Modernlik, bugün dünyanın her köşesindeki insanlarca paylaşılan hayati bir deneyim tarzı; uzay ve zamana, ben ve ötekilere,…

Modernlik, bugün dünyanın her köşesindeki insanlarca paylaşılan hayati bir deneyim tarzı; uzay ve zamana, ben ve ötekilere, yaşamın imkân ve zorluklarına ilişkin paradoksal bir birlik…

Beşiktaş Çağdaş Sanat Galerisinde açılan  “Vincent Van Gogh’un Peşinde, Modernizm’in İzinde” adlı sergi, “modern” deneyim arayışının bir sonucu olarak konumlanmakta. 11 Türkiyeli ressam, Van Gogh’un son dönemini geçirdiği Fransa-Arles kentine giderek, kendi “biricik” üretimini 99 eserle yorumluyor. Tema ve gerçekleşme biçimine bakıldığında sergi, Türk resmi adına ilk olma özelliği taşıyor. Yüzyıllık bir diyalogda, keşfe çıkanların pusulası Van Gogh’un ışığı.
 Serginin atmosferi ve yerleştirme; bizlere serüven, güç, coşku, gelişme kendimizi ve dünyayı dönüştürme olanakları vaat ediyor. Van Gogh’un sanatı/hayatı ya da başka bir deyişle modern ortamlar ve deneyimler, coğrafi ve etnik, sınıfsal ve ulusal, dinsel ve ideolojik sınırların ötesine geçer; modernliğin bu anlamda insanlığı birleştirdiği söylenebilir. Ama paradoksal bir birliktir bu, bölünmüşlüğün birliği. Sergideki her eser, bu bölünmüşlüğü hissettirir.

AHENKLİ BİR DÖNÜŞÜM
Resmin, tek bir gözün hakimiyetinden sıyrılarak birbirinden ayrı ve bağımsız “gözler ailesinin” izleme hattına oturması, ressamın izlediği dünya ile farklı bir ilişki kurmasına olanak tanımıştır. Lyon garından, Fransa’nın güneyine doğru hareketlenen trendeki bir grup yolcu; bu “izleme”ye yönelik heyecan ve karşılaşma an’ını tartışmaya başlar.
Tren sakince, kararlı ilerler. “Ben”in ile karşılaşma başlar. Kimliğinden kabuk kabuk sıyrıldığın Yol; görülecek, fethedilecek bir noktaya ulaştıracak mesafe olmaktan çıkar, resme dahil olur. Aylar sonra karşılaştığım sanatçıların tuvallerinde bu “yol”un belirginliği göz alıcıdır. Yoldan yansıyan, ahenkli ve kıymetli bir dönüşüm.
On dokuzuncu yüzyılın tüm hikâyesinde daima bir geçiş vardır. Diyalektiğin sarsıcı dalgası, Varoluşun her şeyin önüne geçişi, bir türün evrim içindeki kökeni, fevkalade görkemli olmakla beraber, ne vahim ne de önceden kestirilebilinen bir olguydu. Daha çok bir senfoni(Brahms) gibi, son derece karmaşık ama baştan sona ahenkliydi. İbrahim Çİftçioğlu, Özdemir Altan, Habip Aydoğdu, Adem Genç, Bünyamin Özgültekin’in eserlerinde de yansıdığı gibi.
A.Artaud, “Van Gogh’un bir sergisi hep önemli bir an’dır tarihte, resmedilmiş şeylerin tarihinde değil, ama kısaca tarihsel tarihte” diyordu. Sergiye ve projeye katılan her katılımcı da kendi an’larını hafıza odalarından çıkarıyor, geçmiş ile şimdinin sarkacında karşılaşmalarını nasıl dolaşıma sokacağının yollarını arıyordu. Onay Akbaş’ın “Van Gogh ve Çamaşır Yıkayan Kadınlar” adlı tablosu bu duruma kuvvetli bir gönderme yapar. Kendi söyleminden hareket ederek, çamaşır yıkayan annesini gören ressam, o anı belleğine hapseder. Yıllar sonra Langlois Köprüsünü de belleğine kazır ve bu karşılaşma “şimdi”nin diliyle arketipleri arsında gidip gelen “başka” bir an’a deneyime dönüşür…
Arles meydanında dolaşırken Bedri Baykam, ara sıra gruptan koparak gecenin karanlığında sağa sola gidip gelirdi. Meydanın çeşitli noktalarında dolaştıktan sonra büyük bir ciddiyetle “Van Gogh, Gauguin’le buralarda ne şekilde yürüyordu, ona hangi noktada bıçak saplamaya kalkmıştı” diye sorardı. Baykam, sanatçı deneyimini o merak an’ını sergide gördüğümüz “Zamanı Geri Alabilsek” çalışmasında dondurmuştu. Zamanın ruhu, “Kin Gütmeden”, Desalation Cafe Müdavimleri, çalışmalarıyla geçmişe ve geleceğe eklemlenmişti.
Van Gogh’un tarihe geçirdiği, “Gece Kahvesi”nde cereyan eden tartışmalarda, Ümit Gezgin’in tespiti, oldukça önemliydi. Gezgin, “Van Gogh, Paris’ten uzaklaşarak, bu karanlık ıssız kente geliyor. Gerçek bir soyutlanma. Bizim coğrafyamızda ise yaratıcalar kaçış olarak Bodrum’u seçiyor. İstanbul’dan kalkıp Kars’a giden bir sanatçımız olursa, ressamla benzerlik kurabiliriz” demişti. Bu düşündürücü tespitin izlerini Barış Sarıbaş’ın tablolarında gözlemleyebiliyoruz.  

