Google Play Store
App Store

Bugün Türkiye’nin kurtuluşu, ancak bağımlılık ilişkilerinden bütünüyle sıyrılarak mümkün. Bu da imkânsız değil, bağımsız bir yeniden kuruculuk iddiasında ısrar ve cesaret ile mümkün.

Amerikan demokrasisi

YUSUF TUNA KOÇ

AKP-ABD ilişkileri, son 19 yılın belki de en kötü dönemini yaşıyor. Biden’in Beyaz Saray’a geçişinden beri hiçbir görüşme istendiği gibi geçmedi, üzerine büyükelçilik ve teröre destek açıklamaları gibi “krizler” de yaşandı. Üstelik, Erdoğan’ın Biden ile görüşme umuduyla bir hafta boyunca New York sokaklarını turlaması da Türkiye-ABD ilişkileri tarihindeki en aşağılayıcı anlardan biriydi. Bu soğukluğu, Saray rejiminin antidemokratik, gerici, baskıcı politikalarının bir yansıması olarak görmek, ancak acıklı derecede liberal bir hezeyana delalet eder. Saray rejiminin, Biden yönetimiyle arzu ettiği yakınlığı kuramamasının nedeni güçten düşmesi.

BİTMEYEN DEMOKRASİ MASALI

Hannah Arendt’in emperyalizme armağanı olan liberal özgürlükler masalı, Soğuk Savaş döneminden beri ABD merkezli batı kutbunun, tüm emperyalist yağma politikalarının merkezinde yer alıyor. Öyle ya, komünist, sosyalist yönetimlere karşı eğer eşitlik üzerinden rekabet edemezseniz, sizde onlarda olmayan demokrasi ve özgürlükler olduğuna inandırmak zorundasınız. Nitekim tüm Batı medyasının her on yılda bir yeni emperyalist cihatları için yeniden icat ettiği demokrasi ve özgürlükler, her dönem kendine yeni karşıtlar da yaratabiliyor! 91 öncesi SSCB, sonrasında Ortadoğu’da Baas yönetimleri, Latin Amerika’da sol iktidarlar, hepsinin ortak noktası bir türlü şu ABD’deki mükemmel demokrasiden bir türlü ithal edememiş olmaları!

Biden yönetimi de bugün Çin’e yönelik giriştiği yeni Soğuk Savaş’ta tekrardan bu demokrasi söylemini yürürlüğe soktu. Uluslararası alanda rekabet içerisinde olduğu Çin, Rusya ve Latin Amerika’daki sol yönetimlere karşı, en son Irak işgalinde eskitilen demokrasi söylemleri, kurtarıcı ABD’nin “yeni” sloganı olacak. Tabii ki bu demokrasi, eskisi gibi doğrudan işgallerle olmasa da vekalet savaşlarının Suriye ve Ukrayna’da sürdürülmesi, Latin Amerika’da darbe ve suikast girişimleriyle gelmeye devam edecek.

KRİZLERİN SEBEBİ

Nitekim Biden yönetiminin saray rejimiyle anlaşamamasının en kabaca tasviri olarak da bu politika değişikliği gösteriliyor. Aslında, Beyaz Saray’ın daha beyaz sarayla demokrasi vb. konularda gerçek bir anlaşmazlığı yok, kamuoyunun anlaşmazlık olduğunu düşünmesine ihtiyacı var. Bakılması gereken nokta ise bu görüntünün altının hangi noktalarda doldurma gereksinimi duyulduğu.

O zaman, geçtiğimiz hafta yaşanan büyükelçi krizini nasıl okumak gerek? Her ne kadar 10 büyükelçiliğin ortak açıklamasından söz edilse de bu açıklamaların doğrudan ABD merkezli şekilde organize edildiği açık. Nitekim Saray’ın geri adım attırdık diye yutturduğu 42. madde açıklamalarının ardından da yine en sert açıklama ABD’den gelmiş, Elçilik bir sonraki açıklamasında benzeri açıklamaların süreceğini belirtmişti.

Büyükelçilik krizi gibi spekülatif bir gündemden çok daha görünür olan hamle ise terör açıklaması oldu. ABD, açıkça NATO müttefiki Türkiye’nin teröre finansman desteği verdiğini açıkladı. ABD’nin orta doğudaki çıkarları için bir tehdit olduğunu ifade etti. Buna paralel olarak Birleşmiş Milletler’in Mali Eylem Görev Gücü tarafından terör finansmanı sebebiyle gri listeye alındı.

Erdoğan ve Biden arasında, Dışişleri’nin yoğun temas ve çabaları sonrası gerçekleşebilmiş bir saatlik ziyaretin sonuç metni, olanların perde arkasını gösteriyor. Türkiye, parasını ödediği halde alamadığı F-35’lerin yerine istediği yeni model F-16’lar konusunda da istediğini alamayacak durumda. Dolayısıyla ABD’ye bu uçaklar için ödenen 1,4 milyar dolar boşa gittiği gibi amaçlanan tekrar yakınlaşma da sağlanabilmiş değil.

Saray rejimi ise ABD ile hoşnutsuzlukları gidermek için elindeki tüm seçenekleri sonuna kadar zorluyor. Taliban’ın tam kontrolüne geçmeden önce konuşulan Kabil Havalimanı’nın savunulması teklifi bunun içindi. Aynı zamanda, ABD’nin Karadeniz’deki en güçlü müttefiki olarak, Rusya’ya karşı Ukrayna’ya en büyük askeri ve politik desteği de Moskova ile gerilme pahasına yine Türkiye sağlıyor. Üstelik uzun süredir PYD veyahut Gülen konusunda da yüksek sesle hiçbir itirazda bulunulmuyor.

