Şiddet önlenebilir bir halk sağlığı sorunu ve bir suçtur. Gücünü toplumsal cinsiyet eşitsizliğinden alır. Maruz bırakılanların, farkındalık ve bilinçlenme için internet ortamından ücretsiz olarak erişebilecekleri kaynaklardan yararlanmaları, başlarına geleni adlandırmaktan ve dillendirmekten kaçınmamaları, yardım almaları çok önemli.

Artık adını koyalım; bu şiddet

Arzu Erkan - Dr., Psikiyatrist

Şiddet; toplumsal cinsiyet rolleri ve patriyarkal sistemin ürettiği ve teşvik ettiği, güçlü kılınanın (genelde heteronormatif erkekler) diğerleri (şiddete boyun eğmesi uygun görülen, genelde kadınlar ve heteronormatif düzene uygun bulunmayanlar) üzerinde egemenlik kurmak, denetlemek, yönetmek, sömürmek, kendine tabi kılmak ya da eziyet etmek için pek çok yöntem aracılığıyla uygulanan bir enstrüman. Toplumsal cinsiyete dayalı dünya düzeni ve politikalar yoluyla sistematik olarak uygulanagelenler dışında kişiler ayrıca bireysel ya da grup olarak da şiddete maruz bırakılmakta. Bu zeminde, şiddetin kökenlerini, kişilerin şiddete başvurma ve şiddete maruz bırakılma riskleri artıran ve önleyici etmenler pek çok bilimsel araştırmaya konu oluyor. Ne var ki, şiddet genelde kişilerin en yakınındakiler tarafından, kapalı kapılar ardında ve sinsi biçimde uygulandığından, ataerki tarafından normalleştirilerek sansürlendiğinden, konuşulması tabu olduğundan, gizlenmeye mecburiyetinden ve düşük farkındalık ve bilinç düzeyi, düşük yardım arama ve beyan oranları, yetersiz yasal/tıbbi destek ve veri kayıt sistemleri gibi nedenlerle toplumun genelini yansıtan, nedensellik bağlantıları kurabileceğimiz kişilere ve sağlıklı verilere ulaşmakta zorlanıyoruz.  

Şiddet biçimlerini, fiziksel, cinsel, sözel, psikolojik, ekonomik, dijital gibi sınıflandırmak mümkün. Pek çok kişinin bu yaşadıklarını adlandıramadığını, maruz bırakıldığı (ataerkinin normalleştirdiği) muamelelerin şiddet olduğunu bilmediğini, kabullenmek ve uyum sağlamak zorunda kaldığını, fiziksel bir şiddete dönüşmedikçe şiddetten saymadığını, haklarını ve şiddetle nasıl mücadele edeceklerini bilmediğini, siyasi otoritenin ve yürürlükteki uygulamaların şiddetle mücadeleyi zorlaştırdığını görüyoruz. Her türden kriz ve afet dönemlerinde fiziksel ya da cinsel şiddetin yanı sıra aslında en az onlar kadar yaygın ve uzun dönemde yıkıcı etkileri olan ve önemsenmesi gereken ekonomik ve psikolojik şiddet de, boyutu da artıyor. Maruz bırakılanların sosyal, adli, psikolojik yardım arama ve dayanışma olanakları kriz dönemlerinde büsbütün ortadan kalkıyor ve kişi fail ile ve katlanan şiddetle baş başa bırakılıyor. Ancak fiziksel olmadıkça (kimi zaman onu bile) şiddeti fark etmek de, adını koymak da, saptamak da, ispat etmek de zor. 

