Berlin’deki bu iki eylemde de ne sol ne de işçi sınıfı adına desteklenebilecek bir talep bulunuyor. Testlere “inanan”ların aptal olarak nitelendirildiği, sağcılığını gizlemeyen kitlelerin damga vurduğu böylesi kitlelerle beraber yürümek tehlikelidir. Çünkü bu kitleleri onaylamak, pandeminin öteki yüzünü göz ardı etmek anlamına gelir.

Almanya’da pandeminin öteki yüzü

Deniz Schulze / Berlin

Almanya’da ağustos ayı, her yıl olduğu gibi sıcak geçti. Pandemi nedeniyle tatile gidemeyen genç-yaşlı her kesimden insan, parklarda, göl kenarlarındaki plajlarda hoşça vakit geçirmeye çalıştı. Öte yandan bu sıcak ay, alışık olunmayan ve siyasal olarak ne anlama geldiği hâlâ tam olarak anlaşılamayan bazı olaylara da sahne oldu. Daha birkaç ay önce Berlin’e 600 km uzaklıktaki Stuttgart’ta kurulan Querdenken7111 inisiyatifi, 1 Ağustos günü Berlin’de eylem yapmayı kararlaştırmıştı. Grup en fazla 50 katılımcıdan oluşan ilk gösterisini mayıs ayında “kendi başıma düşünebilirim”, “polis benim düşmanım değil”, “Anayasa bekçileri” pankartlarıyla, kurulduğu şehirde gerçekleştirmişti. Ülkenin çeşitli yerlerinde pandeminin başından beri zaten az sayıda bir kitleyle ‘Korona önlemlerine ve yalanlarına’ karşı eylemler düzenleniyordu.

Bu yüzden Stuttgart’ta yapılan eylem hiç dikkat çekmemişti. Fakat beklenmedik şekilde “Pandeminin Sonu: Özgürlük Günü” başlığıya 1 Ağustos günü düzenlenen eyleme 30 bin kadar insan katıldı. Eylemin başlatılacağı yer, adını 1953’te sosyalist DDR’e karşı başlatılan bir ayaklanmadan alan ‘17 Haziran Sokağı’ndan alıyordu. Eylemin organizatörleri gibi, ırkçı AfD (Almanya için Alternatif) milletvekilleri ve Twitter’daki sağcı hesaplar da eyleme 1 milyondan fazla insanın katıldığını iddia etti.

Sol ve sağ eğilimli yerel gazetelerin eylemlere kaç kişinin katıldığına ilişkin tartışması yeni bitmişken, bu kez 29 Ağustos’ta “Berlin, Avrupa’yı çağırıyor- Barış ve Özgürlük Festivali” adını taşıyan eyleme 40 binden fazla insan katıldı. Eyleme katılanlar arasında sembolik olarak Avrupa ülkelerinin bayraklarını getirenler olmasına rağmen, o gün en çok dikkat çeken şey, Hitler öncesi Almanya’nın (II. Reich) bayraklarını taşıyan ve ilk andan beri eylem kortejinde yer alan bir sağcı grubun parlamento binasını işgal etme girişimi oldu. Kitleleri eski ‘Reichstag’a yönlendirenler arasında, popülist sağcı AfD kadar, o sırada çekilen video görüntülerinden anlaşıldığı kadarıyla, neo-Nazi gruplarında aktif oldukları bilinen isimler de vardı. Parlamentoya birkaç yüz metre uzaklıkta olan eylem alanındaki kürsüde avukat ve akademisyen olan bazı isimler de konuşmacı olarak yer aldı. Konuşmalarda, yapılan testlerden, açıklanan ölüm sayılarına, Covid-19’un niteliğinden, alınan önlemlerin anlamsızlığına kadar her şeyin “bu olayda hükümetiyle, muhalefetiyle insanları domine etmek isteyen kudretli bir rakip”2 tarafından çarpıtıldığı ve halka her konuda yalan söylendiği ileri sürüldü.

Berlin’deki bu iki eylemde de ne sol ne de işçi sınıfı adına desteklenebilecek bir talep bulunuyor. Testlere “inanan”ların aptal olarak nitelendirildiği, sağcılığını gizlemeyen kitlelerin damga vurduğu böylesi kitlelerle beraber yürümek tehlikelidir. Çünkü bu kitleleri onaylamak, pandeminin öteki yüzünü göz ardı etmek anlamına gelir. Eylemleri organize edenler, virüsün varlığını bile reddederken Berlin İdare Mahkemesi’nin “maske ve mesafe kuralına uyulması şartıyla” bu ne idüğü belirsiz festivale izin vermesi, istemeden de olsa bazı sorunların aciliyetini gündeme getirmiş oldu. Tehlikelerin başında pandeminin emekçi sınıflar üzerinde yarattığı korkuya eklemlenen komplo teorilerinin popülerleşmesi geliyor.

