ÖDP Hopa ilçe teşkilatının hoş bir web sitesi var. Hoşluğu,

ÖDP Hopa ilçe teşkilatının hoş bir web sitesi var. Hoşluğu, teknik durumuyla ilgili değil elbette. İnternetin hayatımızın önemli bir unsuru olduğundan bu yana öğrendiğimiz bir şey var: Web siteleri kurumların aynasıdır, odphopa.org adresi de ÖDP Hopa'nın aynası. Sitede yazılıp çizilenleri, Hopa'da başarılanları, belediye seçimlerindeki zaferi, seçimler sonrası yaşananların bir yansıması olarak görmek lazım. Siteyle uğraşanların ellerine sağlık elbette, ama daha çok Hopa'yı yaratanlara teşekkür edilmeli. Bu teşekkürü bugünle sınırlı tutmak doğru olmaz; vefa konusunda gösterilecek hassasiyet, tıpkı Hopa'daki gibi yarınları istemenin huzur noktası olmalı.

Hopalı ÖDP'liler bir vefa örneği sergilemişler. Yalnız Hopa'yla sınırlı da tutmamışlar bunu. "Yitirdiklerimiz" başlığı altında, tüm Artvinli arkadaşlarının kısa yaşam öykülerine, onlara ait küçük ve anlamlı anılara yer vermişler. "Yitirdiklerimiz" bölümü bugünü anlamlandırmakla kalmıyor, Hopalı devrimcilerin memleket toprağına daha sağlam basmalarını sağlıyor. Kimler yok ki bu bölümde; hepsinin hayat hikâyesini yazmaya kalksak gazetenin tamamına el koymak durumunda kalırdık. Trabzon'da 1980 yılında faşistlerce öldürülen Saim Eminağaoğlu'na, aynı yıl Trabzon'da katledilen Necati Küçü-karslan'a, 1977'de Borçka'da bıçaklanarak öldürülen Osman Küçük'e rastlıyoruz Yitirdiklerimiz arasında. Osman Küçük'ün öldürüldüğünde 17 yaşında olduğunu, bıçak darbelerinden sonra bir süre şuurunun açık olduğunu, "Ben ölüyorum. Bayrağı daha yukarı yükseltin." dediğini öğreniyoruz. 29 Ocak 1979'da Trabzon'da öldürülen İhsan Hacımura-toğlu, Tonya'da katledilen Abidin Yılmaz, öğrencileri üşümesin diye ormandan odun toplarken 5 Kasım 1978'de kaza sonucu ölen devrimci öğretmen Mansur Gündüz de var Yitirdiklerimiz bölümünde. 6 Eylül 1979'da MHP Hopa ilçe başkanının oğlu tarafından öldürülen Mahir Ça-kıroğlu da unutulmamış. Gördüğü işkenceler sonucunda hastalanarak böbrek yetmezliğinden aramızdan ayrılan Giresun Devrimci Yol davasının sanıklarından polis memuru İsmail Kıran da.

İsimlerini bile bilmiyoruz, ne acı. Adil Bilir'i, Alim Kılıç'ı, Eşref Koca'yı, Atanur Şahin'i, Saime Uzun'u hatırlayanımız var mı? 23 Temmuz 1979 tarihinde Şavşat'ta jandarmanın ateş açması sonucu öldürülmüştü hepsi. Tarihe Şavşat katliamı olarak geçen olayda onlarca insan da yaralanmıştı.

12 EYLÜL ARTVİN ÜSTÜNDE
12 Eylül darbesinin Karadeniz'deki etkisi bir başka oldu. Devrimci hareketin Karadeniz bölgesinde yadsınamaz bir gücü vardı ve 12 Eylülcüler bu gücü dağıtmayı amaç edindi. Darbe sonrası tüm Karadeniz'i içine alan bir baskı ortamı oluşturuldu. Binlerce insan gözaltına alındı, işkenceden geçirildi. Karadeniz'in bir yüzü böyleydi, ama diğer yüzünde 12 Eylül'e karşı direnmek için dağlara çekilen binlerce devrimci vardı. Sayıyı abarttığım sanılmasın. Yalnızca Artvin ve ilçelerinden bine yakın insan vardı böyle. Hazırlıksızlardı, neyle karşılaşacaklarını bilmiyorlardı, masumlardı ama bu, 12 Eylül'e karşı beklenen direnişin sergilenmesini sağlamıyordu. Çok acı çektiler, çok öldüler.

Zeki Subaşı yitip gidenlerden birisiydi. 12 Eylül'den sonra Giresun'da kırsal kesim örgütlenmesinde yer almıştı. Espiye-Tirebolu-Keşap grubunun sorumlusuydu. 31 Mayıs 1981 günü bir ihbar üzerine yapılan operasyon sırasında Kozköy yakınlarındaki ormanlık arazide Hasan Sabitoğlu, Mehmet Gümüş, Asım Keser, Alaattin Murtaza, Ahmet Kılıç ve Gürsel Küçükyıldız'la birlikte öldürülmüştü. Gençleri ihbar ettiği söylenen muhtar Yakup Oflu bu olaydan iki ay sonra öldürülecekti.