GÜNDELİK HAYATIN UCUZLUĞU
Saint Remy, Saint Maries De la Mar Barbizon/fontainblue ve Auvers sur Oise’de yol alırken, Van Gogh’un tabloları canlanıyordu. Ne görüyoruz? Kekikler, çeşitli çalılar, kireçtaşından kayalar, bir yamaçta zeytin ağaçları, uzakta bir ova, gökyüzünde kuşlar.  Bir ağacın büyümesinin, bir bitkinin ışığı arayışının, bir dalın çevresindeki dallarla uyuşma gereksiniminin, devedikenleri ve çalıların köklerinin, bir yamaca yerleşmiş kayaların ağırlığının, günışığının, gölgenin canlı olan ve sıcağa dayanamayan her şeyi kendine çekmesinin, kaya katmanlarını biçimlendirmiş olan soğuk karayelin bilgisiyle, “Oda”sına dönen Van Gogh. Kaynaşmadan kaynaklı ortadan ikiye ayrılan ruhun, ikilik halini, Utku Varlık ve Tomur Atagök’ün çalışmalarında daha da incelikli izleyebiliyoruz. Utku Varlık, yarattığı çarpıcı atmosferde bizi yakalıyor. Her bir tablo seviç-keder-melankoli- hassasiyet geçişkenliğinde, derinlerden sızan entropi… Katman katman açılan bellekle yüzleşme hali, Tomur Atagök’ün çalışmalarında gizli. Zeytin dalları, yaprak parçacıkları çok bağlanmış ruhun arayışı…
Yaşantılamakta olduğumuz gündelik hayatın ucuzluğu ve iktidarlarının ortasında kişi giderek batağa saplanır… Yalın bir biçimde resim yaparak, sevgisinin haritalarını insanlıkla paylaşan ressamı anımsamak; kıskançlık buhranlarıyla alev saçan insan parodisinin yerine, sanatın biricik ve dönüştürücü deneyimini koyma çabasını hatırlatabilir…
Not: Bu yazının yazılmasını olanaklı kılan gazeteci Olivier Despretz’e teşekkür ederim.

***
Türkiye’den 11 sanatçı
A. Onay Akbaş, Özdemir Altan, Tomur Atagök, Habip Aydoğdu, Bedri Baykam, İbrahim Çiftçioğlu, Adem Genç, Ekrem Kahraman, Bünyamin Özgültekin, Barış Sarıbaş, Utku Varlık ile bir grup yazar, sanat tarihçi ve entelektüel, Mehmet Basutçu, Coşkun Aral, Ümit Gezgin, Kıymet Giray,  Abdülkadir Günyaz, Çetin Güzelhan, İbrahim Karaoğlu, Kaya Özsezgin, Cemre Şenoğul, belgesel film ekibi Mustafa Dinçer, Serkan Koç, Fransız fotoğraf sanatçısı Sophie Bassouls’tan oluşan 25 kişilik bir topluluk Fransa’da bir araya geldi. Onay Akbaş’ın yirmi yıl önce düşlediği seyahat serüveni, 9-16 Haziran 2008 tarihleri arasında spektrumu gelişerek gerçekleşmiş oldu.