Döner bıçaklarının gölgesinde makerana dansı yapan İstanbul varoşlarının çocukları ön saflara atıldığında artık korku duvarı aşılmıştı. Ve bu çocuklar AKP’ye değil devlete karşı olabilecek bir ideolojik olgunluktaydı

Bağcılar: Burada  Ninja Serkanlar bitmez!

> KEMAL CAN KAYAR kemalkyr@gmail.com

Bağcılar Caddesi, Bakırköy’den doğup Bağcılar’ın kalbine doğru akan bir nehirdir. Cadde boyunca müzikli batakhanelerle, ‘hu’ çekilen tekkeler aynı kaldırımı birbirini umursamadan paylaşır. Her gün bir İskandinav ülkesinin nüfusu kadar insan, toplu taşıma araçlarıyla bu nehirden işine sürüklenir. Bu proleter nehrin sağından solundan aşağılara sarkan sokaklardaysa senelerdir bürokrasiye karşı savaş veriliyor. Bu sokakların pişmanlıkları ağır. Bu yüzden en iyi arabesk rap şarkıları buradan çıkıyor, bu yüzden Gezi Direnişi’ne Bağcılar’ın bakışı, “Sonunda anladınız mı polis zulmünün ne olduğunu, bekleyin biz de geliyoruz!” oldu.

İlk yerleşenlerin sayfiye yeri diye tercih ettiği Bağcılar’ın pek çok bölgesinde park ve yeşil alan bulmak zordur. Bağcılar’ın genelinde bu sorunla Bağcılar Belediyesi ‘özveriyle’ ilgilenir. Belediye, kamusal alanda görünürlük açısından, Demirkapı’da YDG-H, Yenimahalle’de Halk Cephesi, Fatih Mahallesi’nde de torbacılarla yarışmaktadır. Belediye gençlerin yüzünü lalelerden yapılan gülen yüzlerle bir türlü güldüremezken, semtlerine açılan kaçak iddiacılar gençleri katıla katıla güldürmektedir. Delikanlılar devletin zevksiz ve kısıtlı imkânlarına burun kıvırdıklarından, vakitlerini kendi yöntemleriyle eğlenceli hale getirir Bağcılar’da. Sokak başlarında bu eğlencelere ileride katılabilmek için, yaşları ufak dayı ve amca çocukları polise karşı erkete vazifesiyle staj yapar. Bu haliyle siyah beyaz bir İtalyan çizgi romanı gibidir Bağcılar.

Bir gün Hüseyin Çapkın’ın emniyet müdürü olmasıyla, İstanbul’un bu tarafındaki sokaklar diğer pek çok semt gibi çok fazla siyah-beyaz bulundu. Siyahla beyazı karıştırıp griye boyadılar her yeri. Çapkın’ın göreve başladığı günden, Gezi Direnişi’ne kadar geçen sürede emniyetçiler bir anda emanetçiye döndü. “Çapkın İzmir’i mum etti, sıra İstanbul’da” şiarıyla gençleri arabalarına yaslayıp üzerlerindeki her şeyi topluyorlardı. Bu durum İstanbul’un pek çok kenar semtinde böyleydi. “Yukarı parkta memurları dövmüşler” haberleri artık zafer nidalarıyla karşılanır olmuştu. Özellikle parkları polislerin giremeyeceği kurtarılmış alanlar haline getirmek için büyük çaba sarf ediliyordu. İstanbul’un semtlerinde zarbolar/amcalar/memurlar dedektifçilik oynarken, farkında olmadan nefreti büyütüyorlardı.

Gezi Direnişi’nin ağaçları koruma meselesinden çıkıp polis şiddetine karşı koyuş haline geldiği anı hatırlarsınız. O korku duvarının aşılmasında Ninja Serkanlar’ın, Çaki Selimler’in büyük payı oldu. İstiklal’in ara sokaklarında “Müdahale var” diye bağıranlara “Nerdeler abi” diye ayakkabısının topuğuna basarak koşanlar, Bağcılar’da ters kelepçeyle kafası ezilen, Bayrampaşa’da sabıkası var diye ailesinin yanında küçük düşürülenlerdi. Aslında Gezi Parkı biraz da bu şiddetin teşhir edilmesine vesile oldu. Döner bıçaklarının gölgesinde makerana dansı yapan İstanbul varoşlarının çocukları ön saflara atıldığında artık korku duvarı aşılmıştı. Ve bu çocuklar AKP’ye değil devlete karşı olabilecek bir ideolojik olgunluktaydı. Bu süreçte, hatırlarsınız , İstanbul’un pek çok semtinde polis devriyeleri görünmez oldu. Gezi en çok bu semtlerde polisin olmadığı sakin sokaklarla hissettirdi kendini. Bir süre elektrik kutularına yaslanıp rahatça sohbet edebildik. Sonra her şeyin eskiye döndüğünü düşündük…

Geçenlerde Bağcılar Parseller’de kahvede kağıt oynarken semtin biraz da meczup çocuklarından birinin evini elektrikçilerin bastığını öğrendik. Kaydı olmadığı için kaçak elektrik kullanımından ceza kesmişler. Olayı, polisler mahallenin delisi olarak bilinen arkadaşı mahkemeye katılmadığı için kahveye gelip sorduğunda anladık. Arkadaşın kanun işlerine akıl erdiremediğini söylediğimizdeyse polisin cevabı, “Zaten burada kimsenin hiç bir boka aklı ermiyor” oldu. Aramızda dişlerini sıkanlar vardı ama kimsenin sesi çıkmadı. Oysa 2 sene öncesine kadar mahallenin gençleri polis kalkanlarına imza atıyordu. Oysa 30 sene önce millet adını söylemeye korkarken, iki gecekondu arasında “12 Eylül Cuntasından Hesap Soracağız” pankartı geriliydi aynı semtte. Burada Ninja Serkanlar hep vardı ve hep korkusuzdular. Sadece bazen ne söylemeleri gerektiğini unuttular.