Almanya yargısı tarafsız mı?
Solcu Lina E.’nin yargılandığı davayı muhafazakârlar “aşırı sol yükseliyor” korkusu yaymak için kullanıyor. Aşırı sağın kurumsallaştığı ülkede ise asıl artış gösteren, neo-Naziler tarafından gerçekleştirilen saldırılar.
Katharina HUNFELD
Medyanın yakından takip ettiği davada olup bitenler, ülkedeki yargı kurumları ile siyaset arasındaki ilişkileri yeniden tartışmaya açtı. Dresden Yüksek Mahkemesi, 31 Mayıs günü aldığı kararla solcu hak savunucusu Lina E.’yi, neo-Nazilere yönelik saldırıları sebebiyle suçlu buldu ve beş sene üç ay hapse mahkûm etti. Kamuoyu nezdinde şekillenen tartışmalar, Lina E.’yi “ülkede iyiden iyiye yayılan aşırı solcuların lideri” olarak betimlemekte gecikmedi. 1970’li yıllardan 90’lı yıllara kadar faaliyet yürüten ve bombalı saldırılar, suikastler, banka soygunları düzenleyen Kızıl Ordu Fraksiyonu davalarından bu yana ilk defa solcu bir siyasi yapılanma mahkeme önüne çıkarılıyor.
Savcılık Lina E. ve arkadaşlarını 2018-2020 yılları arasında neo-Nazilere karşı en az altı saldırı “düzenlemekle” suçluyordu. Saldırılarda 13 kişi yaralanmıştı. Fakat savcılık neo-Nazilere bizzat zarar verenlerin Lina E. ve arkadaşları olduğunu iddia etmek yerine, bu kişileri “suç örgütü kurmak” ile yargılıyordu. Davayı haberleştirenlerin çoğu Lina E.’nin çete lideri olduğu yönündeki iddialara yoğunlaştılar. Bu kadının daha önce hiçbir sabıkası olmayan, 20 yaşında bir sosyal pedagoji öğrencisi olduğunu hatırlatmak gerek.
Lina E. federal savcı Karlsruhe’nin önüne çıkarılacağı duruşmaya helikopterle getirildi ve etrafını saran maskeli polis memurları vardı. Medyanın da katkılarıyla Lina E., varlığı bile kanıtlanmamış bir hareketin lideri oluverdi. Sağcı Bild gazetesi yaptığı haberde, Lina E.’yi, “Almanya’nın en tehlikeli aşırı solcusu” diye haberleştirdi. Böylelikle ülkedeki “solcu terörü” riski iyiden iyiye köpürtüldü.
KULLANIŞLI MADDE
Alman devletinin suçlamaları, Alman Ceza Yasası’nın 129’uncu paragrafına dayandırılıyor. Bu paragrafta suç örgütlerinin oluşma ve oluşturulma biçimlerine dair bazı tespitlere yer veriliyor. 129 numaralı paragrafa göre suç işlemek amacıyla örgüt kuran bir kişi beş yıla kadar hapis ile cezalandırılabiliyor. Federal Alman Cumhuriyeti’nde 1950’li yıllarda komünist örgütleri kriminalize etmek için de yine aynı paragrafa atıf yapılmıştı. Fakat o günden bu yana paragrafın “kullanım alanları” daha da genişletildi ve 2017 yılında yapılan yasa değişikliği sayesinde iddia makamının artık “kurulduğu iddia edilen suç örgütünün yapısına dair” detay vermesi bile gerekmiyor.
Paragraf 129’a atıf yapıldığında tek bir davada birden fazla suçlama da görülebiliyor. Örgüt üyesi olduğu iddia edilen kişilere yönelik kapsamlı soruşturmalar hemen onaylanıyor. Suçun tarifinin 129’uncu paragraf üzerinden yapılıyor olması, neredeyse ülkedeki solcuların tamamı hakkında soruşturma yürütülmesi ve bilgi toplanmasına gerekçe yapılıyor.
129’uncu paragrafta göre örgüt üyesi olmak, örgüte yeni üye bulmak ya da örgüte destek olmak da suç olarak tanımlanıyor. Bu maddeler sayesinde “liberal demokrat devlet” herhangi bir “örgütlü” hareketi, suç örgütü tanımıyla yan yana koymuş oluyor. Faşizm karşıtı hareketler de bu tanım altına giriyor. Bu tür davalarda paragraf 129’a atıf yapılması, “devlete yönelik suçlar” anlatısını ön plana çıkarıyor ve hem solcu dayanışmaya, hem de toplumun geri kalanının sempati duymasına engel olmayı amaçlıyor.
Fakat bu taktiğin bazı durumlarda ters teptiğini de söylemek gerek. Siyasi Güzellik Merkezi isimli performans sanatı kolektifi, Berlin’in Holokost Anıtı’nın bir kopyasını sağcı AfD partisi liderlerinden Björn Höcke’nin evinin yanına inşa etmişti. Höcke sağcı medyanın da desteğini alarak Siyasi Güzellik Merkezi’ni terör örgütü ilan etmek için paragraf 129 üzerinden yargı sürecini başlatmaya çalıştı.