Özellikle flört/yakın partner şiddeti, denildiğinde de çoğu zaman birden fazla şiddet türünün iç içe geçmiş biçimde uygulandığını unutmamamız gerekiyor. Özellikle kriz dönemlerinde, kadının partneri ve de sistem tarafından maruz bırakıldığı her türden şiddetin de arttığını, psikolojik ve ekonomik olanın büsbütün göz ardı edildiğini görüyoruz. Bunlar, kadınların düşük ücretle çalıştırılması, işe alımlarda erkeklerin işten çıkarılmalarda kadınların öncelenmesi, bakım yükü kadına yüklendiği halde kreş, esnek mesai, izin vb hak, olanak ve yasal eksiklikler, çalışmayan/sorumluluk almayan partner yerine fazla mesai yapmak, birden fazla işte birden çalışmak zorunda bırakılmak, gelirine eşi ya da partnerin el koyması, harcamalarının denetlenmesi, istek ve ihtiyaçlarından, kariyerinden, kişisel gelişiminden, hobilerinden, sosyal yaşantısından vazgeçmek zorunda bırakılmak, bakım veren görevini üstlenmek zorunda bırakılarak işinden ve sosyal güvencelerinden edilmek ya da ev içindeki görünmez emeğin daha fazla yüklenicisi haline gelmek olabiliyor. Şiddet yanlısı/ataerkil erkek işini kaybettiğinde, ev işlerinde ya da bakım verme işinde daha fazla rol üstlenmek gibi bir tavrı genelde sergilemiyor. Çökkünlüğe düşüyor ya da agresif davranışlar sergiliyor. Alkol-madde kullanımı ya da kolay yoldan para kazanma umuduyla, borsa, bahis, kumar gibi yollara başvururken ekonomik kayıpları ve ruhsal ve iletişim sorunları ve şiddete eğilimi artıyor. Kadın sıklıkla kendini idare eden konumunda bulurken; ekonomik dengeleri “erkeğinin iktidarını sarsmadan” sağlamak için ödünler verir, daha fazla çalışır ev-bakım işlerinde görünmeyen ve ücretsiz emeğini artırır, “bozguna uğramış partnerini teselli” ya da “sorun çıkarmaması” için alttan alır, ihmal ve kötü muamelelere katlanır, evdeki ve sosyal ilişkilerdeki rutini korumaya çalışır; kimi zaman da erkeğin bunlar dışındaki şiddetinin hedefi haline gelir.  

Günümüz ekonomik koşullarında özerk bir yaşam, bir ev, ortak bir gelecek kurmak pek çok kişi için uzak bir hayal. Çoğu orta yaşlı yalnız yaşayan, masraflarını azaltmak için ebeveynlerinin yanına geri taşınıyor. Özel alanlar git gide azalıyor. Heteronormatif olmayanlar; barınma, iş edinme, güvence ve geçim sorunları, sosyal yaşam ve ilişki güçlükleri ve şiddet deneyimleri açısından toplumun genelinden çok daha fazla yara alıyor. Halihazırda ilişkide olanlar, özenli bir çaba, sağlıklı bir iletişim ve dayanışma içinde bir mücadele göstermezlerse, ekonomik zorluklar, popüler kültür ve mevcut düzenin tüketici yapısı, ilişkinin derinleşmesini, partnerler arasında daha güçlü bağlar kurulmasını engelleyebiliyor, çözümsüz çatışmaları ve kopuşları, şiddet davranışlarını doğurabiliyor. Ekonomik güçlükler ayrılmak istese de bazı partnerlerin ayrılamamasına/boşanamamasına neden olabiliyor. Bu durumlarda genelde erkeğin evdeki sorumlulukları üstlenmediği, başka partnerlerle ilişkisini sürdürdüğü, ancak ataerkil kodlardan dolayı kadının ilişki/evlilik içi sadakati ve ev düzenini sürdürmeye mecbur bırakıldığı bir yaşam biçiminin sürdürülmesi söz konusu olabiliyor. 

Deprem, sel, salgın hastalıklar, savaş, yerinden etme, iklim krizi, ekonomik krizler gibi kriz dönemlerinde, kadın ve çocuklar başta; azınlıklara, ayrımcılığa uğrayan ve dezavantajlı gruplara yönelik tüm şiddet biçimlerinde şiddette artış görülüyor, dedik. Peki, ne kadarı fark edilebiliyor? Adı konabiliyor? Bildirilebiliyor? 

