı yani artık beyaz yakalı diye bir şey yok. Sürekli alışveriş ettiğimiz marketleri değiştirdik daha ucuz olan yerlerden gıda alışverişi yapıyoruz. Özel bir bankanın müdürü arkadaşım bizden çok daha fazla kazanır ama sürekli işini kaybetme endişesi yaşıyor. Çok iyi bir özel okulu kazanan oğlunu o okula göndermedi. Beyaz yakalılar 7/24 toplantı yaparlar ve bu toplantılara çok anlamlar yüklerler ve bununla övünürlerdi. Şimdi yemekli toplantılardan vazgeçildi, eğer eş emekli ise mutlaka alışverişi bir karttan yapıyorlar ve alışveriş yaptıkları marketler mavi yakalıların marketleri ile aynı oldu. Kredi kartları en çok gıda alışverişi için yapılıyor. Beyaz yakalıların çalıştığı sektörde özellikle gençler inanılmaz endişe içinde artık yaşam standartları yüksekti ve kaybetmeye başladıklarında da endişelenmeye başladılar. Ya yurtdışına gitme planları yapıyorlar ya da sürekli iş değiştiriyorlar. Bir de benim gibi orta yaşta olanlar ve yine emekliye ayrılanlarda şöyle bir düşünce var; biz hiçbir yolsuzluğa bulaşmadan bu sektörde çalıştık çok iyi okullarda okuduk ama hâlâ endişeli ve kaygılıyız aynı eğitimleri görmeyen ama bugün çok fazla zengin olan ve büyüyen küçülmeyen yöneticiler var burada bir ahlaksızlık var. Böyle endişelerimiz de var. Bir de korku var şirketlerde, seslerini yükselttiklerinde ağır vergi ile karşılaşacaklarını düşünüyorlar. Tek çare sosyal adaletin gelmesi.”

Kamu kurumundaki bir ofis çalışanı ise yoksulluk sınırı her açıklandığında gelirindeki azalmayı görüp her gün endişelendiğinden söz ediyor. “Her markete girdiğimde, rafların önünde bakakalıyorum. Her defasında ihtiyacım olan ürünün daha uygun fiyatlı olanı var mı acaba diye arıyorum. Hem sağlıklı hem doğal hem de uygun fiyatlı ürün almak artık benim için pek mümkün değil. Sadece marketler değil pazarlarda da fiyatlar inanılmaz. Her ay gelen faturalarda da bunu görüyorum. Evde değişen bir şey yok ama tüketilen elektrik, su, doğalgaza ödediğimiz para artıyor. Sadece beslenme ve barınma için çalışıyorum. Sosyal hayatım neredeyse yok sayılır, bir şey yapmak istiyorsam bunu planlamam gerekiyor, neyi ertelemeli veya nasıl bütçe yapmalıyım diye. Velhasıl aslında bütün bunları yaşamaktan, içinden çıkılmaz bir döngüde olmaktan çok yoruldum artık.”

Bir başka kamu çalışanı, harcamalarında kısıtlamalara gittiğini dışarıda yemek yemek, konsere gitmek gibi aktiviteleri artık yapamadığını söylüyor. “Gıdada alışılmış yaşam biçimine ödediğim para çok çok arttı, geçenlerde iki minik poşete 360 TL ödedim gözlerime inanamadım. Kesinlikle iki basamak aşağıya indik kış şartlarında halimiz ne olur elektrik 150-200 arası inanılmaz, doğalgaz ne olur merakla bekliyorum. Her seferinde yaşamı dipte yaşamaya çalışanları düşünüyorum üzgünüm, kızgınım, kaygılıyım. Kredi kartlarında otomatik ödemeler yeterince yüksek, gıda, aylık rutinler, kart ödeme sınırında bırakıyorum.”

Uluslararası bir şirkette çalışan üst düzey yönetici ise eskiden yaptığı harcama, gezme, yeme içmenin şu an lüks olduğunu kira konusunda sıkıntı yaşadığını belirtiyor. Zor durumda olanlarla daha fazla dayanıştığını belirtiyor. Bodrum’da çalışan bir arkadaşının geçen yıl bin 500 TL kirası olan bir evi 4 bin TL’ye tuttuğunu ve fırsatçılığın arttığını bunun yanı sıra sadece kira ile geçinen insanlar olduğunu da sözlerine ekliyor. İlaç sektöründe çalışan bir üst düzey yönetici kuaföre gitmediğini “Kendim yapabileceğim şeylere para vermemeye çalışıyorum, dip boyası, kaş alma gibi, evde kendim yapıyorum. Tatil inanılmaz pahalı artık, biz de çok kısa ve çok uygun bir gezi yapabildik. Eve eşya, mobilya vs gibi ertelendi, gerçekten ihtiyaç olmayan hiçbir şeyi almıyoruz.”

Özel bir hastanede çalışan doktor ise birlikte çalıştığı insanların tümünde gelecek kaygısının çok arttığından bahsediyor. Tabii ki biz az ya da çok düzenli geliri olan insanlarız, harcamalar daha temel olanlara kaydı. Tatil ve sosyal olaylar geri plana itildi. Bu yıl birçok kişi tatile çıkmadı, aile yanları tercih edildi. Gıda alışverişlerinde fiyatlardaki artış nedeniyle nitelik geri planda kaldı, nicelik önem kazandı. Elzem malzemelerde daha düşük fiyatlılara yöneldi. Elzem olmayanlarda ise alışveriş çok azaldı. Yaşam standardını koruyabilmek adına mesai sonraları ek iş arayan ve yapan sayısı arttı -ben de dahil- bu da insanların dinlenme olasılığını, hayat kalitesini, çocuklarına ayırdıkları zamanı daha da düşürdü.”

Açlık sınırının altında yaşayan da, mavi yakalı da, beyaz yakalı da yani aslında memleketin çok büyük bir kısmı artık ortak bir endişeye sahip; gelecek kaygısı.