Can Yayınları’ndan çıkan Zaman Zaman Güneşli kitabıyla ilgi çeken Aslı Ilgın Kopuz, “Yazarken, bölümleri tekrar okurken benim de bu kadar da olmaz dediğim şeyler oldu. Ama durup düşününce her şeyin tam olarak ‘bu kadar da olduğunu’ fark ettim” diyor.

Aslı Ilgın Kopuz: Kadınlar el ele verebildiklerinde yarattıkları güç muazzam

Sevil İnce  

İlk romanı Kış Salkımı 2019’da Yitik Ülke Yayınları’ndan çıkan Aslı Ilgın Kopuz, bu hafta yeni romanıyla okurlarını sevindirdi. Aslı Ilgın Kopuz’la, Can Yayınları etiketiyle raflardaki yerini alan Zaman Zaman Güneşli’yi konuştuk. 

Zaman Zaman Güneşli romanınız bir metafor deryası. Edebiyat hayatınız nasıl başladı? Dilinizi oluştururken ne gibi kaynaklardan yararlandınız? 
Yönetmen Andrey Tarkovski Agora’dan çıkan Şiirsel Sinema adlı kitaptaki bir söyleşisinde, “Hayatımız metafor, başından sonuna kadar. Etrafımızdaki her şey metafor” diyor. Kendimizi varolan dünyaya karşı, şiirsel bir biçimde ya da tümüyle betimleyici bir tavırla ifade edebileceğimizi söylüyor. Ben de tam olarak böyle düşünüyorum. Herhangi bir şeyi olduğu gibi anlatmak pekâlâ mümkün, kimi durumlarda belki en doğru yöntem. Ama ben genel olarak baktığım ya da düşündüğüm şeyleri, çağırdıklarıyla, peşine takılanlarla, büründükleriyle aktarmayı seviyorum. Elbette bu yazdığınız metnin sizden ne talep ettiğiyle bağlantılı. Zaman Zaman Güneşli’yi başka türlü yazamazdım diye düşünüyorum.  

Bir okur olarak da sizin çok hoşuma giden deyiminizle metafor deryası metinleri okumaktan ayrıca keyif alıyorum. Okuduğum metnin beni zorlamasını, ağdalı diye tabir edilen edebî dili bilhassa seven biriyim. Belki çok klişe olacak ama çocukluğumdan beri kendimi yazıya hep yakın hissettim. İçine kapanık, kendi dünyasında fazla vakit geçiren bir çocuktum. Doğrusu hâlâ da öyleyim. Yazmak benim için bir rahatlama aracı, tamamen kendi kendime kalabileceğim bir sığınak oldu her zaman. Çocukken bunun en basit yolu da günlük tutmaktı. Çok fazla günlük tuttum. Zaman Zaman Güneşli’deki çocukluğa dönüşlerde de bu günlüklerin çok faydası oldu. Bu tarz kayıtlara geri dönüp baktığımızda unuttuğumuz şeylerin şaşırtıcı derecede çok ve önemli olduğunu görebiliyoruz.  

Gazetecilik yaptığım yıllarda ilk romanımı yazmaya başladım. Bir roman yazıyorum diye yola çıkmamıştım, beklentim de yoktu. Yazdıklarım aşağı yukarı bir kitap oluşturacak hale geldiğinde bir kenara bıraktım. Aradan yıllar geçti. Evlendim. Neden sonra dosyayı belli başlı bir iki yayınevine göndermeye karar verdim. O zamanlar epey toydum. Aşırı özgüvenle güvensizlik arasında gidip geliyordum. Ülkemiz edebiyat ve yayıncılık ortamınaysa düpedüz yabancıydım. Gönderdiğim yerlerden yanıt almayınca bir yandan biraz küssem de genel olarak olmuyorsa olmuyordur diyen metanetli bir hal içindeydim. Birkaç yıl sonra Yitik Ülke Yayınları ilgilendi dosyamla ve ilk romanım Kış Salkımı 2019 sonunda çıktı. Maalesef birkaç ay sonra pandemi patladı. Ekonomik kriz bilhassa küçük yayınevlerini sarstı. Ama sınırlı okuyucuya ulaşabilmiş olsa da ilk romanıma gelen eleştiriler son derece olumluydu. Her yazar yazdıklarının mümkün olduğunca çok okura ulaşmasını diler. Yazmak çırılçıplak soyunup sokağa çıkmak gibi. Tamamen savunmasız kalsanız bile o sokağın sonuna kadar gidebilmeyi, mümkün olduğunca çok kişinin sizi görmesini istiyorsunuz.  

