İlk gençliğimin anıları canlandı belleğimde; tam da bugünlerde okuldan kaçar dolanırdık Kızılay/Yenişehir sokaklarını. O yıllarda kuturlu kocaman kavaklar ve akasya ağaçları vardı sokak aralarında. Bulvarda sıra sıra atkestanesi ağaçları...

Bahar umuttur, isyancıdır bahar

İbrahim Karaoğlu

Geride kaldı karanlık ve soğuk günler. Kışın karanlığının içinden sızdı bahar. Yine, yeniden uyandı doğa. Ve doğanın değişim gücü hayallerimizi tetikliyor; yaşamımızı değiştirme umudu veriyor. Umuttur çünkü bahar, esin ve heyecan dolu bir umut. Ve bu bahar heyecanıyla dünyanın her yerinde emekçiler enerjilerini yaşamı daha çok savunmaya adayarak her 1 Mayıs’ı mücadele şölenine dönüştürüyorlar, yeni başlangıçlara yöneliyorlar…


Pandeminin gölgesinde aylarca kapalı kalıp unutmuştuk sokakları ama baharın ruhumuzda yaktığı şenlik ateşiyle, heyecanla iniyoruz şimdi meydanlara.
Aylar oldu Kızılay’a gelmeyeli. Bu güneşli bahar günü indim. Öğle vakti aylak aylak dolaştım sokaklarda. Bulvarın en eski, unutulmaz binalarını anımsadım. Burkuldu içim. Büyük bahçesi ve çatısındaki kocaman kırmızı ay amblemiyle Kızılay semtine adını veren üç katlı sarı binanın yerindeki ucubeyi görmemek için başımı çevirdim; ilk gençliğimin en önemli hafıza mekânlarındandı Kızılay binası. Türkiye’nin ilk gökdeleni olan Emek İşhanı’nın yan duvarından indirilip hurdacıya satılan Kuzgun Acar’ın “Türkiye” heykelini anımsayınca iç çektim yine… Kitapçıları gezdim dünden kalan heyecanlarla. Yeni kitaplar aldım, hiç bilmediğim yeni dünyaları tanımak için.

İlk gençliğimin anıları canlandı belleğimde; tam da bugünlerde okuldan kaçar dolanırdık Kızılay/Yenişehir sokaklarını. O yıllarda kuturlu kocaman kavaklar ve akasya ağaçları vardı sokak aralarında. Bulvarda sıra sıra atkestanesi ağaçları... Tuna Caddesi’yle Selanik Caddesi’nin kesiştiği yerde durdum. Burhan Alkar Hoca’nın “Barış Heykeli”ne baktım; güvercinler konmuş her yanına. Eliyle güvercin tutan genç kızın güvercinine de konmuş güvercinler. Kentimizin güzel heykellerindendir “Barış Heykeli”. 42 yıl önce Ankara’nın en genç, kültürlü ve sanatsever belediye başkanı sevgili Ali Dinçer zamanında yaptırılan heykellerden biri “Barış Heykeli”; umudun, barışın sembolü. İlk gençliğimizde, o heykelin olduğu yerde yaşlı, kocaman bir kavak ağacı vardı. Yazar Sevgi Soysal’ın 12 Mart döneminde cezaevinde yazdığı “Yenişehir’de Bir Öğle Vakti” romanı o kavak ağacıyla başlar. “Sanki büyük bir gürültüyle devrilecekmişçesine sallandı kavak. O her an oluşan, değişen şeyleri görmeyenler sezmediler bunu. Öğlendi. Kızılay semtinin en civcivli, gürültülü, servisi en çabuk, en ayakaltı yeri olan Piknik’in oraya akıyordu kalabalık…” Bu yaşlı kavak ağacının yıkılışını bir buçuk saatlik öğle vakti süresine göre kurgulamış Soysal. Ah anılar... Eski kavak ağacına konan kuşlar Burhan Hocanın heykeli’ne konuyor şimdi. Eski kavak ağacı ve ilk gençliğimizin kadim mekânı Piknik anıların dehlizinde ve Soysal’ın romanında saklı şimdi. İyisi mi yeniden okumalı Sevgi Soysal’ın “Yenişehir’de Bir Öğle Vakti”ni; anılarımızı geri almak için değil, onlara olan özlemimizi dindirmek için...

Saatlerce dolaştım Kızılay’ı. Sonra yukarılara çıktım; Uğur Mumcu Caddesi’ne. Maarif Art Galleri’ye uğradım. Antika, kitap ve sanat dolu bu özel mekânın içinde dinlendirdim ruhumu. Dört yıl önce, bir kış günü, Ahmet Erhan Çelik tarafından kurulan bu görkemli yerde unuttum yorgunluğumu. Maarif Sahaf Antika adlı bu yerin bünyesinde faaliyet gösteren sanat galerisi yeni sezonda Maarif Modern adıyla sürdürecekmiş etkinliklerini. Sema Macit’in direktörlüğünü yürüttüğü bu büyülü yer; çağdaş, estetik değeri yüksek sanata ve özel koleksiyonlara ev sahipliği yapıyor. Yenilikçi her çabaya destek veren bir anlayışla, uluslararası bir sanat merkezi olma iddiasıyla tanımlıyor kendini.

