ABD’de ekonomik durgunluk ihtimali azalmış gibi. Buna rağmen, Amerikan halkı mevcut politikalardan oldukça hoşnutsuz. Bunun birkaç açıklaması olabilir. Başlıca sebeplerden biri, yerine getirilmeyen sözler.

Amerikalı seçmen neden mutsuz?
ABD’de geçen aylarda üç büyük otomotiv şirketinde eş zamanlı olarak greve gidilmişti. (Fotoğraf: AA)

Pinelopi Koujianou GOLDBERG

“Önce ekonomi, aptal!” Bu ünlü slogan, Bill Clinton’ın 1992 yılında yürüttüğü seçim kampanyasına ait. Herhangi bir seçim döneminde Amerikalıların zihninde yer tutan başlıca konuyu özetlediği düşünülürdü. Bu sloganın doğruluğu, mevcut seçim döneminde bir kez daha kanıtlanacak mı?

ABD ekonomisinde zafer ilan etmek için erken olsa da, enflasyon dizginlenmiş ve ekonomik durgunluk endişeleri azalmış görünüyor. İşgücü piyasası hâlâ güçlü ve Joe Biden’ın politikaları ağırlıklı olarak dar gelirli Amerikalılara fayda sağladı (fakat yapılması gereken çok şey var). Ancak anketlere baktığımızda seçmenin ekonomi yönetiminden memnun olmadığını görüyoruz.

Memnuniyetsizlik yalnızca Biden yönetimine özgü değil ve “ekonomi liderlerinin” tamamına uzanıyor. ABD Merkez Bankası Başkanı Jerome Powell mevcut yönetimden önce de görevdeydi. Memnuniyetsizliğin kökeni, Ortadoğu’daki son dış politika kararlarından da önceye dayanıyor. Daha ziyade, ekonomistlerin ABD ekonomisine dair bakış açısıyla, halkın kendi refahlarına bakışı arasında derin farklılıklar olduğu anlaşılıyor.

∗∗

Bunu nasıl açıklamalı? Olası gerekçelerden biri adaletsizlik. Gini katsayısı ile ölçülen “standart gelir adaletsizliği” rakamına bakacak olursak artan hoşnutsuzluğu açıklayamıyoruz. Bu katsayı önceki son yıllarda artış gösterirken son yıllarda yatay seyretti ve Biden’ın politikaları bilhassa gelir adaletsizliğini azaltma amacı taşıyordu.

Diğer yandan sağlık hizmetlerinde bölgesel adaletsizlikler halen çarpıcı boyutlarda. Kısa vadeli ekonomik politikalar bu tür çarpıklıkları gidermekte pek yararlı olamıyor. Daha da önemlisi, ülkenin birçok bölgesinde yaşayan insanlar, siyasi ve akademik elitler tarafından “unutuldukları” izlenimine sahipler. Bu kişilerin Ohio eyaletinden çok Filistin’i önemsedikleri düşünceleri var.

Özellikle genç kuşağa dair seslendirilen diğer bir olasılık ise yapay zeka teknolojileri gelişirken, jeopolitik çatışmalar artarken ve iklim değişikliği ile ilintili riskler tırmanırken mesleki ve ekonomik fırsatlara dair belirsizliğin artıyor olması. Yukarı yönlü “sınıfsal hareketlilik” artık eskisi kadar mümkün görünmüyor.

Bu yaklaşım kendi içinde sorunlu olabilir çünkü önceki kuşakların kazanımlarının “retrospektif” analizine dayanıyor. 1990’lı yıllarda üniversiteden mezun olmanın ya da iş piyasasına o günlerde katılmanın piyangoda büyük ikramiye kazanmakla eşdeğer olduğunu şimdi görebiliyoruz. Küreselleşme hızla artıyor, ekonomiler büyüyordu. Fakat o dönemi yaşayan kuşaklar için yine bol miktarda belirsizlik ve kaygı söz konusuydu. Şu an genç kuşakların yaşadığı kaygıları, o dönemin gençleri de yaşıyordu. Fakat bunlar şu an olduğu gibi “kitlesel ve yaygın” kaygılara dönüşmemişlerdi.

Üçüncü bir yaklaşım da ülkede kurumların ve toplumsal yaşamın gerilemesine dayanıyor. Örnekler arasında toplumsal tartışma zemininin yitirilmesi, “yaşlıların iktidarının” kök salması, siyasi kutuplaşmanın artması, politika tasarılarındaki uyuşmazlık (bu konuda borç tavanı krizlerini düşünebiliriz) gibi konular var. Bu konular ekonomiyle yalnızca “dolaylı” şekilde ilintili olsa da Amerikan demokrasisinin temel işlevlerine dair hayal kırıklıkları yaratıyor.

Daha iyimser bir açıklama ise memnuniyetsizliğin kökeninde, ABD toplumunda yaşanan “ilerlemeler” olduğunu söylüyor. Bazı eşitsizlikler artmış olsa da diğerleri önemli oranda azaldı. Kadınlar, Siyah Amerikalılar ya da LGBTİ+ bireyler için temel hakların 20 yıl öncesine kıyasla daha iyi olduğuna hemen herkes katılıyor. Konuya göreli olarak yaklaştığımızda en büyük kayıpları yaşayan kesimin beyaz erkekler olduğunu söyleyebiliriz. Eğer yaşananları daima “kazanan-kaybeden” denklemi üzerinde tarif edecek olursak ayrıcalıklarını yitiren toplumsal kesimlerin memnuniyetsiz olmasına da şaşırmamalıyız.

“Olumlayıcı” diğer bir açıklama ise hoşnutsuzlukların ardında yatan sebebin insanların olası fırsatlar ve başarıya giden faktörlere (“oyunun kurallarına”) daha hakim olmasından geçtiğini söylüyor. İnsanlar elde ettikleri başarılardan memnun olmak yerine, gerçekleştiremedikleri hayallerine yoğunlaşıyor.

∗∗

Ülkenin en iyi üniversitelerinin başvuru ve kabul rakamlarını düşünelim. Çalıştığım kurum olan Yale Üniversitesi’ne 2007 yılında 18 bin başvuru yapılmıştı. Bu yıl ise başvuru sayısı 52 bin olarak gerçekleşti. Dolayısıyla Yale, bir avuç insan hariç herkes için “erişilmez” bir noktada duruyor. Buna rağmen başvurular artmaya devam ediyor. Oluşan bu durumun olumsuz sonuçlarından biri, başvurusu kabul olmayan kişi ve ailelerin “elit üniversiteler tarafından reddedilmiş” hissetmeleri. Edindikleri izlenim fırsat eşitliğine sahip oldukları değil, toplumsal vaatlerin tutulmamış olması.

Benzer hayal kırıklıklarını bireysel kariyer gelişimi ya da kurulan işletmelerin başarı oranlarında da görülebilir. Olası olumlu çıkarımlardan biri, insanların bir sonraki fırsatı kovalamaktan geri durmamaları.

Toplumsal dinamiklerin bir çoğunda olduğu gibi, günümüzün hoşnutsuzluklarının muhtemelen birden fazla açıklaması var. Ekonomistler bunu kabul etmemekte direnseler de “Sebep yalnızca ekonomi değil, aptal” demekte fayda var.

Çeviren: Fatih Kıyman

Kaynak: Project Syndicate