Düşünen, araştıran, inceleyen, kuşku Uduyan, Kendini ve çevresini sorgulayıp, eleştiren,Kendinin ve çevresinin sorunlarını görüp bu sorunlara çözüm arayan...

 

Düşünen, araştıran, inceleyen, kuşku Uduyan,

Kendini ve çevresini sorgulayıp, eleştiren,Kendinin ve çevresinin sorunlarını görüp bu sorunlara çözüm arayan,

Günü gününe yaşamayıp, hem geçmişi değerlendiren hem de geleceği ve geleceğin sorunlarını öngörmeye çalışan,

Kendinin ve başkalarının hakkını arayan, haksızlıklara karşı gelebilecek cesarete sahip, başkaları mutsuzken mutlu olamayan, yani toplumsal sorumluluğu olan,

Yetenek ve sınırlarının ayrımında, ama aynı zamanda bu yetenek ve sınırlarını zorlayan, kendini sürekli geliştiren ve yenileyen ve kendini yenilemenin zorluğunun bilincinde olan,

Bir iş üzerine yoğunlaşabilen, başladığı işi bitiren, zamanını doğru ve verimli kullanabilen,

Tükettiğinden çok üreten, kırıcı değil yapıcı olan,

Ayrımında olsun ya da olmasın, çözemediği, üstesinden gelemediği kişisel sorunlarını olumlu yönde yönlendirebilen,

Madden ve manen olabildiğince başkalarından ve koşullardan bağımsız, hayatta tek başına ayakta durabilen bireyler yetiştirmek..."

Bir de şu kavramlar... "inanç özgürlüğü / düşünce özgürlüğü / karar özgürlüğü / merak ve bilgilenme özgürlüğü / bireysel haklar / saygıya hak / içini dökme hakkı / yanlış yapma hakkı / başarısızlık hakkı / şımarma hakkı / sınırsız seçenek hakkı".

Bütün bu cümleler ve sözcükler bütünü, nasıl ve kime ait bir modeli tarif ediyor? Üstelik içinde yaşadığımız koşullarda böylesi bir hayalin öznesi "çocuk/çocuk eğitimi" dense ne dersiniz? Bu yetmiyormuş gibi, öznesi çocukları eğitenler olan şu sözcükler nasıl bir çağrışım yaratır? "Eşitlik ilkesi / amaçtan sapmama / yirmi dört saat eğitim / yetenek keşfi / eleştiriye açık olma / gerekçeli kurallar / özyönetim / hak aramak / kendini korumak..."

Eğer Türkiye'de böylesi bir kurum varsa neyi hak eder? Belki de asıl sorun bu anlayıştan kaynaklanıyor. Ama ondan önce bir soru daha., hayata bir çocuk bile kazandırmak nasıl bir anlama sahiptir? Jeolog gibi, öğretmen gibi, ressam gibi, tiyatro eleştirmeni gibi, fizikçi gibi... Onların sokak köşelerinden, terk edilmişliklerden kalkan parmaklarını görseniz ve hayat öykülerini dinle-seniz... Onların hangi travmalardan ve yoksunluklardan kendilerini gerçek birer insan olarak nasıl yeniden inşa edebildiklerini görmek şaşırtacaktır sizi. Belki de o zaman "insan ruhunun kudretine olan inancınız" yeniden ortaya çıkar. Bu çocukların "yolculukları"na eşlik edenleri kıskanabilirsiniz ya da kimileri gibi...

İşte Nesin Vakfı'nın başına gelen bu ikincisi. Ali Nesin babasından devraldığı böylesine zorlu bir mirası koca bir yürekle taşıyor. Ama bu vakıfla ilgili çabaları bir yana, üniversiteden bir öğrencisinin, onun öğretim üyesi olarak tutumunu anlatan sözleri de insanı heyecanlandırıyor, "bi zi toptan bütünlemeye bırakırdı. Sonra ken imkânlarıyla ve bütün harcamaları kendisi kar şılayarak deniz kıyısında bir pansiyonda kampa alırdı. Gecelere kadar ders yapar - tabi i arada bir bizi serbest bırakır - kampın sonunda sınavını yapar, asıl notunu o zaman verirdi. Küser, sevinir, tartışır, kızar... Ama biz onu üzmemek için çalışmak zorunda kalırdık".

Şimdi o Ali Nesin'in omuzladığı vakıf, korkunç bir yok edilme tehdidi altında. Bütün soruşturma ve mahkeme sonuçlarına rağmen karalama sürüyor... "her şey doğru olsa bile böylesine trajik bir olay böyle mi haber edilir? Toplumsal sorumluluktan vazgeçtim, hiç mi utanma arlanma yok?" diyor Ali Nesin.

Oysa insanlık dışı bir haksızlığa uğrayan, örselenen yalnızca o masum birkaç çocuk değil. Doğrudan doğruya Nesin Vakfı ve Nesin Vakfı gibi kurumlar, insanlar, çabalar... Yaşadıkları istismardan sıyrılmayı başararak hayata kazandırıla-bilmiş olanlar parmaklarını şu cümleye doğru uzatıyorlar, "toplumlar sıçramalarını zorluklardan gelen insanlarla gerçekleştirebilir. Bizim deneyimlerimizden üreteceğimiz sentezin vaat ettiği umudun bile topluma öğreteceği çok şey var. Bizi kaybettikçe hayatınızın azar azar tükenmekte olduğunu bilmeniz gerekir