Baba Zula, Eylül ayında yayımlacağı yeni albüm öncesinde Kızıl Gözlüm adlı EP’yi yayımladı. Kızıl Gözlüm ile Kervan Yolda şarkısının iki farklı düzenlemesinin olduğu EP, yeni albümün nasıl olacağına dair ipuçlarını da sunuyor. 27 Eylül’de yayımlanacak albüm öncesinde grubun kurucularından Murat Ertel ile bir araya geldik ve işlerini konuştuk. Son soruyla başlayalım: Albüm ne zaman çıkacak? […]

BaBa ZuLa: Batı’ya öykünmedik, kendi suyumuzdan içtik

Baba Zula, Eylül ayında yayımlacağı yeni albüm öncesinde Kızıl Gözlüm adlı EP’yi yayımladı. Kızıl Gözlüm ile Kervan Yolda şarkısının iki farklı düzenlemesinin olduğu EP, yeni albümün nasıl olacağına dair ipuçlarını da sunuyor. 27 Eylül’de yayımlanacak albüm öncesinde grubun kurucularından Murat Ertel ile bir araya geldik ve işlerini konuştuk.

Son soruyla başlayalım: Albüm ne zaman çıkacak?

27 Eylül gibi bir tarih belirlendi. Albümü bitirdik. En son olarak da plak masteringi yapıldı. Albümün kapağını da hemen hemen bitirdik. CD’nin kitapçığı üzerinde çalışıyoruz. Bir hafta içinde hepsini bitirmiş olacağız.

Alıştığımız bir BaBa ZuLa albümü mü olacak yoksa sizin sürprizlerinizden tadacak mıyız yine?

Sürprizli bir albüm olacak gibi. Sanırım bugüne kadar en çok beğendiğim ve en içime sinen BaBa ZuLa albümü bu oldu. 10 şarkı var 5’i enstrümantal, 5’i sözlü. Bu albüm benim için çok önemli, BaBa ZuLa benim için her zaman önemlidir ama bunun bir aile albümü olduğunu söyleyebilirim.

Ne açıdan?

Kapağı Mengü Ertel’in işlerinin bir yorumlanması, kolajı gibi oldu. Sanat yönetmenliğini eşim Esma Ertel’le beraber yaptık. Bütün albümde onun işlerinin yorumları var. Bunun dışında Esma’nın ve çocuklarımızın sesleri, çaldıkları bölümler, yazdıkları şarkı sözleri gibi şeyler de var. Mengü Ertel’i de katınca tabii böyle kuşaktan kuşağa Ertel ailesinin derinlerinden gelen bir albüm olduğunu söyleyebilirim.

Grubunuzla alakalı kadın vokal eksikliği yaşıyor musunuz?

Biz yaşamıyoruz.

Dinleyiciden böyle bir tepki alıyor musunuz?

En baştan beri en azından birkaç şarkıyı söyleyen, bir kadın vokalist olmasını arzu eden insanlar olabiliyor. Fakat bir kadın vokalist olduğu zaman bile zaten konser başına üç dört parçadan fazla söylemiyor. “Böyle çok daha iyisiniz, çok daha psychedelic ve rock tarzınız oturuyor ve sizinle söyleyen vokalistler grup elemanı değil de daha çok bir konuk gibiydi, şimdi tam bir grup oldunuz diyen de var” ki biz böyle düşünüyoruz. Gerçekten grubumuzun elemanı gibi olan bir kadın solistle çalışmadık. Hepsi bir tür konuk gibiydi bizim için. Şu anki kadromuzdan çok memnunum ve BaBa ZuLa’nın esas soundunun bu olduğunu düşünüyorum. Zaten kurucu elemanlar Levent’le benim. Diğer iki eleman da hemen hemen altı senedir BaBa ZuLa’da çalan insanlar. Bir tanesi bence Türkiye’nin en iyi perküsyoncularından biri olan Ümit Adakale. Diğeri de yine bence alanında en iyi diyebileceğim elektro ud çalan Giritli arkadaşımız Periklis Tsoukalas. O da muhteşem bir müzisyen. Biz 1960’ların müziğini çok seviyoruz. Jimi Hendrix,  Santana, Led Zeppelin gibi. Bu soundu çok seviyoruz ve bununla ilişkilendirilebilecek bir müzik yapıyoruz. Bunu da bu kadroyla çok rahat ve doğal bir şekilde bulabildiğimizi düşünüyorum.

Bugün daha da bir anlam kazandığını düşünüyor musunuz müziğinizin?

