Asgari ücretin matematiği: Sermayedarın rüyası
Her asgari ücret tespit komisyonu döneminde sermaye cephesinden yükselen ortak ses, asgari ücretin ve dolayısıyla emek maliyetlerinin çok yüksek olduğu, küresel kapitalist rekabete katılımlarının zorlaştığı ve bununla birlikte gelen, üretimi Asya’ya kaydırırız tehdidi...
Cansu Tekin - Dr., Akdeniz Üniversitesi
Her yıl aralık ayında toplanan asgari ücret tespit komisyonu ve senelik asgari ücretin ne olacağı konusu iki yıldır yaşanan enflasyonist baskılar sonucunda yılda iki kere belirlenmekteydi. Ancak bu yıl itibariyle, iddia odur ki, tekrar yılda bir kere asgari ücretin belirlenmesi sürecine girilecek. Enflasyonun düşeceğine dair inanç mı, yoksa sermaye cephesinin baskısı mı bunda etkili olmuştur, bilinmez. Ama gelin bu yazıda asgari ücrete dair sermaye cephesinin rahatsızlıklarını konuşarak başlayalım.
Her asgari ücret tespit komisyonu döneminde sermaye cephesinden yükselen ortak ses, asgari ücretin ve dolayısıyla emek maliyetlerinin çok yüksek olduğu, küresel kapitalist rekabete katılımlarının zorlaştığı ve bununla birlikte gelen, üretimi Asya’ya kaydırırız tehdidi... Bunu pek de yapabilir görünmüyorlar. Gelin nedenlerine bakalım.
Küresel kapitalist rekabete teknoloji değil emek yoğun, yarı mamul mal üretimi üzerinden katılan Türkiye’de, sermayedarları esas zorlayan kapitalizmin tam da kendisi... Belki unutmuş, ya da sürekli devlet desteği görmeye alışmış olabilirler. Kendilerine hatırlatmakta fayda var, kapitalizmin kendi sistematiği içerisinde kâr oranları sürekli olarak düşme eğilimindedir. Kâr oranlarındaki sürekli düşme eğilimi, artıdeğerin artırılması için sürekli olarak teknolojik yatırımı gerekli kılsa da kendileri çalışma sürelerini uzatarak, ücretleri düşürerek bu rekabete katılmakta ısrarcı. Kâr oranlarının düşmesi, asgari ücretin artmasının sonucu değil, tam tersine oynadıkları kapitalist kumarın doğrudan sonucu. Kapitalizm tam da budur zaten. Yatırım yapmayanı siler, silinenler üzerinden başkaları tekelleşir. Kapitalizmin mezar kazıcılığı da buradan gelir.
Teknolojiye yatırım yapmak yerine Türkiye’deki işveren cephesinin daima çalışma sürelerini artırmaya yönelik tutkusu ortada. Makro ekonomide bu tutkunun sonucu ise istihdamsız büyüme oluyor. Türkiye’de yıllar içerisinde asgari ücret ile çalışanların sayısı arttı. Merkez bankasının 2023-III Enflasyon Raporu’nda yayınladığı verilere göre1 istihdamdakilerin yaklaşık %50’si asgari ücret ve altında çalışmakta. Bu durum Türkiye’yi bir asgari ücretliler cumhuriyetine çevirmiş durumda. OECD ülkeleri arasında yıllık asgari ücret sıralamasında Türkiye 14. sırada. Kulağa işverenlerin “yüksek asgari ücret” söylemini doğrular gibi görünse de aslında hakikat bundan daha karmaşık. OECD ülkelerindeki çalışma süresine baktığınızda işin gerçek yüzü ortaya çıkıyor. Türkiye, OECD ülkeleri arasında en uzun süre çalışma saatine sahip olan ülke. Saatlik asgari ücretin tartışmaya açılması bu noktada gerekiyor. Türkiye’nin içerisinde bulunduğu istihdamsız büyümenin kaynağı da tam da burada yatıyor. İstihdamdakiler daha uzun süreler çalıştırılıyor ve böylece iş yükü halihazırda istihdamda olanların üzerine yıkılıyor. 4857 sayılı İş Kanunu md. 24/2’de yıllık en fazla 270 saat fazla mesai yaptırılabileceği, aksi halde işçinin haklı nedenle derhal fesih ve kıdem tazminatı hakkı doğduğu belirtilmiş. Oysa çalışmalar, 270 saatin aşıldığını gösteriyor. Kanuna aykırı olsa da bir şekilde bu durumun görmezden gelindiğine, emekçilerin iş ve özel hayat dengesinin bozulduğuna, insani çalışma koşullarından uzaklaşıldığına dikkat çekilmesi gerek. Üstelik yaşanan konut ve gıda krizinde kendini açıkça gösteren enflasyon karşısında bugün tek bir asgari ücretle insanca barınma koşullarını sağlayan bir evde barınabilmek dahi mümkün değil. Yapılan çalışmalarda açlık sınırının altında kalan asgari ücretin hâlâ bu tip tartışmalara açılması oldukça acı.
Tüm bunlara rağmen, asgari ücretten alınan vergi, işverenin ödediği primler, asgari ücretin maliyeti gibi söylemler ile sürekli olarak emek maliyetlerinin fazla olduğu gündemde tutuluyor. Gelin hep birlikte çalışma ve sosyal güvenlik bakanlığının asgari ücretten hem işveren hem de işçi cephesinden aldığı SGK primine bakalım. İlgili hesapta ilk dikkatimizi çeken şey işverenlere verilen istihdam destekleri. İşveren cephesinin sürekli olarak tekrarladığı prim maliyeti hesabı aslında kanunen bakıldığında pek gerçekçi görünmüyor. 5510 sayılı kanunun 81. maddesine göre uzun vadeli sigorta kollarında işverenin prim oranı %20’dir. Yapılan değişikliklerle %4,5’inin hazine tarafından, yani hepimizce, karşılandığını görüyoruz. Geriye kalan %15,5 ise işverenlerce karşılanıyor. Bu hesapta çalışandan yapılan toplam kesinti 3.000,38 TL iken, işverenden yapılan kesinti 3.500,44 TL olmuş.2 Yani arada sadece 500,06 TL fark var.
Türkiye’deki bu anlattığım yapı kapitalizmin, devletin sermayeye olan desteği ile sürdürüldüğünün açık kanıtı. Milyonlarca emekçi açlık sınırının atında bir ücret ile hayatta kalmaya, günde 12 saat çalışmaya ve yaşamaya çalışıyor. Emeğin 20. yüzyıldaki kazanımlarının çoktan aşındığı aşikâr. Ancak yine de sermaye sahiplerine bu aşınma yetmemiş olacak ki halen emekçinin sınırsız ve sorumsuzca emeğinin sömürülmesinin yollarını aramakta. Asgari ücretin genel ücret seviyesine dönüştüğü bu durumdan çıkışının formülü ise başka bir yazının konusu.