Pandemi döneminde kadınların yakın ilişkide/ev içi şiddete maruz bırakıldıkları oranlarının artıp artmadığını ve şiddet deneyimlerine dair pek çok özelliği araştırdığımız yayın aşamasındaki bir çalışmada, çevrim içi olarak anket çalışmasına dahil olan 9.447 kadın aracılığıyla bazı çarpıcı bulgulara erişmiştik. Burada kısaca değineceğim bazı bulgular; hem şiddeti anlamanın, tanımlamanın, hem de bu konudaki çalışmaların az önce sözünü ettiğim zorluklarını çarpıcı bir biçimde ortaya koyacak olması açısından önemli. Katılımcılara, pandemiden önce ve pandemi sırasında, eğer yaşadılarsa, şiddet deneyimlerine dair bilgiler edinmek için kapsamlı bir anket formu hazırladık. Formun bu kısmında, tüm şiddet türlerini başlıklar halinde yazarak, (fiziksel, cinsel, sözel, psikolojik, ekonomik) tek tek tanımladık. Her bir şiddet türünü belirterek, o şiddet türünün en sık uygulanan yöntemlerini alt alta sıraladık. Örneğin; “Pandemi döneminde aşağıdaki psikolojik şiddet türlerinden hangisini/hangilerini gördünüz? sorusuna katılımcının, başlarında birer işaretleme kutucuğu ile alt alta sıralanan: “Aşağılanma / Sorumluluklarını yerine getirmeme / Çevreyle iletişiminizin engellenmesi / Diğer (açıklayınız) / Görmedim.” seçeneklerinden kendisine uyan kutu ya da kutucuklara tik atmasını istedik. Sorularımızın kapsamadığı ama belirtmek istedikleri başkaca bir durum/ifade varsa, “diğer” seçeneğini –de– işaretleyerek oraya dilediklerini yazabileceklerini belirttik.  

Bu kısmın sonuçları şu şekildeydi. Anketin ilk aşamasındaki şiddet yöntemlerini örnekleyen cümleleri tek tek okuyup, yaşadıkları deneyime uyan cümlelerin kutucuklarına tik koyarak yaptıkları işaretlemelerin istatistiksel analizinde, tüm katılımcıların yani toplam 9.447 kadının yüzde 34,2’sinin (3.232 kadın) pandemi döneminde en az bir şiddet türüne maruz bırakıldığı saptandı. Psikolojik şiddet gördüğünü belirtenlerin oranı %82,6 (2.699 kişi) iken bunu ekonomik şiddet görenler (%33,4) (1.077 kadın), cinsel şiddet görenler (%13,3) (431 kadın) ve fiziksel şiddet görenler (%12,1) (391) izlemekteydi. Bu kişilerin %47,8’i (1.546 kadın) tek bir şiddet türüne, %46,1’i (1.490 kadın) 2 ya da 3 türüne, %6,1’i (196 kadın) ise 4 ya da 5 şiddet türüne maruz bırakıldığını belirten işaretlemeler yapmıştı.  

Anketimizde bu aşamanın ardından, şiddet gördüğüne dair işaretlemeler yapan katılımcılara, şiddet deneyimlerini nasıl adlandırdıklarını anlayabilmek için: Şiddet deneyiminizle ilgili aşağıdaki kutucuklardan size uyanları işaretler misiniz? diyerek şu ve benzeri seçenekleri sunduk: “Şiddet görmüyorum / Eskiden de şiddet görüyordum, pandemi dönemde sıklığı ve ciddiyeti arttı / Eskiden de şiddet görüyordum pandemi dönemde bir değişiklik olmadı…” 

