Bu dilin en güzel günlüklerinden birini yazan Cahit Zarifoğlu, bir otel lobisinde üstadı Necip Fazıl ile ilk karşılaşmalarını anlatır

mehmetsaida@gmail.com @bahcelikusur 

Bu dilin en güzel günlüklerinden birini yazan Cahit Zarifoğlu, bir otel lobisinde üstadı Necip Fazıl ile ilk karşılaşmalarını anlatır. Genç bir şairdir, yanında arkadaşları vardır ve Necip Fazıl yanlarına gelir. Anlar içinde büyük bir andır o ve Zarifoğlu “aniden olgunluk hücumu”ndan söz eder. Üstadını görür ve içine aniden bir olgunluk hücum eder. Böyle der Zarifoğlu.

Evlatlarını kaybeden anneler gördüm ben daha evvelden de. Bazılarını görmeyi çok istemiştim, bazılarının karşısında sadece öylece sustum, kiminde konuştum da, evladından söz ettim. Devlet en iyi bildiği işi yapmıştı, öldürmüştü ve biz şimdi tespih taneleri gibi dizilmiştik o annenin önünde. Bunlar oldu, gördüm. Bir gün önce gencecik o annenin, yüzünde tek bir kırışıklık, saçında tek bir ak olmayan o annenin bir gecede içine aniden olgunluk hücum ettiğini düşündüm hep. Ali İsmail Korkmaz’ın annesini ilk gördüğümde içimden bunlar geçiyordu. Berkin Elvan için toplanmıştık ve Berkin’in annesi bir camın ardından biz kalabalığa bakıyordu. O gün görmüştüm Gürkan Korkmaz’ı da. Acıdan zehirlenmiş gibiydik. On beşinde bir fidan gitmişti, Berkin Elvan’ı uğurluyorduk. Ayaküstü, kısacık bir konuşma, bir tokalaşma ve kucaklaşma. O kadar zarifti ki, yazdığım yazıyı okuduğundan söz etmişti. Ne diyebilirdim ki?

Sonra gün geldi, Emel Korkmaz’la bir sırada oturduk. Üç yan koltukta oturdu. Kardeş Türküler 21. yıl konserini –iyi ki– icra ediyordu Açıkhava sahnesinde. Geldiler, oturdular, hepsini gördük. Berkin’in ailesi, Mehmet’in, Ahmet’in ve Hasan Ferit’in ailesi geldi. Ali İsmail’in de. Emel Anne yanımızda oturacakmış meğer. Gördük ve kalakaldık. Konserin bir kısmı, o yüzden bizim sıralarımızda uğultu olarak duyuldu. Emel Anne’yi kollayarak eşlik ettik şarkılara, onu hesap ederek alkış tuttuk, kimi şarkı sözlerinde ona baktık çaktırmadan. Olgunlukla izliyordu. Yüzünde bin yıllık bir olgunlukla. Yüzünde tanıdık tanımadık yollarla. Kimi ovaya, kimi denize varan. Baktık ona, izledik. Düşündük de; konser bitsin ve elini öpelim onun.

Arada ağabey Gürkan’la bu sefer daha uzun ayaküstü sohbet ettik. Dedim “İstanbul’a mı taşındınız?” “Yok,” dedi “ama çok sık geliyoruz. Akbil’imiz bile var.” Gülüştük. Antakya’daymış halen, yeğeni sorduk, iyi mi dedik. İyiymiş, büyüyormuş güzel sıpa. Antakya’dan konuştuk iki satır. Dedi sonra, “Antakya’da bir eviniz var, ne zaman isterseniz baş göz üstüne.” Sonrasında pek de konuşamadık. Antakya’da bir evimiz var. Emel Anne’nin evi. Sustuk.

Konserin sonunda Ara Dinkjian udunu aldı, çıktı sahneye. “Ağladıkça” idi çaldığı, herkesin bir ağızdan söylediğiydi: “Serhad’da hep akşam oluyor”. Bu kadar değil elbet, bunu da söylediğiydi: “Alnımda hep kavga duruyor”.

Antakya’da bir evimiz var. O evde içine iyilik hücum eden bir kadın oturuyor. Bir oğlunun adı Ali İsmail.