Dün Doğan Tılıç’ın yazısını okuduğumda bir kez daha sızladı yüreğim. Anıları yamalı pabuçlar gibi atmak zor. Hatta olanaksız. Unutulmaz

Ölürsem
Açık bırakın balkonumu.
Çocuk portakal yer.
(Balkonumdan görürüm onu)
Orakçı ekin biçer
( alkonumdan duyarım onu)
Ölürsem
Açık bırakın balkonumu!..
Garcia Lorca

Dün Doğan Tılıç’ın yazısını okuduğumda bir kez daha sızladı yüreğim. Anıları yamalı pabuçlar gibi atmak zor. Hatta olanaksız. Unutulmaz dostluklarla birlikte. Keşkeler, ahh daha çok birlikte olabilseydikler... Zamanın öğüttüğü ayrı günler, öğütülmüş günlerin paylaşılan bir dilim somuna dönüşememesi…
Mustafa Ali Can…
Lorca’nın şiirinde, balkondan kast ettiği tam olarak neydi bilemem. Fakat Mustafa’nın ‘açık bırakın balkonumu’ dediği yüreğiydi. Zamanın çürüttüğü yüreği, kavgalara, dostluklara, ekin biçen marabalara, sokaktaki çocuğa hep açıktı. Çocuklara açık yüreği aynı zamanda bir cocuk kadar saf ve  samimiydi. Az şeyler açmadı başına, o saflığı ve samimiyeti… “Yok” diyenin gerçekten yokluk içinde olduğuna inanırdı. “Yarın” diyenin gerçekten yarın döneceğine inanırdı.
Uzun yıllar öncesine götürüyor beni bu saflık söylemi. Otuz bir yıl öncesine... 8 Ekim 1978 tarihine. Ankara’nın Bahçelievler semti 15. Sokağı... O gün yedi Türkiye İşçi Partili genç, o  sokakta faşist katillerce katledilmişti. 17. Sokak’ta konuşlanan Mahmut Korkmaz ve Haluk Kırcı reisleri Abdullah Çatlı’dan aldıkları emirle bu katliamı gerçekleştirmişlerdi.
Katliamın işlendiği 56 numaralı binanın tam sırtında, 14. Sokak’taki evde Mustafa Ali ile artık o mekanda kalıp kalamayacağımızı tartışıyorduk. MHP Genel Merkezi hemen Üçüncü Cadde de idi ve Üçüncü Cadde ile 16. Sokağın köşesinde faşistlere direnen ODTÜ’lülerin kaldığı son dairede bombalanmış ve terk edilmişti. Faşist çember giderek daralıyordu. En son yedi TİP’li genç de katledilince artık o mekânda kalacak koşullar ortadan kalkmıştı. Karar verdik. O gece yarısı birkaç parça eşyayı alıp evi boşaltacaktık. Fakat çok uzağa gitmeyecek hemen 500 m. Aşağıda Akdeniz Caddesi’nde bir apartmanın bodrum katına yerleşecektik. İzbe, nemli, böceklerin cirit attığı bir bodrumdu. Gece yarısı çarşaflara sardığımız denkleri sırtladık. 14. Sokak’tan 17. Sokak’a oradan da Akdeniz Caddesine çıkacaktık. Mesafe uzak değildi. Daha 17. Sokak’ı döner dönmez karşımıza bir bekçi çıktı.
Bekçi; “Nereye böyle beyler?”
Mustafa yerden bitme boyuyla dengin altında kaybolmuştu. Yükün verdiği ağırlıkla inler gibi yanıtladı soruyu;
“Taşınıyoz işte emmi, görmiyon mu? Şİu gocuman denge bir omuz atıversen ya...”
Mustafa’nın Egeli şivesinden yükün altındaki görünmez oğlanın hemşehrisi olduğunu anlayan bekçinin yüzü değişiverdi. Gerçektende yükü Mustafa’nın sırtından aldı.
İki saf Egeli önde ben arkada taşınıyorduk işte. Taşındığımız evi yabancıların bilmesi (hele hele bu bir bekçi ise ) son derece sakıncalıydı. Ben bekçiye, “Amca sen zahmet etme biz hallederiz. Hadi sen dön görevine” dediysem de Mustafa da bekçi de oralı olmadılar. Taşınma işlevi bittikten sonra Mustafa’ya, “Yahu sen ne yapıyorsun.  Adresi bekçiye teslim ettin” deyince o her zamanki saflığıyla “Zarar gelmez, hemşerim o” demez mi.
Yıllar sonra Denizli’ye gittiğimde kendisini ziyaret ettim. Küçük bir bakkal dükkanı işletiyordu. Ne işleri ne de evliliği iyi gidiyordu. Akşam dükkânı kapatıp evine gittik.
Yanılmıyorsam altında eski bir Murat 124 araç vardı.
Yavaş sürüyordu. Onun bu yavaş sürmesine sinirlenen biri önümüze tehlikeli bir biçimde geçerken, saydı sövdü..
“İşte” dedi Mustafa, “Bu gibi tiplere neredeyse her gün katlanmak zorundayım”  Şartlı tahliye bir kılıç gibi başının üzerindeydi.
En son geçen yıl BirGün’de bir yazımı okumuş, beğenmiş. Telefon açtı, söyleştik biraz. Sesini son duyuşum olduğunu asla bilemezdim….
Hey gidi Mustafa Ali Can. Sevgili Tılıç’ın “Çözde alll Mufaliii!” diye takıldığı yoldaşım…
Çözde al Mustafa Ali türküsü ve nineden mektubun yaratıcısı Özay Gönlüm de tesadüfe bakın ki hemen beş altı bina ötemizde 16. Sokak’ta oturmakta idi. Mustafa hep onunla tanışmak ve bir merhaba demeyi çok istemişti. Fakat o günün şartları bunu olanaksız kılmıştı.
Seni unutmayacağız Mustafa Ali Can…
Tıpkı Özay Gönlüm’ün nenesinin dediği gibi;
“Sen olmayınca yokluğun köz oluyo yüreğimizde”…