Dün aylar sonra farklı bir Pazar yaşadım. Evde gazeteler, kitaplar, hiç susmayan müzikle günü tükettim. Cep telefonumu bilen dostlar...

Dün aylar sonra farklı bir Pazar yaşadım. Evde gazeteler, kitaplar, hiç susmayan müzikle günü tükettim. Cep telefonumu bilen dostlar ve okurlar Mehmed Uzun yazısına güzel sözler söylediler. Oysa biz toplum olarak güzele güzel demek yerine güzeli görmemeyi, cezalandırmayı ve çirkinleştirmeyi yeğleriz. Güzele güzel diyen ben yazıma güzel diyenlerle direnç tazeledim...

BirGün Gazetesi her geçen gün güzelleşiyor. "Kuzguna yavrusu şahin görünür" tanımlamasını aşan bir güzellik bu... Yeni yönetici ve yazarlarla soluklanıyor. Yeni yazarların fotoğrafları sayfaları derinleştiriyor. Şeyhmus Diken'in yıllar sonra yüzünün görünmesi gibi. Bir de fotoğrafını kaldıranlar ya da hiç koymayanların fotoğrafları da konsa, onları da bil-sek, tanış olsak, hoş buluşsak ne güzel olur.

Oysa en son yazısında "Bir devrim bile yapamadık" diye yazan ve gazetedeki köşesinde fotoğrafı olmayan Oğuzhan Müftüoğlu'nun internetteki fotoğrafı bana hep şunları düşündürüyor: Bunca hapislik, bunca işkence bunca acıya karşın kararlı ve sevimli bir yüzün yansıması. Bir de iletişim çağında okurun yazarını tanımak hakkı yok mudur?

Pazar günleri BirGün'de röportajlarını beğeniyle okuduğum Hamza Aktan'ın bu Pazar konuğu iki acılı anneydi. Şemdinli'de pusuda ölen asker Umut'un annesi Günay, "Umut'um ölmeden hayat güzeldi. Artık her şey bitti" diyor ve Bingöl dağlarında ölen Heval, Aziz'in annesi Azize, "Aziz'im için gelin bekliyorduk, cenazesi geldi" diyor...

Üç üniversiteli genç Yılmaz Özdil, Serhan Şahin ve Burcu Şahinyavuz'un Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde dönem ödevleri olarak çatışmalarda yaşamını yitiren iki gencin anneleriyle yaptıkları belgeselden öykülerini öğreniyor ve onları gönülden kutluyorum.

Son günlerde artan çatışmalar ve yeniden gelmeye başlayan cenazelerin ekranlardaki görüntüleri ve gazetelerdeki fotoğraflar yürek dağlıyor. Bir anne olarak bu görüntüleri izlemeye dayanamıyorum. Bir de babaların "Bir oğlum daha olsun vatana feda olsun" deyişlerini bir anne olarak söylemeye dilim varmıyor. Oğlum çatışmasız, çağdaş, gelişmiş özgür bir ülkenin mutlu bireyi olarak yaşasın diyorum.

Oğlum askere gitsin, askerlik görevini severek yapsın. Ama aynı ülkenin yurttaşı olan gençle çatışmasın birlikte kardeşçe yaşasın. Aynı ülkenin gençlerinin onlarca ortak tutkusu sevgisi var. Aynı futbol takımlarını tutuyorlar, aynı sanatçıları seviyorlar, aynı türküyle sevdalanıyorlar. Neden aynı ülkeyi paylaşmak insanca yaşamak varken birbirine kurşun sıksınlar?

Dünyayı ve ülkemizi erkekler yönetiyor. Erkeklerin yönettiği dünya acımasız ve kan gölü. Savaş kararlarını alan erkekler ve ağlayan kadınlar. İşte yanı başımızda Beyrut yanıyor ne yapıyoruz? Ahhhların, vahhların ötesine geçemiyoruz. Artık cenaze törenleri izlemek istemiyorum.

Tüm kadın örgütlerine sesleniyorum. 'Gelin örgütleyin tüm annelerle alanlara çıkalım. Bu çatışmalar dursun' diye haykıralım. Kurtuluş Savaşı'nın her aşamasına Türk, Kürt özcesi emek katan, alın teri akıtan, mücadele eden tüm halkların kadınları gelin aynı duyarlılıkla ülkemizi bu kan gölünden kurtaralım. Yoksa oğullarımızdan daha çok çaydanlıklar, saatler, kanlı gömlekler, gülen fotoğraflar, dul gelinler, yetim torunlar kalacaktır. Bu yazı 24 Temmuz 2006'da BirGün'de yayınlanmıştır.