ZAYIF MÜTTEFİK

Tüm bunlara rağmen ABD’nin Saray ile görünürde olmasa bile arka planda yakın bir işbirliğine yanaşmaması, bundan da öte son büyükelçi krizinde görüldüğü üzere müdahale tonunu artırmasının ardında Erdoğan iktidarının zayıflaması yatıyor. Son bir yılda ekonomik kriz ile çok daha ivmeli şekilde toplumsal desteğini yitiren, dış politikada herhangi bir başarı sağlayamayan, muhalefetin ülkenin gündeminde daha fazla kontrol sahibi olduğu, iktidar ortakları arasında Peker olayında görüldüğü üzere ciddi çatlaklar oluşmuş bir durumda, Biden herhangi bir şekilde Erdoğan’ın kefili olmak istemiyor. İhtiyaç da duymuyor!

Biden yönetimi, müttefik ülkelerin liderleriyle samimi pozlara ihtiyaç duymadan, doğrudan güç ilişkileri üzerinden istediğini yaptırabildiği ölçüde bunu yapmaktan çekinmiyor. Bugün Türkiye ile kurulan ilişkide de Ukrayna, Suriye, Afganistan, herhangi bir konuda hükümetten istediğini alabilirken Erdoğan’a bir meşruiyet sağlama gereksinimi duymuyor. Saray rejiminin boyası döküldükçe, bağımlılık ilişkileri daha da çıplaklaşıyor.

MUHALEFETİN ÇIKMAZI

Tam bu noktada iktidara talip olan ana muhalefetin yaklaşımı ise asıl tartışma konusu. Geçtiğimiz yıllarda AKP’den önce IMF ile görüşen, küçük ortakları AKP’nin “good boy” diye sevildiği dönemin bakanları olan muhalefetin de asıl isteği de iktidarını Amerikan demokrasisi ile (!) taçlandırmak. Türkiye’nin 2002 sonrası neoliberal dönüşümünü, bu dönüşümün doğal sonucu olan 5’li çete gibi son tahlilde önemsiz pürüzleri temizleyerek kaldığı yerden devam ettirmek, aslen Amerikancı 12 Eylül darbesinin getirisi olan gericilik ile yapısal anlamda bir hesaplaşmamaya girmemek, muhalefetin açıkladığı hedeflerin satır aralarında ortaya çıkan sonuçlar. Nitekim ne idüğü belirsiz bir “güçlendirilmiş parlamenter sistem” ile de şu an tek anlaşılan, güçler ayrılığına geri dönüş. Ancak parlamenter sistemin partiler kanununun ve seçim yasasının, bugün süregelen başkanlık sistemini doğuran sorunlarına ilişkin herhangi bir söz söylenmiyor. Doğrusu, aynı Biden’in içeride yaratmaya çalıştığı dengeleyici unsurları zorlamayan hükümet imajının aynısını Türkiye’ye uyarlamanın ötesinde herhangi bir dönüşüm gözükmüyor.

Tersine, tam da ABD’de yeni sistem ile tam uyumlu çalışmaya hazır bir muhalefet var. Oysa bugün en az konuşulan sorunlardan biri, AKP’nin ülkeyi soktuğu bataklığın her aşamasında bu hevesli bağımlılık ilişkileri içerisinde hareket etmiş olması. Türkiye’yi kurtaracak olan daha iyi Amerikancılık değil, AKP’den daha iyi AKP’cilik de değil. Ekonomik ve politik bağımsızlığı önüne koyamayan bir dönüşüm programının, AKP’nin bugün içine saplandığı çıkmazlardan, hem de bu çok aktörlü şekliyle çıkabilmesinin imkanı yok. Türkiye, ekonomik anlamda neoliberal sistemin getirdiği bir tükenişin içerisinde. Bu ekonomik sistemden çıkmayı hedeflemeyen bir ekonomi politikası ile ne döviz krizi ne enflasyon ne işsizlik çözülemez. Gelir eşitsizliği neoliberal programın dışladığı güvenceler geri getirilmeden iyileştirilemez. Dışa bağımlılık, özelleştirmeler ve büyük sermayeye verilen açık çeklerle düzeltilemez.

BAĞIMSIZLIK CESARETİ

Hakeza, ABD’nin yeni dönemde hedefe koyduğu ve Türkiye’yi yakından ilgilendiren Ukrayna, İran gibi ülkeler konusunda hem ekonomik bağımlılık ve destekten vazgeçmeden, hem de her istendiğinde hazır ola durulmadan bir ılımlı politik hat da belirlenemez. Dolayısıyla iktidarın düzelmeye ilişkin sözleri artık kulağa ne kadar komik ve abes geliyorsa, muhalefetin 4-5 yıl öncesine dönüp, aynı izlekte farklı sonuç alma iddiası da o kadar komik ve abes. Bugün Türkiye’nin kurtuluşu, ancak bağımlılık ilişkilerinden bütünüyle sıyrılarak mümkün. Bu da imkânsız değil, bağımsız bir yeniden kuruculuk iddiasında ısrar ve cesaret ile mümkün. Yeniyi kurmanın mümkünatını, 55 yıl önce bir kasım sabahı Meksika’dan Küba’ya yola çıkan Granma yatında, kendi hikayelerinin kahramanı olabilenlerin cesareti göstermişti. Öyleyse gün, o cesareti tüm ülkeye yayma günü.