Filistin sokaklarında yırtık pırtık bir kıyafetle gezen yüzünü bilmediğimiz evsiz bir çocuk. On yaşında, dünyanın kötülüğüne kafa tutan bir çocuk senin elini sıkıca kavramış: Hanzala! Artık biliyorsun. Artık görmezden gelemezsin

Artık görmezden gelemezsin

SERAP ÇAKIR

Yalınayak toprağa basan, yüzünü hiç bilmediğimiz bir çocuk Hanzala. Üstünde yırtık pırtık bir kıyafetle Filistin’in sokaklarında gezen on yaşında bir evsiz o. Ellerini arkasında birleştirmiş, ülkesinin işgalini protesto ediyor; olup bitenlerin tanıklığını yapıyor. Filistinli devrimci karikatürist Naci El Ali’nin en ünlü karakteri Hanzala. Sırtını dönmüş, bunca acıya, ölüme ve gözyaşına kayıtsız kalan dünyaya sitem ediyor.

Hanzala’nın Suriye’nin yıkık dökük mahallelerinde dolaştığını düşünüyorum şimdilerde, savaşın kirli oyunları yüzünden evsiz kalmış çocukların gözyaşlarını siliyor. Harap edilmiş bir Suriye ilinde annesini kaybetmiş bir küçüğün elinden tutmuş onu teselli ediyor. Kıyıya vurmuş mülteci çocuklarını elleriyle tek tek topluyor sahilden. Irak’ta Hanzala. Ayaklarında ayakkabısı yokken kilometrelerce yürüyüp kendisi gibi pabuçsuz bir çocuğun kulağına, mutluluk şarkıları söylüyor. Annesini kaybetmiş bir öksüzün eline tebeşir tutuşturuyor. Hanzala, atılan bombalarla mezarlığa dönüşmüş şehirlerden geçe geçe Türkiye’ye varıyor. Okusun, adam olsun diye gönderilen okullarda tecavüze uğrayan çocukların rüyalarına karışıyor. Canlı bir bombayla gencecik yaşında ölümle tanışan bir genci kalbinden tutmuş, onu bir başka güzel hayata uğurluyor. Köyü boşalınca İstanbul’un en izbe evine sığınan on çocuklu ailenin en sonuncusunun saçlarını okşuyor. Dünyaya savaşı, terör belasını getirip şehirlerin, köylerin, ülkelerin tam göbeğine yerleştiren, sonra bu vahşete utanmadan seyirci kalan diğer “mutlu” milyonların kayıtsızlığına elindeki taşı savuruyor. Ekolojik sistemi altüst eden sanayi devlerine, silah ticareti yapan vicdansız şirketlere, sağlığı ticarete döken ilaç firmalarına birer kaldırım taşı fırlatıyor. Hanzala, Filistinli on yaşında bir çocuk. Hangi ülkede bir masumun canı yansa, o yöne doğru çıplak ayaklarıyla koşuyor. Tıpkı çocuk yaşta ölen diğer masumlar gibi hep o yaşında kalıyor, büyümüyor. Her şeyi görüyor. Suudi Arabistan’da tecavüze uğradığı için taşlanarak öldürülen kadınları, savaşın canileştirdiği adamları, çocuk yaşta evlendirilen kızları, yerinden yurdundan olup küçücük çadırlarda yaşamaya mahkûm anaları, o anaların açlık ve sefaletle terbiye edilmiş çocuklarını, mülteci kamplarına kapatılmışları, bilmem kaç paraya kızını satan babaları, akşamları koca dayağı yiyen kadınları, boşandığı adam tarafından öldürülen eski eşleri. Hepsini görüyor. Hanzala, dünyanın kötülüğüne yıllardır tanıklık ediyor. Türkiyeli Özgecan, Iraklı Şerzat, Suriyeli küçük Aylan oluyor, Filistinli Muhyi Sıtkı, Suudi Mishaal bin Fahd, Ezidi Hannan, hepsi birlikte bu kötülüklere kayıtsız kalanların suratına suratına tükürüyor.

Filistin’e feminist bakışı
İlk romanıyla okurlarının karşısına çıkan feminist yazar Hulûd Hamis’in yarattığı dünyada da duvarlar Hanzala’nın türlü çizimleriyle dolu. Filistin’i tellerle birbirinden ayıran iğrenç savaşa hayır diyerek kafa tutan afacanın karikatürleri onlar. Güldünya Yayınları’nın Türkçe basımını gerçekleştirdiği ‘Hayfa’nın Kırık Parçaları’ beni Londra’da karikatürleri birilerini rahatsız ettiği için suikasta uğrayan Naci El Ali’yle tanıştırıyor. Filistin’i geziyorum kitapla birlikte. Yahudiler, Hıristiyanlar ve Müslümanlar birbirlerinden ayrışıp kendi dünyalarını yaşamaya başlayalı çok olmuş. Hıristiyan bir ailede büyüyen Meyzun’un hikâyesini okuyoruz romanda. Dini gelenekler, yaşam tarzlarını ve dünya görüşlerini belirleyen temel etkene dönüşmüş. Kamplara tıkıştırılan yaşamlar, şehirdekiler ve Kudüs… Meyzun, romanın başlarında yolunu bulmaya çalışan genç bir kadın olarak karşımıza çıkıyor, Ziyad isimli Müslüman bir adamı seviyor. Meyzun, mülteci kamplarındaki çocuklara, genellikle gayri resmi yollarla yardım eden bir kadın. Sevgilisi Ziyad ise, daha çok apolitik bir tavır sergilemeyi tercih ediyor. Önce bu temelde başlayan ikili arasındaki çatışmalar, gündelik yaşamdaki sınırlamalar, özel hayatın bir çift için nerede başlayıp nerede bitmesi gerektiği gibi konularla derinleşiyor. Genç kadın için evlilik, biraz da kapana kısılmak demek, hele de Müslüman bir erkekle evlilik, onun için büyük bir soru işareti. Hulûd Hamis, Meyzun’un hikâyesini aktarırken, Filistin halkının kültürünü, tarihini, kırgınlıklarını ve hayallerini de gösteriyor okurlara. Feminist bir bakış açısıyla bir kadının Filistin’de, tek başına ve bağımsız olarak nasıl yaşayabileceğini sorguluyor.

Ya bir erkeği sevdiğin gibi bir kadını da seversen? Ya evlenmek istemez ama sevişmek istersen? Ya ailenle birlikte yaşamak istemezsen? Hayat hiç de matematik gibi sabit kuralları olan bir yöntemle yol almaya izin vermiyor. Filistinli Meyzun da deneyerek, düşerek ve ayağa kalkıp tekrar deneyerek öğreniyor kendi kurallarını. Bu sırada ülkesinin teller ardında yaşayan Müslümanlarını gerçek anlamda fark ediyor. Biraz ürkerek baktığı Yahudileri tanıyıp dostluk kuruyor ve en önemlisi hayatta kalmanın aslında yaşamak değil, mutlu ve bilinçli bir hayat sürmek, kötülüğe göz yummamak olduğunu anlıyor. Hanzala Meyzun’la birlikte beni sarıyor, şimdi senin de yanında on yaşında, ayakları pabuçsuz, bu dünyanın kötülüğüne kafa tutan bir çocuk var. Artık biliyorsun. Artık görmezden gelemezsin.