İşte burası çok çarpıcıydı. Katılımcıların bir bölümü, anketimizi doldururken bir önceki aşamada şiddet görüp görmediğini, gördü ise hangi tür şiddeti ve neler yaşadığını araştıran sorulara, örneğin; “Pandemi döneminde aşağıdaki psikolojik şiddet türlerinden hangisini/hangilerini gördünüz? sorusuna yanıt olarak seçebileceği, “Aşağılanma / Sorumluluklarını yerine getirmeme / Çevreyle iletişiminizin engellenmesi / Diğer (açıklayınız)“ yazan kutulardan en az birini işaretlemiş, “Şiddet görmedim” yazan kutuyu işaretlememişti. Buraya kadar her şey olağan seyretmişti. Katılımcı gördüğü şiddeti tanımlayan kutuları işaretlemiş. Bir sonraki soruya geçmiş. Fakat işler ikinci aşamada karışmış. Olağan koşullarda, şiddet gördüğünü az önce tek tek işaretleyerek bildiren bir katılımcının, bir sonraki aşamada: “Şiddet deneyiminizle ilgili aşağıdaki kutucuklardan size uyanları işaretler misiniz?” yönergesini takiben seçenekler arasından gidip de: ”Şiddet görmüyorum (görmedim)” kutusunu işaretlemesini beklemeyiz öyle değil mi?  

Peki, nasıl oluyor da, kişi gördüğü şiddeti tarif eden kutulara arka arkaya tikler koyarken, sıra şiddet deneyimini doğrudan ifade etmesine olanak tanıyan soruya gelince yanıtı birdenbire tutarsızlaşıyordu? Yanlış anlama olasılıkları, işaretleme hataları, çevrim içi anket uygulamalarının kısıtlılıkları, anketi dolduranın güvenilirliği ve benzeri birçok olasılık gelse de hemen akla, 11.500 formu tek tek gözden geçirmiş ve 2.053 katılımcıyı çalışma dışı bırakmış biri olarak bu olasılığın pek düşük olduğunu söylemeliyim. Bu soruyu yanıtlayanların oranlarına baktığımızda şiddet gördüğünü bir önceki aşamada beyan eden toplam 3.232 kadının, yüzde 7,8’sinin (273 kadın) “şiddet deneyimini adlandırmaya gelince” “şiddet gördüğünü” açıkça ifade eden ve detaylandıran seçeneklerden birini işaretlediğini görüyoruz. Geriye kalan 2.979 kadın ise (şiddet görenlerin %92.2’si) “şiddet deneyimini adlandırmaya gelince” ya “görmedim” seçeneğini seçmiş, ya da bir önceki aşamadaki yanıtları ile “çelişkili/yetersiz/eksik/tutarsız” bir ifadede bulunmuştur.  

Bu sonuçları şöyle okumak mümkün; anketteki sorulara kutuları tek tek işaretlerken verdikleri cevaplarla şiddet gördüklerini bildirmişlerken, şiddet deneyimini adlandırma aşamasına geldiğinde şiddete maruz bırakılan bunun adını “şiddet olarak” koymakta, “ben şiddet gördüm/görüyorum, “partnerim/eşim bana şiddet uyguluyor” demekte tıkanıyor. Bu, şiddete dair önceki araştırmaların bulgularıyla uyumlu: Tek tek defalarca, ayrıntılı olarak sormadığınızda, sosyokültürel olarak üst düzeyde de olsa, feminist aktivist bir kadın da olsa, bu konularda bilgili ve deneyimli de olsa, fiziksel ve cinsel şiddetteki gibi, haberlere konu olur nitelikte dramatik somut göstergeler olmadıkça, şiddete maruz bırakılanlar şiddet deneyimini idrak etmekte ve ifade etmekte, haliyle mücadele etmekte ciddi zorluklar yaşıyorlar (Bu suskunluğun nedenlerini, sosyokültürel, yasal, politik ve nörobiyolojik pek çok açıdan ele alan bir yazı dizisinde kaleme almıştım).* 

O nedenle hep vurguluyoruz; şiddet deneyimini kişi beyan etmese de tüm ruh sağlığı çalışanlarının, sağlıkçılar ve hukukçuların bu konuyu konuşulabilir kılmak, şiddet hakkında sorular sormak, bilgi almak ve bilgi/danışmanlık vermek rutinlerinin bir parçası olmalı. Rehber öğretmenler ya da öğretmenlerin, yaptıkları bire bir görüşmeler ya da kuşkulandıkları durumlarda da öğrenciye uygun bir dille konuyu açması ve kişinin bu konuda bir desteğe ihtiyacının olup olmadığının araştırılması, gerektiğinde bir uzmana yönlendirilmesi yerinde olur. Sorulmadıkça söylenmiyor.  