Evet. 80 darbesiyle sanatta büyük bir dağılma olduğunu düşünüyorum. Sansür, sanatçıların öldürülmesi, sürülmesi veya hapishaneye atılmalarıyla başlayan olaylarla, kültürel-coğrafi mirasımızla olan bağımızda bir kopukluk gerçekleşti. Bu bağı kuran sanatçılardan biri de BaBa ZuLa . Bizden önceki kuşağın benimsemediği birtakım şeyleri de kucakladığımızı düşünüyorum. Elektro saz, darbuka, halk müziğiyle bağlantı, elektronik, samplelar ile bambaşka bir yaklaşımımız var. O yıllarda dünya müziğiyle ilgili olarak da sevilen grupların ya da sevilen sinema sanatçılarının seslerini kullanmak çok modaydı. BaBa ZuLa’nın yaklaşımı son derece özgündü. Biz kendi kendimizden ses örneği alırdık. Herkes sevdiği müzisyenlerin, sevdiği sinema sanatçılarının seslerini kullanır. Dünya’da da böyledir, Türkiye’de de böyledir. BaBa ZuLa tamamen özgün ses örnekleri kullanıyor. Bu bence çok önemli bir şey. Yüzlerce bestemiz var bunlar içinde sadece üç dört tane yorumladığımız eser var. Bu üç dört eserde de o eserleri ilk seslendiren sanatçıların plaklarını ve seslerini kullandık. Genelde popüler olan bir sanatçının eserini yorumlayarak, belirli popülerliğe varma veya konserlerde onları çalma geleneği var. Biz buna direniyoruz. Böyle yapmadık.  Kültürel-coğrafi bağ da bizim için çok önemli. Bu hala küçümseniyor. Şimdiki kuşakta da Türkçe kullanımı dışında müzikal olarak kültürel-coğrafi bağı kullanan az sanatçı bulunduğunu düşünüyorum. Alternatif müzik yapan insanlar için de batıya öykünme ve oradan ilham alma durumu var. Bir sürü grup, İngilizlerin ya da Amerikalıların 80’lerde 90’larda ya da şimdi yaptığı birtakım kalıpları, yolları takip ederek müzik yapıyorlar. Biz öyle yapmadık ve geleneksel olandan etkilenmemize rağmen onu taklit etmedik. Bunlar sanatsal olarak önemli yollar. Daha çok insanın bu yollardan gitmesini arzu ederdik neyse ki bu yola yönelen sanatçılarda bir artış var. Bu da sevindirici.

Batı’ya yine Batılı bir şey sunduğunda hüsranla karşılaşmak daha olası gibi sanki

Tabii ama başarılı olanlar da var. O yoldan gidip turnelere çıkan müzisyenler de oluyor ama bana göre çekici değil.

Siz, Selda, Altin Gun, Gaye Su Akyol… Türk müziğine karşı yükselen bir ilgi var. Bu tesadüf mü?

Bilmiyorum tesadüf değil herhalde. Türkiye’de inanılmaz bir kültür hazinesi var ve bu keşfedilmemiş durumdaydı. Türk müziği gerçekten yurtdışında çok fazla tanınmıyordu. Eğer klasik yorumcuları bir kenara bırakırsak İdil Biret ve Fazıl Say gibi, bir tek Okay Temiz’den bahsedebiliriz. 70’lerde dünya müziği kavramını yaratan insanlar arasındadır kendisi. 1960’ların psychedelic müziğinden bahsedebiliriz. O dönemlerden sonra birden bir kesilme olduğu için unutuldu gibi. Şimdi tekrardan bu yayılıyor. Zamanın ruhu diye bir şey var. Beatniklerle başlayıp hippilerle devam eden doğayla bileşen bir dünya kültürüyle birleşen bir sanat ve hayat durumu 60’ların ruhu yavaş yavaş geri geliyor ve kolektif bir bilinçlenme var gibi geliyor. Bu müzikler de bununla çok iyi örtüşüyor. Bana dört beş senelik bir moda gibi, geçecek bir şeymiş gibi gelmiyor. Hatta bence diğer müzisyenlere falan da yansıyacak bir şey. Bu makineleşme, otomatikleşme, ticarileşmeye aynı zamanda bir tepki gibi. İnsani, başka bir bilinç, başka bir gerçeklik gibi kavramların müziğe yansıması.

Selda Bağcan’la görüşüyor musunuz?