Pandeminin popülerleştirdiği komplo teorileri

Querdenken711 kendi web sitesinde bileşenlerini “Çevreciler”, “Hıristiyanlar”, “Müslümanlar” olarak tanımlıyor. Herhangi bir dernek veya kurum ismi geçmediğinden bu nitelemelerin içi şimdilik boş kalmış gibi. O kadar ki Berlin’deki eylemde sağcı bir görüntü yaratmamak için Müslümanların da katılacağının belirtildiği 24 Ağustos tarihli 9 dakikalık YouTube videosunda aksansız Almancalarıyla “Ali” ve “Ayşe” isimli şahıslar -tıpkı sağcıların hayal ettiği gibi- konuşmalarını selamlarla açıp kapadı! İnisiyatifin sayfasında “Biz Kimiz?” sorusuna yanıt veren “Team” başlığı altında sadece bir kitle resmi bulunuyor ve bu resimden de Querdenken711’in dünya görüşüne dair kof bir “popülizm” dışında bir sonuç çıkarmak mümkün değil.

Görünen o ki bu eylemde bir araya gelen kitlelerin ortaklaştıkları önemli bir özellik de, Covid-19 hakkındaki komplo teorilerinden şu ya da bu ölçüde etkilenmiş olmaları. İnsanlar bir komplo teorisine inanmasa bile, virüs sanki yokmuş gibi davranmakla dolaylı olarak bu varsayımları onaylayabilir. Zaten bir komplo teorisi de, gerçekliğin yerini almaya çalıştığından, kendisini bir komploymuş gibi pazarlamaz. Bu yüzden Berlin’deki eylemlere katılanlardan herhangi birine “siz komplolara inanıyor musunuz?” diye sorulsaydı, bir tek kişinin bile “evet” dememesi şaşırtıcı olmazdı.

Komplo teorilerinin nasıl oluştuğuna ve bazı toplum kesimleri üzerinde ne şekilde etkili olabildiklerine dair genel bir açıklama bulmak zor. Söz konusu olan, 19. yy’da Aydınlanma karşıtlarının, 20. yy’da antisemitistlerin -McCarthy döneminde anti-komünistlerin- silahı olmuş çapraşık bir düşünce akımıdır. Elbette, komploculuğun post-modernlik atfedilen günümüz gerçekliğine yaklaşımında belirli ortak eğilimleri olduğu söylenebilir. Örneğin Frederic Jameson´a göre komplo teorileri, bir paranoyaya dayanması nedeniyle “fakir kişinin post-modern dönemdeki bilişsel haritası”3 olarak işlev görebilir. Paranoya ve komplolar arasındaki ilişkiye dikkat çekilmesi önemlidir. Çünkü bir görüş eğer paranoyaya dayanıyorsa, varsayılan şeye ait bir özellik, paranoyağın öne sürdüğü gibi çıksa bile, gerçeğin değil, hâlâ hayali olanın alanına aittir.

Maske takmak, tek başına virüsten korunmamızı garantilemese de onu başkalarına bulaştırmamıza engel olabilmektedir. Böyle bir varsayıma tutunmak bile, tıpkı el sıkışmamak gibi, kişinin davranışlarını herkesi ilgilendiren bir kamu yararı anlayışına göre düzenler. Fakat dünyanın beynimizi emmek isteyen uzaylılar tarafından gizlice fethedildiğini düşünen birinin kafasına taktığı alüminyum folyo kimseye zarar vermezken, Covid-19'un Bill Gates ya da Çin komünistleri tarafından ortaya atılan bir olta (hoax) olduğunu düşünenlerin maske takmaması, çevrelerindeki bütün insanlar için bir sağlık sorunu haline gelmektedir. Tam da bu nedenle, eğer bir gün maskenin hiçbir işe yaramadığı kesin olarak ortaya çıksa bile, bugün onu takmaya devam etmemiz, bizi gerçekliğe bağlayan evrenselliğe sadakatimizi göstermesi açısından doğru olacaktır.