Öte yandan daha ilk romanı bir kenara bırakmışken yeni bir şeyler karalamaya başlamıştım. Pandemi boyunca çok sıkı çalıştım, çok okudum. Çağdaş dünya edebiyatında ne çıktıysa okumaya çalıştım. Türkçe klasikleri yeniden okudum. Homeros’a, Vergilius’a, Ovidius’a, Dante’ye, mitolojiye, şiire, Celan’a, Rilke’ye deyim yerindeyse dadandım diyebilirim. Ayrıca bitkilerle ve hayvanlarla ilgili hayli kitap okudum o süreçte. Bir yandan senaryo yazıyordum. Hep yaptığım gibi eski filmleri yeniden izledim. Nihayet yeni dosyayı tamamladığımda, yazmak istediğim hikâyenin benden bu okumaları, bu izlemeleri talep ettiğini, bunların da hikâyenin dilini şekillendirdiğini fark ettim. Sonrasında Zaman Zaman Güneşli benimle birlikte uzunca süre sabırla bekledi. Bu epey sancılı, özgüven krizleriyle geçen bekleme sürecinde dönüştü, değişti. Sonunda gönlümdeki yayınevinden, Can Yayınları’ndan yayımlanma şansı buldu. 

Romanınızda adını bile bilmediğimiz karakterimize gözlerimizi kaptırmış okuyor buluyoruz kendimizi. Karakterlerinizi yaratırken kendi hayatınızdan izler yansıttınız mı?  
Yazarken isimsiz bir karakterin okurun içselleştirmesi, takip etmesi açısından zorlu olabileceğinin farkındaydım. Bu nedenle “gözlerimizi kaptırmış okuyoruz” demeniz benim için mutluluk verici. Bir türlü isim koyamadım başkarakterime, genel olarak metinde isimler vermekten kaçındım. Bu hikâye özelinde isimlendirmenin bir tür etiketleme gibi olacağını hissettim. Hikâyenin okuyanın hayatıyla yakından uzaktan ilgisi olmasa bile karakterle okur arasına herhangi bir ismin girmemesini arzuladım. 

Bir metnin yazarının hayatından az ya da çok izler taşımaması mümkün değil diye düşünüyorum. Ama Zaman Zaman Güneşli otobiyografik bir metin değil. Metindeki karakterler kendimden ve en yakınımdakilerden yola çıkarak yarattığım karakterler. Karakterlerin hepsini insanı olduğundan bambaşka gösteren bir aynaya düşen yansımalarından yazdım. Hayatımdan izler elbette var, ama karakterleri ve olayları hayatımda oldukları halleriyle değil, çarpıtarak, bükerek, çoğaltarak, kısacası bambaşka hallere sokarak aktarmaya gayret ettim. 

