Minik Pamir kaybolunca örgütlenen insani dayanışmayı gören “milli duyargalar”, dev nefret kazanlarını yaktılar fokur fokur kaynattılar.
3. Köprü, 3. Havaalanı, Kanal İstanbul, Gezi dahil “yolsuzluk” ve “hukuksuzluk” abidesi “mukaddes” projeleri “vatan toprağı” gibi korumaya yeminli “siyasi rekabetçi” anksiyete, dellenmişti bir kere...
Koskoca güç aygıtı devletin karşı siyasi hasım olarak Berkinmiz’in serçe  canını yerleştirenler elbette “fantastik tehdit algıları” 3,5 yaşında küçücük bir çocuğa uzanabilirdi.
Ve Pamir’i o köpüren nefret kazanlarına atmakta hiçbir sakınca görmezlerdi.
Bilindiği üzere evrensel ahlaki olanı “kabile” bağlamına taşıyarak, fişli köken sicilleri tutan devlet-iktidar çıkarına uyarlamak milli vazifemizdi.
Dolayısıyla bir toplumun en kutsal değeri olması gereken çocuklar  illa kimin çocuğu, Alevi mi, Kürt mü, Ermeni mi, Komünist mi, Ateist mi, Gezici mi diye riyakâr teste tabi tutulurdu..
Öyle de yapmışlardı, “ölüm uğultusuna” top atılsa sağır kulakları, Pamir’in kumral bebek buklelerini görmeyen hasetle içlerinde semirttikleri “kötülüğü” öylesine dürtmüşlerdi ki...
“İddia; Pamir Projesi 3’üncü köprüye kadar uzanıyor” diyebilmişler, “Bunlar Cumhurbaşkanlığı seçimlerini karıştıracaklar” kadar marazileşmiş komplocu güdüler ateşlenmişti.
Cumartesi günü yan evin havuzundan mavi bordo çizgili uyku tulumlu Pamir çıkartıldı, ertesi gün “nefretin, Alevinin, komünistin” anlamını bilmeyen Pamir toprağa verildi.
Pamir’in çocuk sevinci bundan sonra ne bir baharın sesine ne de kokusuna karışacaktı.
Oysa neşenin ve sevincin bilgisi bize çocuklardan geçerdi.
Ama bu ihtiyar yüzlü, gözaltı torbaları sarkmış “Büyük Türkiye” ise tarihsel kinleri itinayla çocuklara aktararak siyasi varlığını yani seçmen çoğunluğunu .
Sonra da  sivil despotizmin ektiği nefret tomurcukları her yerde pıtrak gibi  patlar ve çocuk cenazelerine nefret külleri günlerce  boca edildiği “merhametsiz” ülke baharı beklerdi..
O cumartesi gecesi uğursuz çelik bir ejder gibi Kuzey Marmara Ormanları’nı “rant haritasına” çevirecek 3. Köprü’nün viyadük iskelesi 45 metreden aşağı çakılmıştı.
Tonlarca taze beton ve çelik yığınının altında üç işçi yatıyordu.          
Projektörlerin aydınlattığı “cinayet mahallinde” betonun içinden cesetleri tanınmaz halde çıkarılan üç işçi saat 20’de beton dökülmeden kontrol edilmesi gereken çürük iskeleye çıkartılmışlardı.
Her türlü rant hesabı yapılmış, yıllarca “gizli” tutulan güzergahı “yağmalanmış”, 3 milyon ağacı katledileceği, adıyla Sünni kesimler şahlandırılmış 3. Köprü inşaatında tek hesaplanamayan maliyet; beton döküldükten sonra iskelenin taşıyacağı yük hesabı olmalıydı.
İşçiler ölünce o gün Pamir’in kaybolmasını bir algı projesi olarak 3. Köprü’ye karşı kalkışmayla ilişkilendiren “fantastik lümpenlik” anında susuvermişti.
Anaakım medyamız ve yandaş yayın organları gibi “ilahi yazgı” algısı üreten “üç işçinin acı sonu” haberlerine bir tweet bile çızıktıramadılar.
Taşeronun taşeronunun taşeronuna bölüştürülürken “çürüyen” ölüm iskelesine çıkartılan o üç işçinin bir çeşit zamane “milli mutabakat cinayetinde” öldürüldüğünü akledemezler..
Hele hele “insanlık deneyimleri” hiç yetmezdi.
İnsanların sadece birbirine bağlayan ahlaki bağlarla “insan” olabilme hakikatini “kötülüğün gücüyle” inkâr eden bu diyarlara ne bahar gelir miydi ?