İnternette ve sinemada, kurgusal ve düşsel olanda hayat bulan komplo teorileri -gündelik sosyal yaşam bağlamında “tehlikeli” olma riskini gizleyebilmek için- zaman zaman ideolojileri taklit ederler. Çünkü kendilerini iktidar ilişkilerine eklemlemeye elverişlidirler. Tam da bu sebeple komplolar iktidarları hedef aldıkları kadar, iktidarlar tarafından da desteklenebilmektedir. Komploların modern bir kavram olan ideolojilerden farklılığı ise, Kant'ın Saf Aklın Eleştirisi’nde “aklın paralojizmi” olarak adlandırdığı şeye benzemektedir. Burada ‘gerçeklik’ tıpkı bir film gibi zihinde kurgulanır ve hiçbir dolayıma ihtiyaç duymadan nesnelmiş gibi sunulur. Bu yüzden hayal gücü görece zengin olan herhangi bir insan bile, hayatı boyunca onlarca farklı komplo teorisi üretebilir.

29 Ağustos’taki yürüyüşte DDR (Almanya Demokratik Cumhuriyeti) bayrağı ortasındaki çekiç ve pergel sembollerini çıkarıp Angela Merkel’in düşünürken yaptığı meşhur el hareketini yerleştiren bir insan, neden kendini komplocu olarak görmez? Çok basit: Böyle kişilere göre, gerçekliğe ‘inandığımız’ için yanlış yolda olanlar bizleriz. Hiçbir boşluğa ve belirsizliğe yer vermeyen komplocu anlayışa göre, her şeyin, her şeyi kapsayacak şekilde açıklanması gerekir. Covid-19 salgını bir pandemiye dönüşüp de Almanya’da başta çalışma hayatı olmak üzere gündelik hayatı etkileyen önlem ve kısıtlamalara gidildiği günden beri, komplocular ülkenin DDR’e dönüştürülmek istendiğini iddia ediyor. Aynı kişiler, pandeminin ciddiyetini anlatan ve eldeki bilimsel verilerle sağlığımızı nasıl koruyabileceğimize ilişkin YouTube’da videolar yapan Almanya doğumlu Dr. Mai Thi Nguyen-Kim’i, “komünizm propagandası” yapmakla suçlamıştı. En son, Hristiyan Demokrat Partisi'nde (CDU) Merkel'in rakibi eski borsa danışmanı Friedrich Merz, 24 Ağustos’ta yaptığı bir açık oturumda pandemi önlemlerinin katılığından söz ederken “DDR´de yaşamıyoruz” derken neyi kastediyordu? DDR pratiğinin nihayetinde ayak uyduramadığı evrensel modelinin karşısında, popülist sağın savunulması gerektiğini mi?

almanya-da-pandeminin-oteki-yuzu-777474-1.
İnternette ve sinemada, kurgusal ve düşsel olanda hayat bulan komplo teorileri -gündelik sosyal yaşam bağlamında “tehlikeli” olma riskini gizleyebilmek için- zaman zaman ideolojileri taklit ederler. Çünkü kendilerini iktidar ilişkilerine eklemlemeye elverişlidirler. Tam da bu sebeple komplolar iktidarları hedef aldıkları kadar, iktidarlar tarafından da desteklenebilmektedir.


Kendi halinde bir sol

ABD’de mayıs sonu başlayan Black Lives Matter eylemlerinden önce, virüsten dolayı Bill Gates’i veya Çinlileri suçlayan pek çok ufak çaplı eylem yapılmıştı. Bugün dünya genelinde en çok komplo teorisinin ABD’de üretildiğini düşünmek bir abartı değildir. Fakat ABD’de milyonlarca insan (bazı istatistiklere göre ABD vatandaşlarının yüzde 25’i komplolara inanmaktadır) bu tarz teorileri benimsemesine rağmen, yine de Almanya’daki gibi “büyük güçlerin uydurduğu pandemi komplosu”na karşı çıkanların oluşturduğu kitlesel bir hareket ortaya çıkmadı. Bunun bir sebebi, komplo teorilerinin halk arasında normalleşmiş olması ise, diğer bir sebebi de pandeminin yol açtığı yıkımı ve öfkeyi politik talepleri üzerinden sokağa kanalize edebilen BLM olsa gerek.