Ana karakterimiz bir kadın ve evli olmasına rağmen yaşadığı yalnızlığı. Aslında pek çok kadının okuduğu zaman içinde bulunduğu ilişkiyi, evliliği veya karşı cins ile çatışmalarını bulacağı bir hikâye. Böyle bir roman yazma fikri nasıl doğdu?  
Affınıza sığınarak belki yine çok klişe bir ifade olacak ama hepimiz ne kadar kalabalık olsak ya da olmaya çabalasak da günün sonunda yalnızız, kendimizle baş başayız. Bundan kaçış yok. Sadece evlilikte değil, arkadaşlarla aileyle olan ilişkilerde de yalnızlığın yakamızdan düşmediğini, belki de düşmemesi gerektiğini düşünüyorum. O yalnızlık kimi zaman korkutucu, bunaltıcı olsa da aynı zamanda benliğimiz, kimseye benzemeyişimiz, biricikliğimiz. Herkes gibi benim de evlilikte yaşadığım sorunlar oldu. Herkes gibi demem belki itici gelmiş olabilir. Zira günümüzde insanlar ilişkilerinde, özel hayatlarında sorunlar yaşadığını dışarıya belli etmeme, gardını her daim yüksek tutma güdüsüyle hareket ediyor gibi geliyor bana. Hayatların dışarından nasıl görüldüğü çok önemseniyor. Bu nedenle -mış gibi yapmak bir tür korunaklı alan sağlıyor belki de ya da bu bir tür savunma mekanizması. Velhasıl kendi evliliğim içindeki ya da diğer ilişkilerimdeki (aile, arkadaşlık) tecrübelerimden yola çıkarak yazdığım bir roman bu. Bu romanı yazdıran da elbette duygularımdı, kendi acım ve yalnızlığımdı. Öyle değilmiş gibi yapmayacağım şüphesiz. Ama yukarıda ifade ettiğim gibi hepsini bir prizmadan geçirerek, bambaşka hâle getirerek yazıya döktüm. Buna rağmen sadece kadın değil erkek okurların da hikâyeyle ortaklıklar kurabileceğine, kendi yaşamlarından izler bulabileceklerine inanıyorum. Öte yandan kadınlar olarak paydaşlığımız tabii ki çok daha fazla… Bu yüzden kadınlar el ele verebildiklerinde yarattıkları güç muazzam oluyor. 

Romanı okurken karakterimize “bu kadar da olmaz” diyoruz ama aslında birçoğumuz kendimizi aynılarını yaparken buluyoruz. Bu gerçekliği nasıl yakaladınız? 
Sevgili Aslı Örnek de Gazete Duvar’da kitapla ilgili tanıtım yazısında buna değinmiş. Yazarken, bölümleri tekrar okurken benim de bu kadar da olmaz dediğim şeyler oldu. Ama durup düşününce her şeyin tam olarak “bu kadar da olduğunu” fark ettim. O kadarını da yapmayız dediğimiz şeylerle dolu olabiliyor hayatlarımız. Bundan tümüyle kaçınmak insanın tabiatı açısından mümkün mü bilemiyorum. Mümkün mertebe bize zarar verdiği noktada kendimizi korumaya alacak adımları atabilme iradesi gösterebiliyorsak ne mutlu… 

Kitabın bir bölümünde kulaktan kulağa duyduğumuz, bize aktarılan batıl inançlar ya da geleneksel söylemler diyeceğimiz koca bir sayfa var arka arkaya sıralanmış. Sizce bunlara inanmıyor olsak da hep bir yanımız ya olursa mı diyor?  
Aslında orada işaret etmeye çalıştığım çocukluktan itibaren her birimizin bir tür kuşatmaya maruz bırakılışımızdı. Masum görünen o batıl inançların, geleneksel söylemlerin içinde birtakım iyi niyetler olsa da çoğunda bir hizaya sokma, kural ve inanç dayatması var. Bunların pek çoğunun kadınları henüz çocukken ataerkil toplumsal düzene hazırlama işlevi gördüklerini düşünüyorum. Bana kalırsa çocukken kulaklarımıza doluşan, aklımıza kazınan bu inanç ve söylemler zamanla gücünü yitirmiş, unutulmuş zannedilseler de aslında davranışlarımızda, kendimizi içinde bulduğumuz kalıpların inşasında temel role sahipler. 

Son olarak romanlarınız hakkında okurlarınızdan ne gibi dönüşler alıyorsunuz?  
İlk romanımla ilgili olumlu dönüşlerden yukarıda bahsetmiştim. Umarım ilerleyen zamanlarda Kış Salkımı daha fazla okuyucuya ulaşma şansı bulur. Halihazırda Zaman Zaman Güneşli’ye gelen ilk yorumlar beni çok mutlu etti. Dilerim daha fazla okurla buluşur. Bu söyleşiye yer verdiğiniz ve heyecanımı paylaştığınız için çok teşekkür ederim.