Arada bir görüşüyoruz. Selda Bağcan benim için çok önemli bir insandır. Çocukken 45likleri çıktığı zaman direkt aldığım bir insan. Dayılarım hapishaneye girdiğinde “Bize Selda yolla” dedikleri benim o dinlediğim plakları hapishaneye yolladığım sonra da “Görülmüştür” damgasıyla plaklarının geri geldiği bir insan. Aynı zamanda Selda’nın ilk plağının kapağında olan akustik ibanezi de biz Esin Engin’in Harbiye’deki müzik dükkanından satın almıştık. Gitar çalmayı onunla öğrendim. Daha sonra bir arkadaşımla beraber Amerika’ya gittiğimde çalındı. Şimdi de çok seviyoruz. Müthiş bir ses ve çok güzel müzik yapıyor. Bir de duruşunun sürekliliği. O da çok önemli. 1960’larda hapishanelere düştüğü zaman ya da bütün solcular görüşleri yüzünden hapishanedeyken. Selda’nın duruşu neyse, şu anda da o. Döneklik, yalakalık gibi kavramlarla hiç işi olmayan bir sanatçı.

Kendisi yurtdışındaki popülaritesiyle alakalı konuşuyor mu? Bunu nasıl yorumladığını merak ediyorum. Acaba size hiç böyle şeyler söylüyor mu?

Kendisi de heyecanlanıyor. Türkiye’de belli bir ilgisizlik dönemine girildiği zaman olan bir şey bu. Bu yüzden de çok önemli. Bizim menajerliğimizi yapan Gülbaba Müzik’in burada çok büyük bir katkısı var. Selda’ya büyük değer veren, bunu gören ve Boom Pam’le birleştirip eski Selda soundunu sağlayarak bu patlamaya ön ayak olan kurumla aynı çatı altındayız.

Birçok farklı güçlü sesin popülerleşmesi sizde nasıl bir duygu yaratıyor? Özgüveninizi artırıyor mu?

Kesinlikle. Umut doğuruyor. Birleşmek, aynı doğrular etrafında toplanmak gibi şeyler hakikaten umut verici. Mesela bunları aslında konuşmak istemiyoruz. Herke saslında böyle olmalı. Herkes kendi yetiştiği, onu besleyen kültürel coğrafyadan beslenerek sanat yapmalı bana göre. Hollywood’a özenmemeli, blues müziği yapmaya kalkışmamalı. Bu coğrafyanın bluesunun peşinde olmalı. Onlarla vakit geçirmemeli ve ben de bundan bahsetmemeliyim. Bunu bizim gibi yapın demek istemiyorum. İlla elektronik saz kullanın, davul kullanın, bendir kullanın demek istemiyorum. İsterseniz yalnızca synthesizer kullanın ama bir ilişki kurun. Hiçbir şeyin nedensiz olmadığını düşünüyorum. Burada dünyaya geldiyseniz bunun bir anlamı var. Bu anlamın peşine düşün.

Aynı zamanda BaBa ZuLa bir konser grubu. Yaptığınız müzikle, konserde çaldığınız müzik arasında bir fark oluyor mu?

Albümlerle, konserler arasında büyük bir fark var. Albümlerde şarkılar çok daha kısa ve katmanlı olabiliyor. Konserlerde daha sert daha uzun ve daha doğaçlamaya açık. İkisi çok farklı kavramlar. Plak, albüm gibi çalmak gibi durumlardan söz ediliyor. Aynısını çaldılar helal olsun falan gibi. Bizim için bunu söyleyemezler. Ya stüdyo daha iyi ya da konserler daha iyi derler. İnsanlar konserler daha iyi, anlayamamışız gibi şeyler söylüyorlar ve bu bizim için bir iltifat. Ben bir grubu sahnede görsem ve albümleri daha iyiymiş dersem, bu bence gruba bir hakaret. Ama albümlerinden de daha iyi çalıyorlar dendiği zaman, bana göre bu bir iltifattır. Benim sevdiğim insanlar genelde konserlerinde aynen bizim yaptığımız gibi parçalarını daha uzun, daha güçlü ve daha emprovizasyon ile çalan insanlar. Bu da bana çekici gelmiş ki aynı yoldan gidiyoruz. Jimi Hendrix’i ele alırsak – en çok etkilendiğim müzisyenlerden biridir- konserlerdeki performansı çok çok farklıdır. Stüdyo gibi değildir. Her konserde de farklı şekilde çalar. Biz de böyle çaldığımız için de üst üste BaBa ZuLa konserine gelen insanlar çok oluyor. Her konserde başka bir şey buluyorlar. Başka şehirlerden ve ülkelerden gelen insanlar oluyor. Bunlar da bizim için çok değerli.

**

Dünya Mülteciler Günü’nde sahne alacak

BaBa ZuLa, bugün Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (UNHCR) tarafından düzenlenecek etkinlikte sahne alacak.