Amerika dışından bakanlar için protestolar şaşırtıcı gelebilir. Ancak bu protestolar aylardır büyüyen bir dalganın patlaması. Eylemler aynı zamanda daha uzun bir sürece tekabül eden bir sosyal ve siyasi birikimi de ifade ediyor.

Amerikan Gençliğinin Filistin İsyanı: Uzunca bir süredir biriken öfke patladı
Fotoğraf: AA

Doç. Dr. Yonca ÖZDEMİR - Haverford College

Amerika’daki Filistin’i destekleyen öğrenci protestoları geçen haftadan beri dünyanın gündemine oturmuş durumda. Amerika dışından olaylara bakanlar için bu protestolar şaşırtıcı gelebilir. Ancak bu protestoları, aylardır büyüyen bir dalganın patlaması olarak görmek gerekiyor. Ayrıca bu protestolar daha uzun bir sürece tekabül eden bir sosyal ve siyasi birikimi de ifade ediyor.

KİM BU PROTESTOCULAR?

Öncelikle protestocuların kimler olduklarını anlamak önemli. Protestoların ilk ortaya çıktığı üniversiteler New York ve Boston gibi siyasi olarak en ilerici şehirlerin en seçkin kurumları. Kendi deneyimimden yola çıkarak söyleyebilirim ki, protestocular derken dünyanın en saygın akademisyenlerinden son derece ilerici ve özgürlükçü bir eğitim alan son derece yüksek standartlara sahip öğrencilerden bahsediyoruz. Amerika yükseköğretim sistemini tanıyanlar bilirler, mühendislik ve fen bilimlerinde okuyanların dahi belli miktarda sosyal içerikli ders alması şarttır. Dolayısıyla ilerici sosyal bilim derslerinden tüm öğrenciler nasibini alır.

İlerici derken kastettiğim derslerin eleştirel düşünmeyi teşvik eden, öğrencilerin ana akım ve mevcut sistemin ötesinde düşünmelerine yardımcı olan içeriklere sahip olması. Zaten eleştirel düşünmeyi geliştirmek Amerika'nın iyi üniversitelerinin en önemli hedeflerinden biri. Örnek vermek gerekirse, tüm dünyada “Oryantalizm” kuramının babası dünyaca ünlü sosyal düşünürlerden ve kendisi de Filistin kökenli olan Edward Said Columbia Üniversitesi’nde ders veriyordu. Oryantalizm, özellikle de Doğu toplumları söz konusu olduğunda, sosyal anlatıların nasıl çoğu zaman ırkçı veya önyargılı stereotipler yaratarak Batı sömürgeciliğini ve emperyalizmini meşrulaştıran bir dünya görüşü yarattığını açıklayan bir teoridir.

COLUMBIA TESADÜF DEĞİL

Dolayısıyla, bu protestoların ilk patladığı yerin Columbia Üniversitesi olması hiç de tesadüf değil. Hatta öğrencilerden birinin taşıdığı pankartta şu yazıyordu: “Columbia, eğer kullanmamı istemiyorsan, bana niye Edward Said’i okutuyorsun?” Evet, aslında bu protestolar öğrencilerinin derslerini çok iyi anladığını ve iyi öğrenciler olarak da derslerde öğrendiklerini uygulamaya koyduklarını gösteriyor. Yani, özgür düşünceyi, insan haklarını, soykırımı ve postkolonyalizmi öğrettiğiniz gençlerin Filistin’de bugün olanlar karşısında susmasını bekleyemezsiniz. Nitekim susmadılar.

Ayrıca, Amerika'da üniversite eğitiminin oldukça pahalı olduğunu düşünürsek, dünyanın en pahalı ve kabulü zor üniversitelerindeki öğrencilerin çoğunun, Amerikan toplumunun en ayrıcalıklı kesimi olarak kabul edilebilecek beyaz üst sınıflardan geldiğini de görebiliriz. Ancak, son yıllarda ilerici üniversitelerin artan ölçüde uyguladıkları çeşitlilik ve eşitlik politikaları sayesinde, ayrıcalıklı kesimlerden olmayan ve farklı ırklardan parlak öğrencilerin de bu kurumlarda okuması burslar aracılığıyla mümkün hale geldi.