Yitirdiklerimiz'in safında Özgüç Tuncay da yer alıyor. 1957 doğumlu Özgüç. Aydın bir ailenin çocuğu olarak daha lise yıllarında sola ilgi duymaya başlıyor. Bir süre Ankara'da okuyor, eğitimine Artvin'de devam ediyor. Faşistlere aman vermeyen yönüyle dikkat çekiyor. O kadar çok tutuklanıyor ki, sayısını kimse bilmiyor. Ele avuca sığmıyor; cezaevine sığmadığı gibi. Bir olay nedeniyle tutuklanıyor. 'Paşalar gibi yatmak' Öz-güç'e yakışmıyor; bir grup arkadaşıyla tünel kazıp kaçıyor. Çocukluğunda geçirdiği bir kaza sonucu sağ gözü görmüyor Özgüç'ün. "Kör Namık" lakabıyla anılıyor. Firar sonrası Fatsa civarına yerleşiyor. Faşistlerin bozgunuyla sonuçlanan her olayda adı geçiyor. Askerler bile başarısız operasyonların ardından, "Ne yapalım Kör Namık vardı içlerinde" bahanesine sığınıyor. 12 Eylül darbesinden sonra bölgeye komando birlikleri sevk ediliyor. Bölgede bir de "Tren Nuri" lakaplı birisi var. Tren Nuri bir operasyonda yakalanıyor ve Kör Namık'ın yerini gösterebileceğini söylüyor. Özgüç bir arkadaşıyla sığınakta; etraf sarılmış. AncakTren Nuri'nin gösterdiği yerde değil, hemen komşu sığınaktalar. Askerler Nuri'nin işaret ettiği sığınağa ateş açıyor. Özgüç arkadaşından teslim olmasını istiyor. "Ben çatışacağım" diyor. Arkadaşı dışarı çıkınca durum anlaşılıyor. Sessiz kalsalar, operasyonu atlatacaklar. Bu kez Özgüç'ün bulunduğu sığınağa ateş açılıyor. Özgüç dediğini yapıyor ve cazırtı kopuyor. Sonuç alınamayacağını anlayan askerler sığınağı bombalamaya başlıyorlar. Sığınak yerle bir ediliyor. Askerler yüzlerce mermi boşaltıyor sığınağa doğru. 5 Kasım 1980'de oluyor bunlar. Özgüç Fatsa Belediye mezarlığına gömülüyor. Sonra ablası geliyor ve sahip çıkıyor kardeşine; cenazeyi Artvin'e götürüyor.

SANKİ SEN YAŞAYACAKSUN!
Hopa doğumlu Alaattin Demirci. Hem cin fikirli, hem de çevresinin neşe kaynağı. Rize-Hopa arasından mekik dokuyarak bitiriyor eğitimini. Ailesi yoksul, yükü ağır. Meslek eğitimi görüyor, kısa yoldan hayata atılmak için. Kısa mı bilinmez ama Devrimci Yolcu olmaya karar veriyor. 12 Eylül operasyonları sırasında yakalanıyor. Ağır işkencelerden geçiyor. Tutuklanıyor. Nasıl oluyorsa; yanlışlıkla salıveriliyor. Bir saat sonra anlaşılıyor yanlışlık ama iş işten geçiyor. Alaattin, Sultanselim Dağlan'ndaki direniş grubuna katılıyor. Ara başlığa taşıdığım cümleyi burada sarf ediyor. Üç arkadaş sohbet ediyor dağ başında. Sohbet konusu, devrimden sonra kimin ne yapacağı üzerine. Alaattin tepeleri gösterip devrimden sonra oraları düzleyip tarıma açacağını söylüyor. Sırası gelen Alaattin'e dönerek, "Ben senin mezarına çiçek getireceğim" diyor. Alaattin bu, altta kalır mı? Kendine özgü Hemsin şive-siyle, "Dinine yanduğum, sanki sen yaşayacaksun!' diyor ve basıyorlar kahkahayı.

Alaattin'in bulunduğu grup dağda yol alıyor. Grubun önünde Şerafettin Çelik var. Arkasında Alaattin. Diğerleri 30 metre arkalarında. Birden silahlar patlıyor. Pusuya düştüklerini anlıyorlar. Şerafettin Çelik arkasına dönüp baktığında Alattin'in ateş ettiğini görüyor. O da silahına davranıyor ama nafile; yaralandığını anlıyor. Hızla yanından geçen Alaattin'i görünce kuşatmayı yardığını düşünüyor ama yanıldığı belli oluyor. Alattin Demirci'yi az ilerde yüzükoyun yatar halde görüyor. Son kez yüzünü görmek istiyor. Belli belirsiz bir gülümseme oturmuş Alaattin'in yüzüne. Grubun neşe kaynağı Alaattin kendisine yakışanı yapıyor; ölümü gülerek karşılıyor.