Gördük ki sorunca bile söylenemeyebiliyor. Bu alanda uzun zamandır çalışan biri olarak, anketi önce en yakın çevremize; ruh sağlığı çalışanlarına, bu konuda çalışan sivil toplum kuruluşları, kadın örgütleri, dernekler, aktivistler, akademisyenler, hukukçular, sağlıkçılar, sosyal medya takipçileri gibi belli ölçüde duyarlılığı olan kesime ve onların çevresine kartopu yöntemiyle yaygınlaştırdığımız düşünüldüğünde, katılımcılarımızın toplumun genelindeki kadını değil temsil etmek, aksine üst düzey eğitimli, ekonomik özgürlüğü olan, sosyal bir ağ, bilgi ve internet/teknoloji bilgi ve olanaklarına sahip, toplumsal cinsiyet eşitsizliği ve şiddet konularında toplumun genelinden daha bilinçli bir kitle olduğunu düşündüğümüzde, bulduğumuz sonuçlar daha bir dramatik geliyor. Bizim araştırmamızdaki katılımcıların ortanca yaşının 34’tü ve %80,2’si (7.571 kadın) üniversite ve üzeri eğitime sahipti. Eğitim, refah ve bilinç düzeyi ve konuya duyarlılığı yüksek olan, kentsel yerleşimli 9.447 kadının bir kısmı pandemi öncesinde de şiddet görmekteyken, yüzde 34,2’si sadece pandemi döneminde en az bir şiddet türüne maruz bırakılmıştı ve buna kayıtsız kalmıştı. Oranları yukarıda belirtmiştik. Sorulmasa söylenmeyecek, kendilerinin bile farkında olmadığı, bu çalışma vesilesi ile haberdar olduğumuz (haberdar oldukları) şiddete maruz bırakılmış binlerce kadın. En çok psikolojik ve ekonomik şiddet. Psikolojik ve ekonomik şiddet çok daha yaygın olmasına rağmen yok hükmünde. Maruz bırakılanda bile. Kadınların yarıdan fazlası en az iki ayrı şiddet türünden mustarip. Ama demeye dili varmıyor. 

Şiddetin kökenlerini, şiddeti önleme ve şiddetten korunmanın yollarını, faili ve maruz bırakılanın dinamiklerini anlama, yarattığı nesiller boyu travmaları anlama ve tedavisi, önleyici ve onarıcı adaletin tesisi, şiddetle mücadelenin etkin yollarının uygulanması… tüm bunları çok katmanlı, multidisipliner araştırma ve çalışmalarla, köklü sosyokültürel ve politik değişikliklerle, küresel eşgüdümle başarabileceğimiz, ne var ki çok yavaş adımlarla yol katedebileceğimiz meseleler.  

Şiddete dair yapılan bilimsel çalışmaların; halen savaş ve soykırımların, insan, kadın ve çocuk ticaretinin, köleliğin kol gezdiği dünyamızda; kapitalist sistem, ataerki ve tabuların bulandırdığı sularda göz gözü görmezken; güçlü araştırma desenlerine, uygun örneklem ve kontrol koşullarına, sağlıklı verilere, nesnel ölçümlere, uzun süreli izlem sonuçlarına erişmeye çalışırken, her zaman kısıtlılıklar ve eksikler barındıracağını kabul etmek gerekir. Araştırmalar çok zahmetli ve kıymetli ancak kimi zaman ancak bir sonraki araştırmanın öncülü olmaktan, ya da zaten bilinen bir şeyi tekrarlamaktan, desteklemekten öteye gitmedikleri oluyor. 