Columbia Üniversitesi’nde akademisyenler, öğrenciler ile polislerin arasına kalkan oldu.
(Fotoğraf: X / Resist_05)

ÜST SINIFTAN GELENLER

Protestocuların görünen bir kısmı siyah, Ortadoğulu, Asyalı ya da Latin kökenli olsa da ciddi bir kısmı da ayrıcalıklı beyaz ailelerin çocukları, özellikle de genç kadınlar. Seçkin kategorisindeki bu gençler belki de ilk kez sistemle karşı karşıya geliyorlar ve ilk kez polis şiddetine maruz kalıyorlar. Ayrıca bu en seçkin üniversitelerde okuyan gençler Amerika’nın (ve dünyanın) ilerideki en üst düzeyde yöneticileri olacak kişiler. Bu açıdan bakıldığında, durumun ne kadar önemli olduğu daha da iyi anlaşılabilir. Bu nedenle, protestoların telaşla polis yoluyla bastırılmaya çalışılması, ilerici Amerikan gençliğinin ve dolayısıyla Amerika'nın geleceğinin disiplin altına alınmaya çalışılması ve sistemin şiddet yoluyla korunmaya çalışılması olarak yorumlanabilir.

BİRİKENİN DIŞAVURUMU

Bu protestolar birden geçen hafta ortaya çıkmadı. Yakın geçmişe gidersek, gençler Trump döneminde hızla politize olmaya başlamıştı. Gençlerin gerici ve ırkçı sağ popülist akımların özgürlüklerini tehdit ettiğini anlamaları zor olmamıştı. İlk protestolar genelde kadın hakları üzerineydi. Sonra, 2020 yılında patlayan “Black lives matter” (Siyahların hayatı önemlidir) hareketi esnasında da gençler ve öğrenciler oldukça hareketliydi. Hatta bu süreçte bu seçkin üniversitelerdeki öğrenci örgütlerinin üniversite yönetimlerinden ırksal eşitlik için pek çok talepte bulunduğunu ve yönetimlerin de bunları çoğunlukla karşıladığını biliyoruz. Örneğin, benim bulunduğum üniversitede 2020’de iki haftalık bir öğrenci grevi sonrası üniversite çapında ırkçılık karşıtı yeni reformlar üniversite yönetimi tarafından taahhüt edilmiş ve bütçelendirilmiş. Dolayısıyla, öğrenci mobilizasyonu Filistin konusu ile değil, özellikle Trump döneminde hızlanan sosyal ve politik kutuplaşma ile başladı.

BİR TABU YIKILIRKEN

Bu gelişme bir başka büyümekte olan ve Filistin olayı ile patlayan bir sosyal olgu ile birleşti: Amerikan Yahudi toplumunun, özellikle de gençlerinin siyonizmden kopuşu. Şimdiye dek Yahudi toplumu arasında idealize edilip tabu haline getirilmiş olan İsrail, “Not in my name!” (Benim adıma değil!) sloganıyla artık pek çok Amerikalı Yahudi tarafından eleştiriliyor. Pek çok Yahudi genç özelde Netanyahu’nun ortaya bir katliam çıkartan politikalarını, genelde de İsrail’in uyguladığı sömürgeci “apartheid” rejimini reddediyor. Yahudi toplumu içindeki bu kırılma da sorunun bir etnik, dinsel sorun değil insani ve vicdani bir sorun olduğunu göstermesi açısından çok önemli. Nitekim öğrenci protestolarına katılanların büyük bir kısmı da aslında Yahudi gençler. Hatta bu barış yanlısı gençler başından beri bu protestoların öncülüğünü yapıyorlar. Irkçılıktan zaten nasibini alan başta siyahlar olmak üzere beyaz olmayan diğer öğrenciler ise doğal olarak bu harekete destek veriyorlar. Zira biliyorlar ki, sivil haklar Lideri Fannie Lou Hamer’ın dediği gibi "Herkes özgür olana kadar kimse özgür değildir" veya Dr. Martin Luther King’in ifade ettiği gibi “Herhangi bir yerdeki adaletsizlik, her yerdeki adalete yönelik bir tehdittir.”