Maarif, çalıştığı sanatçılarla oluşturduğu kolektif ruhtan alıyor gücünü. Kültürel program ve etkinliklerle sürdürüyor varoluşunu. Canlı performanslar, özel sergi turları, söyleşiler, atölye ziyaretleri gibi etkinlikler organize ediyor. Galeri alanı her sergi ve etkinlik için farklı biçimlerde yeniden düzenleniyor. 16 Nisan Cumartesi günü, ressam Ekrem Kahraman’ın “Kahramanı Keşfet” adlı resim sergisi açıldı Maarif’te. Çok etkili bir kürasyonla, çok sayıda sanatçı ve sanatseverin katılımıyla görkemli bir sanat şöleni yaşandı. Açılış öncesinde, benim moderatörlüğümde, Kahraman’la sanat estetiği üzerine söyleştik. Sonra da felsefeci Prof. Dr. Şahin Yenişehirlioğlu, Ekrem Kahraman’ın sanatından yola çıkarak günümüzde sanatın önemi, işlevi ve algılanma boyutları üzerine özel bir sunumda bulundu. Prof. Dr. Filiz Yenişehirlioğlu ve Ünsal Piroğlu gibi kadim sanat dostlarının da katıldığı etkinlik bu güzel bahar gününü sanatla anlamlandırdı…

Van Gogh’un en son resmine başlayıp, daha tamamlamadan göğsüne kurşunlar sıkıp intihar ettiği buğday tarlasının içinde dolaşıyorduk on dört yıl önce.
Uzun bir belgeselin içindeydik. Etkinliğe katılan her sanatçı, belgeselin bir yerinde, kendi belirlediği bir mekânın içinde, kendi Van Gogh’unu anıyordu. Ben, intihar ettiği tarlanın karşı kıyısında, Teo ve Van Gogh’un mütevazı mezarlarının yanı başını seçmiştim konuşmak için. Ressam Ekrem Kahraman daha bir uzaklara çekilip; buğday tarlalarından ufka doğru yürüyerek, hem Van Gogh’un, hem de kendi resimlerinin içinde geziniyordu sanki. Ömrünü adadığı Akdeniz coğrafyasının (anayurdunun) bir başka bölümünde Van Gogh’un ruhuna yolcuydu…

BirGün Pazar’daki bir yazımdan sonra beni aramıştı Kahraman. Uzun uzun söyleşmiştik Van Gogh üzerine. “Vincent Van Gogh’un Peşinde Modernizmin İzinde” adlı etkinliğimizde, Van Gogh’un göndermelerde yüklü, çok özel, ilginç resimler yapmıştı Kahraman. Yıllar önce onun resimleri üzerine yazdıklarımı anımsadım: Tarzını, biçemini çok erken oluşturmuş sayılı ressamlardan biridir. Yıllardır sürdürdüğü sanatsal uğraşında, değişerek kendi kaldı hep. Verili biçemlere karşı duran, özgül bir anlam yükledi resimlerine. İçeriğini çeşitlendirdiği Çukurova’nın renkleriyle, sesleriyle yüklü ilk resimlerinden bu yana kendi özgül söylemine ulaştı. Kendi imgelerinin ardı sıra yürüdü hep.

Her bir yapıtının yansısında, yeni bakışlar, yeni görme biçimleri sundu. Yeni imgeler yükledi hep resimlerine. Sınırsız üretme ve tüketme üzerine kurulu bir yaşam seçeneğinin zaafına yenilen günümüz insanının, isteklerine boyun eğdirdiği doğanın en dayanılmaz cehennemine karşı durarak; yalnızca astarı kalmış yeryüzü cehenneminin ağıtları gibiydi çoğu resimleri. Yeni bir biçemle, yepyeni resimlerin içinde durdu hep.

Her şey ıssızlığa bürünmüştür çoğu resimlerinde; yalnızlıkla tutuşmuş bir ıssızlığın orta yerinde, ölü melekler zamanıdır… Dingin, dilsiz bir gökyüzünün altında, insan gölgelerinin olmadığı bir yeryüzü uzanır resimlerinde. İçi yılgılarla dolu, çığlığı saklı, acımasızca eskitilmiş sonsuz mekânları okutur bize. Beşikten mezara; üstünde, altında yaşadığımız toprak küllere dönüşmüş gibidir. En cennet hallerini yitirmiş, tepesinde ıssızlığı içine çekmiş bulutlar dolanan yeryüzü notlarıdır resimleri. Hırçınlığını yitirmiş, uysallaşmış, çırılçıplak bir doğada yeniden şekillenir her şey.

Kimi resimlerde geceye yığılmış bir karanlığı aydınlatıyor sanki uçarı bulutlar; ışığı, zamanın izini düşürüyor her yere. Her şeyin silikleştiği bir mekânın en küçük taşlarında bile künyesi yazılı ıssızlığın. Yalınlığın kendi gölgesini beklediği bir gerçeklik; bungun bir bulutun çığlığına dönüşür. Doğanın masumiyetinin en duru görüngüleridir resimleri. Aslında gökyüzü, aşkın yüzü oluyor en kirlenmemiş haliyle. Bitimsiz bir gökyüzü aşkının resimsel şiirleriyle buluşmak ve kendinizle hesaplaşmak istiyorsanız, mutlaka izleyin Kahraman’ın resimlerini. Çağının vicdanıdır onun resimleri; umut dolu, isyancı baharlar saklar içinde.