Balon
Serda Semerci
Uykunun dehlizlerinde kaybolan ateşi otuz sekize çıkmış sekiz yaşında bir kız çocuğuydum.
Uykuya dalmadan hemen önce başımın ağrıdığını anımsıyorum. Hatta boğazımın her yutkunduğumda sivri uçlu kalemi yutuyormuşçasına acıdığını da…
Ama mutluydum çünkü yatağımda yorganı alnıma kadar çekmiştim. Üstelik annemin bahar desenli nevresim diye adlandırdığı nevresim takımı vardı. En az bir haftalık kullanım ve bir gece önceki ateşlenmeden kalan terden ötürü benim için ideal yumuşaklık kıvamındaydı. Yastığım en pofuduk olandandı tabii.
kucağımda da Hamdi vardı. Hamdi, söylentiye göre bir buçuk yaşımdan beridir elimden düşürmediğim pelüş köpeğimdi. Adını oyuncakçı Hamdi amcadan alındığı için Hamdi koymuştu babam. Kahverengi şişko bir burnu vardı. Göz kapakları yine kahve ama yanakları beyazdı. Öyle ahım şahım büyük bir pelüş olmasa da ben tüylerinin pamuksuluğundan dolayı ona bir başka bağlıydım. Diğerleri gibi kaşındırıp, öksürtmüyor, hapşırtmıyordu.... Zaten öyle olanların hepsi de Hamdi eve geldikten sonra bir başka çocuğa verilmişti. Sanırım apartmandaki bir çocuk... Ben pek bilmiyordum o oğlanı... Adını bile anımsamam. Akranlarımla görüşmemi tavsiye etmezdi annemler. Özellikle onların evine gitmem ya da onların bize gelmesi yasak gibi bir şeydi. Gibiydi diyorum, çünkü kuzenlerim için geçerli değildi bu kural. Aileden insanlarla görüşebiliyordum yani rahat rahat… Okulda da fena sayılmazdı durum. Gerçi sıramda tek başımaydım, öğle yemeklerinde öğretmenimle oturuyordum ve teneffüslerde birbirimize top atma ya da lastik atlama dışında başka bir şey oynayamıyordum.
El işi derslerinde arkadaşlarımdan boya kalemi, makas ya da uhu ödünç almak gibi bir seçeneğim yoktu.
***
Uykuya dalmışım…. Acaba kaç saat uyumuşumdur? Annemin elinde portakal suyuyla adımı nazikçe tekrarlayışıyla uyandım. O elde sıkılmış portakal suyunun tadını ne çok severdim. Annemin dört ya da beş portakalda emdire emdire çıkardığı bir cay bardağı kadar portakal suyu. Hele de böyle ateşli olduğum günlerde içime serin bir ferahlık verir, birkaç saniye için iyileşmişim gibi hissettirirdi. Hastalığın iyi yanı, çevrenizde en sevdiklerinizin size fazladan ihtimam göstermesi. Sıkma portakal suları, pirzola, çikolata ve uykudan önce masallar…
Ama annemin, babamın ve ablamın gözündeki tedirgin gülümseme hiç hoşuma gitmezdi. Korkardım o bakışlardan, onlar daha “Nasılsın?” diye sormadan, “İyiyim ben merak etmeyin!” deyiverirdim. Sadece onlar da değil sanki ziyarete gelen teyzem, halam, kuzenlerim hatta apartman görevlimiz Salih Amca bile öyle bakardı bana… O zamanlar bunun acıma ile ilişkili olduğunu tam kestiremesem de, normal olmadığını bilirdim. Bu da beni hep farklı bir çocukmuşum gibi hissettirirdi. Daha zayıf bir farklı çocuk gibi, hayrete ve şaşkınlığa düşüren farklı bir çocuk değil… Hapşırtan pelüş oyuncakların muhtemelen gittiği apartmandaki o diğer oğlan da farklıydı ama o şaşırtıyor ve hayrete düşürüyordu yetişkinleri… Matematikte başarısı, müziğe yatkınlığı, resimdeki becerisi hep imrenilen bir farklılığın altını çiziyordu sanki… O yüzden O’nu tanımayı hiç istemedim ben. İstemedim değil de, korktum diyelim….
Aksam sofrasının hazırlığını işittim yattığım yerde… Tabak tıkırtıları, çorbanın buğulu kokusunun ısındıkça iyice kendini hissettirmesi… Akşam saatlerini hem sever hem de sevmezdim. Severdim çünkü o tatlı telaş çok sıcak ve güvende hissettirirdi. Sevmezdim çünkü, akşamüstü daldığım günün sondan ikinci ateşli uykusundan yeni kalkmış olur, dışarının karanlığı üzerime çöker, sanki başımın hacmi yüz katına çıkmış gibi hissederdim. Bunu kimseye anlatamadım şimdiye dek… Kafamın bir balon gibi şiştiğinden neredeyse emin, sanki ben bir başka bir ben olarak bedenim dışına çıkar ve o yatan hasta çocuğa bakar, konuşurdum. Ama ne dediğim anlaşılmazdı, uğultulu gelirdi söylediklerim kendime. Arada doğrulup kalkmaya yeltenir, beceremezdim.
Yemeğe oturmadan hemen önce, annem dışında herkes masada yerini aldığında son bir kez odama gelip kontrol ederdi anacığım beni. Nasıl olduğumu yoklar, hala uyuyor olmam ihtimaline karşı terliklerini kapının önünde çıkarır parmak uçlarında yaklaşırdı yatağıma. O an fevrice yataktan kalkıp, “Anne bak! Çok iyi oldum ben, sizinle yemek yiyebilir miyim?!” diyebilmeyi hep öyle çok istedim ki… Birkaç kez çok hızlı yapamasam da kalktığım oldu, ama annem izin vermedi masaya gitmeme. Yemek tepsiyle yatağıma gelirdi. Büyük olasılıkla, mercimek ya da yoğurtlu çorba, bir dilim ekmek, bir cay bardağı portakal suyu ve iki kalem pirzola…