Yakın ilişkide şiddete zemin hazırlayan, başlatan, artıran, sürdüren, yineleyen etmenlerin nedensellik ilişkisini saptamak çok da kolay olmuyor. Şiddete zemin hazırlayan, şiddeti artıran, azaltan etmenleri saptamak genel olarak daha mümkün. Örneğin bizim araştırmamızda, acaba kadınların gördükleri şiddeti tutarlı/çelişkili beyan etmelerine neden olan etmenler nelerdi? Anlamak çok önemli. Elimizde ne var? Şiddet gördüğünü tutarlı bir biçimde ifade eden kadınlar, şiddet görmeyenlere ve gördükleri şiddeti çelişkili bildirenlere göre daha genç yaştaydılar ve bekâr ya da ayrı yaşama oranları diğerlerinden yüksek, boşanma ve dul olma oranları daha düşüktü. Şiddeti tutarlı biçimde ifade eden ve şiddet görmeyen kadınların üniversite mezunu olma oranları benzerdi ve oranlar gördüğü şiddeti tutarlı bir biçimde ifade edemeyenlerden anlamlı ölçüde düşüktü. Cinsel şiddete maruz bırakılanlara bakıldığında üniversite mezunu olma oranları, diğer şiddet türlerini yaşayanlara göre yüksekti. Yani yaşça daha büyük (daha deneyimli/bilinçli?), evli, boşanmış ya da eşi ölmüş olanların çoğunlukta olduğu ve şiddet görmeyenlerden ve görüp de tutarlı beyan eden azınlıktan daha üst düzey eğitimli olan grupta yer alan 2.979 kadın, yaşadıkları şiddetin adını tam koyamıyordu. Bilgi, birikim, olgunlaşma ve eğitim düzeyindeki artış, okuma anlama, deneyimlerini anlamlandırma ve kendini doğru ifade etme becerilerini beraberinde getirebilir diye beklenebilir örneğin. Burada beklenmedik bir şeyler var. Cinsel şiddet ve eğitim düzeyi arasındaki ilişki örneğin. Şiddet gören ile görmeyenlerin arasındaki farklar, benzerlikler…. Bunlara kafa yormamız gerekiyor. Anlamlı sonuçlar bulundukça, bunlar güçlü kanıtlarla desteklendikçe etkin çözüm planlarına kapı aralayabilir. Böylece daha fazla kadın şiddetin adını erkenden koyabilir, dile getirebilir, yardım isteyebilir, şiddet gördüğü ortamdan uzaklaşabilir. Önleyici, koruyucu, rehabilite edici kaynaklara erişebilir. Hizmet ve politikalar ona göre düzenlenebilir. Yeterince güçlü ve anlamlı sonuçlara erişilemese bile, kısıtlılıkları dahi sonraki araştırmalara ışık tutacaktır.  

Elimizde istatistiksel olarak anlamlı ancak kısıtlı birkaç veri ile de olsa elbette bilimsel tartışmalar ve çıkarsamalar, yayınlar yapmaya devam edeceğiz. Belki çoğu zaman cümlelerimizi, “bu konuda kesin yorumlar yapabilmek için, çok merkezli, temsiliyet gücü yüksek, kontrollü, ileri araştırmalara ihtiyaç vardır,” diyerek bitireceğiz. Ama karanlığı aralama çabalarımızdan asla vazgeçmeyeceğiz. 

Şiddet önlenebilir bir halk sağlığı sorunu ve bir suçtur. Gücünü toplumsal cinsiyet eşitsizliğinden alır. Maruz bırakılanların, farkındalık ve bilinçlenme için internet ortamından ücretsiz olarak erişebilecekleri kaynaklardan yararlanmaları, başlarına geleni adlandırmaktan ve dillendirmekten kaçınmamaları, yardım almaları çok önemli. Sivil toplum kuruluşlarından destek ve danışmanlık alarak, barolardan ücretsiz hukuki destek alarak, yerel yönetimlerin sunduğu ücretsiz psikolojik danışmanlıklardan yararlanarak, sosyal destek ve dayanışmayı örerek, gitgide güçlenerek, şiddetsiz ilişkiler ve yeni bir yaşamı kurmak mümkün. 

Kaynaklar

* https://bianet.org/yazar/arzu-erkan-yuce-7336

Şiddet görüyorum ne yapabilirim? https://www.youtube.com/watch?reload=9&v=sL-KWtgqVLI

Kendimle Karşılaşmalar, Karakarga Yayınları.

https://open.spotify.com/show/3qPF8L2aQk52iGa6ubgib8