Geçen hafta ATAŞ rafinerisinde çıkan yangın sonrasında yapılan açıklamalar, ATAŞ’ın Eylül ayından itibaren terminal konumunda çalıştırılacağı ve rafinerinin kapatılacağı yönünde oldu. Bunun sonucunda ise Çukurova ekonomisinin yılda yaklaşık 15-20 milyon dolar kayba uğrayacağı da belirtiliyor.


Bu ATAŞ’ın daha önce benzer bir olayını aklıma getiriyor ve yapılan açıklamalara hiç de iyi niyetli olarak bakmıyorum. Kimler hatırlayabilir bilmiyorum ama, 1974 yılında Kıbrıs Hareketı sırasında ATAŞ birden bakıma girivermişti. Ve harekat sırasında donanmaya ait gemiler akaryakıt almak için İzmir’e; Aliağa’ya gitmek zorunda kalmışlardı.
Bu yaşananlardan sonra “Ya TÜPRAŞ satılmış olsaydı, şimdi ne olurdu?” diye düşünmek bile istemiyorum. 2002 yılı verilerine göre Türkiye’de ham petrol üretiminin 23.3 milyon tonu TÜPRAŞ rafinerilerinde, 2.8 milyon tonu da ATAŞ rafinerisinde işlenmiş. Üretimin % 85’i TÜPRAŞ tarafından gerçekleştiriliyor. ATAŞ’ın üretimi 2.8 milyon ton gibi düşük bir oranda olmasına rağmen bu kadar etkili olabiliyorsa, TÜPRAŞ’ın üretimden çekilmesinin ne demek olduğu apaçık ortadadır.


ATAŞ yangını sonrasında yapılan bu açıklamalar, BP’nin ve diğer yabancı petrol devlerinin Türkiye üzerindeki emellerinin sinyalleri. Bu emellerin gerçekleşmesini önlemek kendi özvarlıklarımızı koruyarak olacaktır. Rafinerilerimiz, santrallerimiz, madenlerimiz yani tüm yaraltı ve yerüstü kaynaklarımız akıllıca yönetilmeli, başkalarının daha iyi yöneteceği düşüncesiyle teslim edilmemelidir. ATAŞ’da yangın nedenlerinin hangisi gerçektir onu bilemeyiz ama, önümüzdeki günlerde karşımıza çıkacak olumsuzlukların bir işareti olduğu bir gerçektir. TÜPRAŞ’ın özelleştirilmesi sonrasında satın alan şirket ya da şirketler de birgün ATAŞ benzeri bir kararı almakta serbest olacaktır.


TÜPRAŞ’ın özelleştirilmesi için yeni bir ihale hazırlığı içinde olan yetkililerin bu konu üzerinde dikkatle durmaları ve TÜPRAŞ’ın özelleştirilmesinden vazgeçmelidir. Tabii bunu IMF’nin yeni bir müşteri listesi ile gelmeden önce yapmalıdır.