Olayların nasıl büyüdüğünü anlamak için de geçtiğimiz sonbahardan itibaren neler yaşandığını bilmek gerekiyor. 7 Ekim’in hemen ardından şu anda protestoların yoğun olduğu üniversitelerde gerilim arttı. Önce hemen kampüslerde Filistin konusunda seminerler ve film gösterimleri düzenlendi. Sonra birisi bizim üniversiteden olmak üzere üç Filistinli üniversite öğrencisi Vermont’da tatildeyken bir ırkçı tarafından vuruldu. Bizim öğrencimiz kısa sürede iyileşerek üniversiteye geri dönse de birisi hala iyileşmeye çalışıyor, diğeri ise felç olmuş durumda. Bu olaya rağmen herkes serinkanlı olmaya çalışıyordu ama üniversitelerde moraller fena halde düşmüştü. Ardından pek çok üniversitede öğrenci örgütlerinin üniversitelerinin İsrail’deki yatırımlarını ve ortak programlarını geri çekmesi talepleri ile protesto yürüyüşleri ve rektörlük işgalleri başladı. Bizim kampüste bu süreçte üniversite rektörü sık sık öğrencilerle görüşüyor, taleplerini dinliyor ve ortalığı yatıştırmaya çalışıyordu. Ne rektörlüğe asılan pankartlar zorla indirildi ne rektörlük işgali zorla sona erdirildi. Her üniversitede değilse de çoğunda durum böyleydi.

Bunun nedeni “Black lives matter” sürecinde üniversite yönetimleri nasıl çatışmadan kaçınabileceklerini ve öğrenci taleplerini nasıl barışçıl bir şekilde ele alacaklarını tecrübeyle öğrenmişlerdi. Fakat Harvard ve Columbia gibi önemli ve büyük üniversitelerde eylemlerin boyutu çok daha büyüktü, bu nedenle gerginlikler de daha fazlaydı. Nitekim sonraki gelişmeler ortamı iyice germeye başladı. Durum üniversiteden üniversiteye değişse de eylemlere katılan öğrenciler baskı görmeye başladı. Bazı öğrenci toplulukları ve aktiviteleri “anti-semitist” (Yahudi karşıtı) olmaları gerekçesiyle yasaklandı.

LOBİCİLERİN BASKISI

Üniversitelere yüksek miktarda bağış yapan İsrail destekçisi iş insanları bağışları kesmek tehdidinde bulunuyordu. Bu da üniversite yöneticilerini gittikçe köşeye sıkıştırmaya başladı. Nitekim Amerika’da üniversiteler bağışlarla ayakta durmakta. Devletin özel üniversitelere katkısı sıfır, devlet üniversitelerine katkısı da çok kısıtlı. Sonra en seçkin üç üniversitenin (Harvard, MIT ve Pennsylvania Üniversitesi) rektörleri (hepsi kadın) kongrede ifade vermeye çağrılarak aslında en çok da kendileri ırkçı olan cumhuriyetçi kongre üyeleri tarafından antisemitizm sorgulamasına tutuldu. Zira bu üniversitelerde öğrenciler ses getiren Filistin protestolarına inatla devam ediyordu. Bu sorgulamadan hemen sonra Pennsylvania Üniversitesi Rektörü, az sonrasında da MIT rektörü istifa etti. Rektörler yıldı veya yıldırıldı, fakat öğrenciler yılmadı ve eylemlerine kararlılıkla ve artan ölçüde devam ettiler. Gazze’de tüm üniversiteler yıkılmışken, her gün çocuklar ölüyorken kendilerine susmayı yakıştıramadılar. Sadece başarılı öğrenciler değil, insan olduklarını da haykırdılar. Bugün seslerinin Gazze’de de yankı bulduğunu biliyoruz.

BİR KIVILCIM PATLATTI

Özetle, bu protestolar hem önceki yılların birikimi ile hem de aylardır zaten kaynayan üniversite ortamlarından büyüdü. Bu hareket tabii ki tüm üniversiteleri ya da tüm öğrencileri kapsamıyor ama en seçkin üniversiteleri kapsıyor. Bu yüzden de artık hasıraltı edilmesi mümkün değil. Gelişmeler sosyal medya aracılığıyla tüm dünya tarafından izleniyor. Aynen Gezi Parkı protestolarında olduğu gibi, polis şiddeti bu protestoları daha da büyütüyor. Demokrat Parti ve Biden da köşeye sıkışmış durumda. Bir yandan seçim öncesi aslında çoğu Demokrat Parti’ye oy veren bu ilerici gençlerin oylarının boykota kurban gideceğinden tedirgin, bir yandan da Yahudi iş insanlarının seçim kampanyalarına yapacakları bağışlardan olmayı göze alamıyorlar. O yüzden hem Netanyahu’ya hafif ayar veriyor hem de İsrail’e 26 milyon dolarlık yeni yardım paketini onaylıyorlar! Çok da ümitli olmamak lazım, ama belki sonunda Amerika koşulsuz İsrail desteği politikası konusunda ciddi bir yol ayrımına geliyor olabilir. Gelişmeler buraya doğru gidecek mi, yoksa mevcut güç odakları baskın mı çıkacak, izleyip göreceğiz.