Gelelim Kuru Otlar Üstüne’ye… Nuri Bilge Ceylan’ın son filmi festivalin temel heyecan kaynağı bu sene. Türkiye’de gelecek hafta vizyona girecek film, öncesinde ilk gösterimini Adana’da yaptı. Festival salonlarında, koridorlarda Ceylan’ın ve onun peşinde koşan birilerini görmek de açıkçası son derece hoştu.

Altın Koza üzerine

Murat Tırpan - Akademisyen, Sinema Eleştirmeni

Uluslararası Adana Altın Koza film festivalinin otuzuncusu devam ediyor ve bu yazıyı okuduğunuzda ödüller dağıtılmış olacak. Bu yıl, festivalin otuzuncu yılında, bir şeylerin eksik olduğunu hissetmek kaçınılmaz. Ödüllerin sahiplerini bulduğu şu anlarda festivalin ulusal yarışmasının, ne yazık ki, bir zamanlar sahip olduğu parlaklığı yitirmiş durumda olduğunu söyleyebiliriz. Yıllar boyu, Adana’nın ulusal yarışması, Türk sinemasının en iddialı projelerini ağırladı. Ancak özellikle son birkaç yılda, bu platform giderek daha çok genç ve deneyimsiz yönetmenlerin ilk veya ikinci filmlerine ev sahipliği yapar oldu. Elbette, her festivalin “ilk gösterim” hülyaları anlaşılır; fakat bu, izleyicilerin vasat projelerle yetinmek zorunda bırakılacağı anlamına gelmemeli. Bu eğilim, kemikleşerek Koza’nın kimliğine dönüşme riski taşıyor ve umarım gelecekte bu durum tersine döner ve eskisi gibi eski heyecanlı ve sinema hazzı yaşatabilen bir ulusal yarışma ile karşılaşabiliriz. 

Tüm bunlara rağmen yarışan filmlerinden izlediklerime bakmamız gerekirse Çatlak’tan sonra büyük beklentilerle gittiğimiz Fikret Reyhan filmi Cam Perde’nin beklentileri karşılamadığını, oyunculuklarda şansı olabilse bile bütüncül olarak tatmin edici görünmediğini; çevresinde ilginç bir hype olan Anasının Kuzusu’nun ilginç biçiminin/kurgusunun hakkını hikâye bazında veremediğini söyleyebiliriz. Bir diğer biçimi ve cesur deadpan tarzıyla öne çıkan film olan Sanki Her Sey Biraz Felaket’in de aynı kaderi paylaştığını eklemeliyim. Anasının Kuzusu ve Sanki Her Şey Biraz Felaket beklenti yaratan, olmasını istediğimiz ama o biçimin hakkının verilemediği filmler. Yüzleşme, Öte, Kıyıda gibi diğer işler ise ne yazık ki vasatın üstüne çıkamayan hatta altına düşen filmler olarak hatırlanacak. 

Ceylin filmine ise özel bir parantez açmakta yarar var. Aslında Adana’daki çocuk işçilerin hikâyesine dramatik bir bakış atan Ceylin’in sinemasal değeri hakkında konuşmaya fırsatımız olamadı çünkü film daha çok meraklısının bir sosyal medya aramasıyla görebileceği gibi “ortak yönetmen” tartışmasıyla gündeme geldi. Filmin yönetmenlerinden biri isminin künyede ve festival başvurusunda olmadığını söyleyerek itiraz ettikten sonra filmin gösteriminde de yoğun protestolar yaşandı. Detaylarına girmenin çok gerekli olmadığı bu tartışmanın bu ilk filme ve yaratıcılarına zarar verdiği, bu sürecin çok kötü yönetildiği ortada. İlk filmlerini ortak bir emekle yapmaya karar vermiş genç sinemacıların bu hatalara düşmemeleri ve bu tür süreçlerden ders almaları gerek. Sinema bir ekip işi ve nihayetinde hukuk ne derse desin etik herkesin emeğinin karşılığını görmesini gerektirmez mi? 