Almanya gibi bir ülkede bizzat ‘sivil toplumun kurtarılmasına’4 yönelik önlemlerin DDR ile karşılaştırılması, kulağa hem şaşırtıcı hem de alışıldık geliyor. Şaşırtıcı, çünkü anti-komünist refleks 1990’lardan beri şimdiki gibi bir kitleselliğe nadiren ulaşmıştı. Diğer yandan alışıldık, çünkü Berlin Duvarı’nın yıkıldığı tarih, Almanya’da bir ritüele dönüşmüş şekilde her 5 senede bir hemen tüm gazetelerin manşetlerinden kutlanır. Bunun ötesinde her ay, hatta neredeyse her hafta en az bir kez bir yerde yapılan bir karşılaştırmaya ya da egzotik bir merakla yazılan popüler dergi makalelerine, hatta “ostalji”ye (Ostalgie) konu olur. DDR, adeta yaşayan bir ölü gibidir.

Aslında ağustos ayında Berlin’deki eylemler haricinde sesini yeterince duyurmayı başaramayan bir olay daha yaşandı. 29 Ağustos’tan tam bir hafta önce, Hanau kentinde yapılması planlanan ırkçılık karşıtı eyleme, virüse maruz kalan hasta sayısı gerekçe gösterilerek yasak getirildi. Şubat ayında ırkçı bir Alman tarafından katledilen 9 göçmen kökenli gencin anmasına yalnızca aileleri katılabilecekti! Politik olanın özelleştirilmek istenmesinin ötesinde, durum adeta şunu andırıyor: “Pandeminin gerçekliğini kabul ediyorsanız sizi engelleriz, yok eğer kabul etmiyorsanız buyurun geçin”. Tam kafkaesk bir ‘Yasa’nın Önünde’ (Vor dem Gesetz) hikhayesi!

Pandemi nereye bakıyor?

Baudrillard’ın 1990 yılında yazdığı gibi, Sovyetlerin dağılmasından sonra yalnızca bir görüntüyle ikame edilen ‘özgürlük’ sayesinde artık “ne maskemiz var ne yüzümüz”. Asıl sorun Zizek’in belirttiği gibi otoriterleşme tehdidi değil belki de; insanların özgür olduklarını zannetmeleri. Bu sinik yanılsama içinde deyimsel anlamıyla bir komplo5 halini alan tarih yıkımı, “viral ve salgınlı bir biçim”de ilerliyor6. Bununla birlikte gerçek salgın bizi başka bir şekilde (evrensel) düşünmeye zorladıkça, belki de yeni yeni imkanların önü açılıyor.

Gelecekte 2020 yılına baktığımızda pandeminin farklı politik olaylara denk düşen farklı yüzleri olduğunu muhtemelen daha net bir şekilde göreceğiz. Fakat burada esas meseleyi şimdi gözden kaçırmamak önemli: İnsanlık olarak bir gün bu salgın tamamen bittiğinde ve yüzümüzdeki maskeleri çıkarttığımızda, başkalarının yaşamlarını hâlâ şimdiki kadar umursamaya devam edebilmemiz için gerekenleri yapmış olacak mıyız?
Bir şeyi kendi halinde bırakma gücü olarak yasa-k, gündeme yeterince gelmeyi beceremeyen Hanau anmasında olduğu gibi, solun önünde bir engel olmaya devam mı edecek? Yoksa sol, aslında köhnemiş bir evrenselliğin ifadesi olan sinik yanılsamanın ve onlara eklemlenmeye çalışan komplo teorilerinin karşısına dikilip, eylemlerden kafası karışan kitlelere gerçek bir alternatif mi sunacak?


1Quer-denken (“çok yönlü düşün”), 711 (Stuttgart’ın alan kodu) https://querdenken-711.de/team (son erişim: 03.09.2020)
2 https://www.youtube.com/watch?v=IcGMefYasSo 1:17-1:22 ve 4:57- 5:01
3 http://uberty.org/wp-content/uploads/2016/03/Jameson_CognitiveMapping.pdf
4 Salgından dolayı hastanelerde yeterli teçhizat kalmazsa, savaş dönemlerinde olduğu gibi kimin öncelikli olarak kurtarılacağını önceden belirleyen triaj sistemine göre karar verilecek olması, tam da “eşitliği” ve “sivil toplumu” askıya almaz mı?
5 Solda sık kullanılan komplo terimi, daha çok fiili bir niteliği ifade eder, “komplo kurbanı” vb. gibi.
6 Baudrillard, J. (2020). Kötülüğün Şeffaflığı: Aşırı Fenomenler Üzerine Bir Deneme. Ayrıntı Yayınları, 8. Basım, s. 101-103.