Benim neslim Filistin'i ve Filistinliler'i öğrencilik yıllarında tanımıştır asıl. Ne çok Filistinli öğrencisi vardı ODTÜ'nü

Benim neslim Filistin'i ve Filistinliler'i öğrencilik yıllarında tanımıştır asıl. Ne çok Filistinli öğrencisi vardı ODTÜ'nün 70'li yıllarda! Başka ülkelerden gelen yabancı öğrencilere benzemezlerdi hiç. Bizim sorunlarımıza kendi sorunları gibi sahip çıkar, bizim tartışmalarımıza kendi tartışmaşları gibi katılırlar, bizimle devrimci olur bizi kendileriyle Filistinli yaparlardı. Nasıl da Filistinli gibi hissederdik o yıllarda!

Hiç kuşku yok, şimdi çok şey söylenecek Arafat'ın ardından. Eşinin lüks içindeki yaşamı, Filistin yönetiminin yolsuzluklara bulaştığı, Filistin'e gönderilen paraların hortumlandığı, ne barışı ne de savaşı kazandığı... Bunların hepsi söylenecek. Ancak, söylenenlerden hiçbiri, Arafat'ın yoktan bir halk yarattığı gerçeğini değiştirmeyecek. Ramallah'ta onu bekleyen binlerce Filistinli'nin duygularını değiştirmeyecek. Bir de, yalnızca Filistinliler'i değil, bütün imkansızlığına karşın, Arap dünyasını birleştiren bir sembol olduğu gerçeğini.

Dünya Arafat'ı son yolculuğuna Mısır'ın başkenti Kahire'den uğurladı. Arafat'a resmi törenin Mısır'da yapılmış olması yalnızca pratik nedenlere dayanmıyor. Arafat kendisini Filistinliler'in liderliğine götüren yolun ilk kilometre taşlarını Mısır'da döşedi. Mısır'da doğdu, Mısır'da eğitim gördü ve Filistin Öğrenciler Birliği başkanlığına Mısır'da seçildi. Mısır'ın Arafat için de Araplar için de sembolik bir anlamı var ve Arafat'a son yolculuğunda ev sahipliği yapmak bu anlamı güçlendiriyor.

Genellikle bir "Arap dünyasının" olmadığından söz edilir ve bu yanlış bir değerlendirme de değildir. Araplar, ortak bir dile, ortak bir dine sahip olmalarına karşın, petrol gibi bir zenginliğin fışkırdığı topraklarda (belki de bu yüzden) bir türlü birleşemezler.

Çift kutuplu dünyada Araplar arası ilişkiler sürekli "vahdet el-hedef" (amaç birliği) ve "vahdet el-saf" (safların birliği) arasında dalgalandı durdu. Ancak, ne bir amaç etrafında tam anlamıyla birleşebildiler ne de aynı safta buluştular. 70'lerin sonlarına kadar Araplar'ın tartışmasız "el-sakika el-kübra"sı (ablası) Mısır'dı. Nüfusunun büyüklüğü, nitelikli insan gücü ve ordusu ile Araplar'ın liderliğine oynayan en önemli güçtü. Bu rolü oynamada Mısır'ın en önemli engeli, başka bazı Arap ülkeleri gibi petrol kaynağına sahip olmamasıydı. Sonraları, güçlü ordusu ve petrol geliriyle bu role Irak aday oldu.

Arafat'ın en büyük stratejik hatasının 1990'da Kuveyt'i işgal eden Saddam Hüseyin'in yanında yer alması olduğu söylenir. Bu yüzden, ABD'nin ve zengin Arap ülkelerinin "desteğini" kaybetti, ancak yoksul Araplar arasındaki saygınlığında bir değişiklik olduğu söylenemez.

Son 10 yılda, Arap dünyasında zenginler ve yoksullar arasındaki uçurum hiç olmadığı kadar derinleşti. Yoksulların öfkesi, bir yandan başta ABD olmak üzere, Irak işgalcilerine yönelirken, öte yandan da zengin Arap devletlerine ve Arap liderliklerine yöneliyor. Ölümünden önce bir başkaldırının mimarı olmuş, başkaldırıyı isyana ve çocuk generallerin intifadasına dönüştürmüş Arafat, ölümünden sonra da heryerde kıpırdanmaya başlayan yoksul Araplar için bir sembol olmayı sürdürecek.

Haçlı ordularının sembollerine sarınıp Irak'a ve Felluce sokkaklarına giren ABD, arkasında yıkık kentler ve o kentlerin sokaklarını dolduran cesetler bırakırken, Arap yoksulları arasında gittikçe büyüyen bir öfke yaratıyor. Kıblesi Washington olan siyasal İslamcılar suskun, ama İslam coğrafyasında yoksulların öfkesi bileniyor. Geçmişte Araplar'ı, hiç değilse vicdanlar düzeyinde birleştiren bir Filistin ve Arafat varken, şimdi ona Felluce de ekleniyor.

Öfke, ne yazık ki gittikçe daha çok dinsel motiflerle sarmalanarak, büyüyor. Medeniyetler arası bir çatışmanının hesabını yapanlar ellerini oğuşturabilirler. Felluce sokaklarında ilerleyen işgalciler, arkalarında bıraktıkları her ölü de, Arafat'ın elini de kırıyorlar. Bir elinde silah, diğer elinde de zeytin dalıyla BM kürsüsüne çıkan Arafat'ın, zeytin dallı elini!