YENİLMEZLER
Amerikan kahramanları iş başında!

11 Eylül saldırısı nasıl “özgürlüğe karşı bir saldırı” ise ve Beatles’ın yetenekli ama bir o kadar da salak elemanı Paul Mc Cartney saldırı sonrasında nasıl “Freedom” diye şarkılar düzdüyse, “Yenilmezler” de işte o telden çalıyor

ABD devleti öyle ilkel sosyalist devletler gibi kendi eliyle ve emriyle propaganda filmleri üretmez. Bu işi özel sektörün ya da piyasanın becerikli ellerine bırakır. Onlar hem kendileri için hem de devlet için neyin iyi olduğunu gayet iyi bilirler. Süper kahramanlar filmlerde hem devletlerinin dış düşmanlara karşı zaferini sağlarlar hem de yapımcılarına milyarlar kazandırırlar. Sırf Amerikalı çocuklar bu ürünlerle beslense neyse, dünyanın bütün çocukları (mesela) Amerikalı bir silah tüccarı olan Demir Adama özenir.

ÖZGÜRLÜKLER DİYARI ABD!
Bu filmlerin 11 Eylülden sonra olmazsa olmazlarından biri ikiz kulelere yapılan saldırıyı anımsatıcı bir şeyler içermesidir. Bir başka olmazsa olmaz sosyalizmi bir şekilde korkunç bir geçmiş olarak hatırlatmaktır. Bunların karşısında özgürlükler diyarı ABD yer alır. 11 Eylül saldırısı nasıl “özgürlüğe karşı bir saldırı” ise ve Beatles’ın yetenekli ama bir o kadar da salak elemanı Paul Mc Cartney saldırı sonrasında nasıl “Freedom” diye şarkılar düzdüyse, “Yenilmezler” de işte o telden çalıyor. Amerika’nın özgürlüğü yine tehlikededir. Hem de saldırgan, ideolojik olarak “özgürlük” kavramını itibarsızlaştırmak gibi bir misyonla gelmiştir. Saldırganın adı Loki ve uzaydan bir yerden gelip, nükleer güç üreten uranyum benzeri bir şey olan Thesseract maddesini çalmaya çalışır. Loki bir de, insanları, bütün ihtiyaçlarının itaat etmek olduğuna ikna etmeye çalışır (akla yine Beatles geliyor: All you need is “love” değil, yani muhtaç olduğun tek şey aşk değil “itaat”!). Ve tabii ki bu konuda deneyimli bir millet olan Almanya’da başarılı da olur! Türkiye’de de olurdu, deneseydi.

Bu stratejik madde hırsızlığı akla İran’ın nükleer güç edinme çabalarını getirebilir, getirmesi beklenir de zaten. Loki bir başka gezegenden gelmiştir. Kardeşi tam bir Batılı olan Thor’dur ama Loki’nin üvey kardeş olduğunu hatırlatalım. İranlılar da Hint-Avrupa ailesinin üvey kardeşi gibiler zaten. Neyse zorlamayalım bu konuyu…

TÜM SÜPER KAHRAMANLAR SEFERBER
Loki’ye karşı bir tür genelkurmay bakanlığı ya da merkezi haber alma teşkilatı, her neyse harekete geçer, bütün süper kahramanlar seferber edilir. Düşman gökyüzünden gelen kara bir yılan gibidir ve zararı tıpkı 11 Eylül’de olduğu gibi işyerlerine, bürolara olur en başta. Hulk, Demir Adam, Thor ve Yüzbaşı Amerika eski bir Rus ajanı olan Nataşa Romanof’un da yardımıyla düşmanı … Az daha filmin sonunu açıklayacaktım! Bu arada Nataşa hanımın geçmişinin suçlarla yani kan (ya da komünizm) kırmızısıyla dolu olduğu da filmde geçer elbette.
İki buçuk saat kadar dikkatinizi ayakta tutabilirseniz arada bazı hoş (gerçi çoğunlukla cinsiyetçi bir yanı da olan) şakalara gülebilirsiniz. Onun dışında, süper kahramanlar olağan işlerini yapıyorlar işte!
 
***
 
EKÜMENOPOLİS
İstanbul’un tabutuna çivi çakmak

İmre Azem (Balanlı) bu ilk uzun metrajlı belgeseliyle, İstanbul’un içinden geçmekte olduğu kentsel dönüşüm sürecini çok başarılı bir biçimde saptıyor

Film Osmanlının son döneminden başlayarak İstanbul’un gelişimini anlatıyor. Gelişim belki uygun kelime değil çünkü 1950’lerden başlayarak bir şeyler fena halde ters gidiyor. Tramvay raylarının sökülmesi ve yolların otomobil kullanımına yönelik asfaltlanmasıyla bir seçim yapılıyor: Toplu taşımacılık yerine bireysel taşımacılık ve daha çok otomobil. Bu süreç hâlâ daha devam ediyor ve üçüncü köprüyle katmerlenerek sürecek gibi. İstanbul’un tabutuna çakılan çiviler bundan ibaret değil. Dünya Bankası emrediyor: Bir ya da iki kentinizi metropol yapın! Ve emir yerine getiriliyor. Bu İstanbul’un bir finans merkezine dönüşeceği ve hizmet sektörü için bir eleman deposu olacağı anlamına geliyor. Ayrıca da büyük bir pazar. Böyle bir finans merkezinin ihtiyaçları var: Yoksullar uzaklara sürülecek, şehir sınıfsal temelde keskin sınırlarla ayrılacak. Peki, evleri yıkılan yoksullar ne yapacak? Çocuklarını nasıl okutacak, 50-60 kilometre ötedeki iş bölgelerine nasıl ulaşacak? Yıkılan gecekonduları yerine kendilerine vaat edilen evlerin anaparalarını, taksitlerini neyle ödeyecek? Bu sorular devleti anlaşılan ilgilendirmiyor hiç. Peki, 2023’te 25 milyona ulaşması beklenen kentin insanları, hem de su havzaları işgal altındayken ne içecek? Nerede soluk alacak? Bütün bu sorular da cevapsız orda öylece duruyor. Ekümenopolis  (her metrekaresi şehirleşmiş yerküre anlamına geliyormuş) bizi bu sorularla ve bir direnme çağrısıyla baş başa bırakıyor. İmre Azem (Balanlı) bu ilk uzun metrajlı belgeseliyle, kentimizin içinden geçmekte olduğu kentsel dönüşüm sürecini çok başarılı bir biçimde saptıyor.