Siz bu yazıyı okuduğunuzda sonuçları biliyor olacaksınız ama benim için seçkinin öne çıkanı Eylem Kaftan’ın Bir Gün 365 Saat adlı filmiydi. Film hem meselesi ve ona yaklaşımıyla hem de Adana’daki film seçkisinin zayıflığıyla sizi “kendisini sevmeye mecbur bırakan” bir iş. İki genç kadının yaşadıkları istismar deneyiminin ve mücadelesinin birleştiği bir film Bir Gün 365 Saat. Bu iki kadının tesadüfi olarak buluşmasının onlara tacizcilerle mahkemede mücadele etme gücünü verirken elbette diğer genç kadınların adalet aramalarına yardımcı olan cesaret verici bir yanı var. İstismar deneyiminin birleşmesinin yarattığı güç filmin erdemi, yönetmenin bu durumu başarıyla bu kez sinemasal bir deneyime dönüştürmesi de öyle. 

Bir Gün 365 Saat zaman zaman elimizdeki gerçekliği yeniden yaratırken fazla sofistike bir noktaya yücelten manipülasyonlara sahip olsa da –keşke biraz daha sadeleşebilseydi– meselesinin çarpıcı gerçekliğiyle, genel olarak estetik tercihleriyle ortalamanın üstünde bir belgesel. Umarım ki filme ödül çıkacaktır. 

Ulusal yarışma dışında festivalde elbette başka etkinlikler, kısa ve belgesel film yarışmaları da var. Ama ben vurguyu film akademisi ve elbette Nuri Bilge Ceylan’ın son filmine yapmak istiyorum. 

Festivalin önemli parçalarından biri olan Çukurova Altın Koza Sinema Akademisi benim de ucundan kenarından katkıda bulunduğum paneller, workshoplar gibi etkinliklerle Türkiye’nin farklı üniversitelerinden gelen öğrenci ve akademisyenlere yönelik etkinlikler düzenliyor. Bu yıl özellikle Görüntü Yönetmenleri Derneği işbirliğiyle yapılan etkinlikler dikkate değerdi. Bu tür interaktif workshoplar öğrencilerin alanın uzmanlarıyla sadece dinleyerek değil bire bir pratik çalışma yapmalarını sağlaması açısından çok önemli. Ayrıca Yamaç Okur’un yapımcılık üzerine yaptığı etkinlik de oldukça ilgi topladı. 

Gelelim Kuru Otlar Üstüne’ye… Nuri Bilge Ceylan’ın son filmi festivalin temel heyecan kaynağı bu sene. Türkiye’de gelecek hafta vizyona girecek film, öncesinde ilk gösterimini Adana’da yaptı. Festival salonlarında, koridorlarda Ceylan’ın ve onun peşinde koşan birilerini görmek de açıkçası son derece hoştu. Üzerine ayrı bir yazı yazacağım film İstanbul’a atanmaya çalışan bir köy öğretmeninin yaşadıklarını anlatıyor. Bu köy öğretmeninin yalnızlığını, çıkışsızlığını... Ve bunu çözmek için bulduğu çözümleri, ikameleri... Hatırlanacağı gibi Merve Dizdar’a Cannes’da En İyi Kadın Oyuncu ödülü getiren filmin aslında tüm oyuncuları iyi. Zaten “Bilge hoca” her şey bir yana iyi oyuncu yönetimiyle de bilinir. Üç saat on yedi dakikalık uzunluğuna rağmen rahatça izlenen film Ceylan’ın filmografisinde yepyeni biçimsel denemelerin de görüldüğü bir iş. Gelecek hafta vizyona girecek olan Kuru Otlar Üstüne’yi o vesileyle bu sayfalarda ayrıca konuşacağız. 

Sonuç olarak, Adana Altın Koza Film Festivali’nin otuzuncu yılı zayıf bir ulusal yarışma ama öte yandan nitelikli etkinlikler ve NBC’nin filminin heyecanıyla karakterize edilebilir. Şimdi, perdeler kapanırken, bir sonraki yıl daha parlak filmlerle karşılaşmak umuduyla rotamızı Antalya’ya çevirelim.