Türingiya eyaletinin yargı mensupları bu mesnetsiz iddiaları ciddiye almaya karar verdiler ve sağ siyasetin yargı üzerindeki etkisini bir nevi gözler önüne serdiler. Suçlamalar başarısız oldu fakat yargı süreci neticesinde Siyasi Güzellik Merkezi tüm kamuoyu tarafından bilinir oldu ve merkezden yapılan açıklamalarda “suç ortaklarına” seslenildi, “agresif hümanizm için sivil direniş” çağrıları yapıldı.
ÇİFTE STANDART
129’uncu paragraf dayanak yapılarak, siyasi motivasyonlarla yürütülen bu tür soruşturmaları eleştirenler genellikle “denklik” gerekçesini ortaya koyuyor. Antifa-doğu davası bu açıdan değerlendirildiğinde de geçmişte görülen “sağcı” davalarından ayrışıyor. Sağcılar yargılandığında soruşturmalar böylesi kapsamlı şekilde genişletilmiyor ve kamuoyu önünde sansasyon yaratmak için kullanılmıyor. Lina E.’nin yargılandığı dava kapsamında bir rapor kaleme alan Alman Federal Anayasa Koruma Teşkilatı (Almanya’nın iç istihbarat ajansı), ülkede yükselen “aşırı solculuğa” dair uyarılarda bulunuyor. Yıllık faaliyet raporunda da radikalleşme endişelerini tekrar ediyor ve “faşizm karşıtlığı” adı altında aşırılıkçı ideolojilere insan çekildiğini öne sürüyor.
Rapor her nasılsa aynı zamanda “sol kaynaklı şiddet olaylarında” yüzde 39’luk düşüş yaşandığını da söylüyor ve işlenen suçların büyük bölümünün mala zarar verme şeklinde olduğunu söylüyor. Buna karşın aynı istatistikler siyasi motivasyon içeren “sağcı” suçlarının altı kat daha sık görüldüğünden ve artışta olduğundan söz ediyor, işlenen suçların büyük bölümünün kişilere yönelik saldırılar olduğunu ortaya koyuyor.
Halkın istihbarat ajansına güveni oldukça düşük. Nasyonal Sosyalist Yeraltı isimli örgütün yargılanması sürecinde, bu güven hızla erimişti. 2000’li yıllarda 10 göçmenin ölümünden sorumlu tutulan bu neo-Nazi yapılanma yargılanırken, Alman istihbarat örgütleri ve aşırı sağcılar arasında köklü bağlar olduğu anlaşılmıştı. Almanya’da savaş sonrası dönemde “hatırlamak” ve “unutmamak” gibi sözcükler siyasetin belirleyicisi kabul ediliyor. Buna rağmen, popülist AfD partisinin doğuşundan bu yana artış gösteren şiddet olaylarına duyarsız kalan yetkililer, giderek daha fazla tepki ve eleştiri topluyorlar.
SOLA İHTİYAÇ VAR
Devletin yetkilerinin farklı siyasi gruplara karşı aynı şekilde kullanılması gerektiği gerçeğini bir kenara koyalım. Buna gelene kadar, “neo-Nazi” olmak ile “militan anti-faşist” olmanın aynı şey olmadığını ifade etmemiz gerek. Ana akım medyada solcu ve sağcı radikaller ile yazılıp çizilenler genellikle “at nalı teorisi” ile yola çıkıyor. Siyaset bilimcilerin itibar etmediği bu teoriye göre, aşırı sol ve aşırı sağ benzer şekillerde “aşırıdır” ve merkez siyasetin “tarafsızlığı” yanılsamasını yaratır. Siyasi ekosistem bu bakış açısıyla ele alındığında farklı siyasi akımları, farklılaşan siyasi tezleri gözden kaçıyor, gerici ve demokrasi karşıtı siyasi görüşler de “meşru” fikirler gibi siyaset sahnesinde kabul görüyor.
Popülist AfD partisi Almanya’nın merkez siyasetini sağa kaydırmayı başardı. 2023 yılındaki kuruluşundan bu yana toplum nezdinde büyük kazanımlara imza attı. Etnik milliyetçiler, milliyetçi muhafazakârlar, devletçi neoliberaller arasındaki bir tür koalisyonun ürünü olan AfD, ülkenin en güçlü ikinci siyasi partisi haline geldi. Son anketlere göre oy potansiyeli, iktidardaki Sosyal Demokrat Parti’den de yüksek. Partinin federal düzeyde başarılı olması hâlâ uzak bir ihtimal gibi görünse de, toplumun sağ popülizme verdiği tepki hiç de gür değil.
Lina E. ve arkadaşları beş sene hapis cezası aldılar. Liberter Özgür Demokrasi Partisi, Merkez sağcı Hristiyan Demokrat Birlik ve hatta SPD gibi partiler bile çıktılar “solcu radikallerin hafife alınmaması gerektiğinden” dem vurdular. Mahkemenin aldığı kararı kamuoyunu önünde eleştiren tek lider, Yeşil Gençlik lideri Timon Dzienus oldu. Almanya’da yükselen aşırı sağ, manşetlerde yer bulmaya devam ediyor. Yükselen sağ karşısında, toplum tarafından sahiplenilecek sol harekete ihtiyaç var.
Çeviren: Fatih Kıyman
Kaynak: Jacobin