İletişim olanaklarının da gittikçe gelişmesiyle birlikte, ‘görsellik’ tüketim kültürü ağırlıklı olarak faaliyet göstermeye başladı. Görsellik, sahip olduğu/olabileceği bütün imkânları....

İletişim olanaklarının da gittikçe gelişmesiyle birlikte, ‘görsellik’ tüketim kültürü ağırlıklı olarak faaliyet göstermeye başladı. Görsellik, sahip olduğu/olabileceği bütün imkânları kullanarak, egemenliğini önce yerleştirdi sonra da sağlamlaştırdı.

Günümüzde, imajların anlattığı dünya ile nesneler dünyası arasında giderek artan bir mesafe oluştu. İmajların içine gömüldükçe, nesneler dünyası ile ilişki kurmaya nerdeyse gerek kalmadı. İnsanoğlu artık, gördüğü bu dünyayı imajlarla ifade eder oldu. Yaşadığı bu dünyaya yabancılaştı.

Dünyanın görülebilmesi için insanoğlu kadrajlamaya, kendi gözleriyle baktığını görmek için yazıda önemli bulduğunun altını çizmek gibi onu çerçevelemeye, sınırlarını çizerek görünür hale getirmeye ihtiyaç duydu. Resim sanatının doğasında olan çerçeve, resmi çok net bir şekilde çevresinden ayırır;  Flusser’in ‘teknik imajlar’ adını verdiği fotoğraftaki bu sınırlamaya kadraj adı verilir.

Hollywood’un 1930-40’lı yıllardaki klasik anlatımı da bu tür bir çerçevelemeyi kendine temel almıştı; yani her şeyin karenin ortasında olup bitmesi ilkesini…

İmaj bu çerçevelemenin, neyi içine alacağının, neyi görünür hale getirmek istediğinin bir ürünüdür. Kendi ideolojisinin altını, üstünü çizme... yetmez, kenarlarını da çizer.

İkiz kulleler için Baudrillard neden iki aynı kulenin yapılmış olduğunu şöyle açıklıyordu. Kendi yansımasında ikizini gösteren gökdelenler gücün yansımasını ve çoğalımını sağlıyor ve çoğaltılmış bir gerçeklik, gerçeklikle kopyasının birlikteliği gücüne güç katıyor olmalıydı.

Savaşların bile imajlarla görülebildiği bir dünyada yaşadığımızı söylüyordu Baudrillard. Savaşlar hakkında bilgilere iletişim araçları sayesinde anında görselliği ile beraber ulaşıyoruz. Burada fotoğraf ve filmlerin etkisi büyük. Kuşkusuz görüntü, iletişim araçlarının en etkileyicilerinden birisi. Fotoğrafın yakaladığı anlık çarpıcılığa hareketli görüntüler de eklenince, imaj enformasyonun vazgeçilmez bir parçası oldu. J. Baudrillard bu paradigmanın uçlarına giderek “imaj olmadan savaşın olmadığı”, gerçek ne kadar virtueli geride bıraksa da (11 Eylül"de uçaklarin ikiz kulelere çarpması gibi) virtuelin gücünün gerçekliği aştığını, bu güç olmadan gerçeği algılamamızın artık çok güç olduğunu belirtiyor. Başka bir deyişle, savaşın olduğu yer değil de, görüntünün olduğu yerde savaş var... İşte sorun da tam burada başlıyor. Irak’ta bir savaş var. Ancak, son yıllarda dünya çapındaki büyük siyasi ihtilaf ve katliamlara baktığımızda, görüntüsüz katliamların, felaketlerin ne denli sessiz kaldığını görüyoruz.

Yeterince haber alamadığımız Sudan Darfur bölgesinde 2003’ten bu yana devam eden, 21. yüzyılın en büyük katliamanın imajlarını hangi televizyonda, ne kadar görmüşüzdür? 400 binden yakın insanın öldüğü, 2,5 milyonun köylerinden techir edildiği, mülteci kamplarında ya da yollarda açlık ve hastalığa terk edildiği ve ırzına geçilen kadınların fotoğrafları imaj olduğunda mı görülecek? Bu bölgedeki katliamın sesi neden yeterince duyurulamadı. Darfur, görüntüsüz, sessiz bir katliam olarak kaldı.

Bunun gibi dünyanın farklı bölgelerinde onlarca görüntüsüz çatışma, nadiren yazılı basının arka sayfalarında yer almaktan daha ileriye gidemedi.

Bizler yalnızca Orta Doğu bölgesindeki savaşlardan haberdar olduk. 1988 yılında, Saddam Hüseyin"in Kürt halkını çoluk çocuk gözetmeden gazladığı Halepçe katliamını, dünyanın diğer ucunda yaşayanlarının ne kadar bilgisi dahilinde. Yine 1980"li yıllarda, Cezayir"deki kanlı savaşta, Radikal İslamcıların köyleri basarak, hunharca öldürdükleri 200 bine yakın sivil halkın acısından biz ne kadar haberdarız.

İmajın bir başka kullanıldığı yer reklamlarsa diğeri geçmişten beri propaganda alanıdır. Ki geldiğimiz noktada artık herşeyin imaj olduğunu söyleyebiliriz. Fotoğraf makinası ise imaj yaratmanın en önemli aracı.

Öyleyse, ürettiğimiz fotoğrafın statik ve kendi maddi sınırlarıyla sınırlanmış bir anlatımla yetinmemesine dikkat etmemiz gerekir. Fotoğrafın, sadece onu üreten sanatçısının değil, izleyicisinin de düş gücüne gereksinimi vardır. Anlam, fotoğraftaki çerçevenin (kadraj)  sınırlarını zorlar.