Yerel yönetimler artık üzerlerine düşen sorumluluğu almalı, toplumcu belediyecilik anlayışıyla kiralık sosyal konut gibi pratikleri hayata geçirmeli, kooperatifleri yeniden canlandırmalı, halkın barınma ihtiyacını karşılayacak alternatifler üretmelidir.

Barınma krizinden çıkış yolları
Fotoğraf: Depo Photos

Cevahir Efe AKÇELİK*

1980’li yılların başından itibaren dünyaya yayılmaya başlayan neoliberalizm; günümüzde devletin ekonomiye müdahalesini minimize ederek kamu teşebbüslerinin özelleştirildiği, gelir eşitsizliğinin arttığı, sosyal devletin zayıflatılarak eğitim ve sağlık gibi alanların ticarileştirildiği bir kriz ortamı yaratmıştır. Neoliberal politikaların konut alanındaki yansımaları sonucu devletin bu alandaki düzenleyici rolü ortadan kalkmış, konut bir yatırım aracına dönüşmüştür.

Yürütülen bu deregülasyon politikaları sonucu tüm dünyada lüks konut fazlası oluşarak sosyal konut üretimi azalmıştır. Bu durum ise serbest piyasa koşulları karşısında savunmasız kalan 1 milyardan fazla insanı etkileyen küresel çapta bir barınma krizine neden olmuştur. Pandemi ile birlikte yaşanan ekonomik belirsizlik ve gelir kaybı neticesinde barınma krizi, Amerika, İngiltere, Kanada gibi pek çok ülkenin ana gündemi olmuştur.

Türkiye de giderek derinleşen bir barınma krizinin pençesindedir. Asgari ücretin genel ücret haline geldiği ülkemizde, hayat pahalılığı ve yüksek enflasyon nedeniyle ayın sonunu bile zor getiren emekçilerin bir konuta sahip olması artık sadece hayalden ibarettir. Konut sahibi olmak bir yana kira fiyatlarındaki muazzam artış nedeniyle artık kent çeperinde bile uygun kiralık konut bulunamamaktadır.

Aslına bakarsak dar gelirli ve yoksul kesimlerin barınma ihtiyacını karşılayacak uygulamalar Cumhuriyetin hiçbir döneminde tam olarak hayata geçirilememiştir. Cumhuriyet tarihi boyunca kamu eliyle konut üretimi hep yetersiz kalmış, yapı kooperatiflerinin konut üretimindeki payı sınırlı olmuştur. Ancak hiçbir dönemde bu kadar büyük bir barınma krizi ile karşı karşıya kalınmamıştır.

Peki bugün yaşanan barınma krizinin sebebi iddia edildiği gibi inşaat girdi maliyetlerinin artması veya konut üretimindeki azalma mıdır?

Bu söylemler krizi geçici gören ve tartışmayı yüzeysel olarak ele alanlar tarafından dile getirilmektedir. Barınma krizinin temel sebebi neoliberal politikalar sonucu barınmanın bir insan hakkı olmaktan çıkarılarak finansal bir yatırım aracına dönüştürülmesidir. Konut alımı günümüzde kira getirisi ve değer artışı üzerinden değerlendirilmekte bunun sonucunda edinim ve kira fiyatlarında kontrolsüz bir artış yaşanmaktadır.

TÜİK’in yayınladığı "Konut Satış İstatistikleri" ve "Yoksulluk ve Yaşam Koşulları İstatistikleri" incelendiğinde konutun yatırım aracına dönüştüğü görülebilmektedir. İlgili istatistiklere göre konut satışı sayısı hane halkı artışını aşmasına rağmen kendi evinde oturanların oranı azalmış, kiracı sayısı ise artmıştır. Yani mevcutta ev sahibi olanlar konut alımı gerçekleştirmiştir.

Konutun yatırım aracına dönüştüğünün diğer bir göstergesi ise boş konut sayısının fazlalığıdır. İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından yapılan çalışmaya göre sadece İstanbul’da 450-700 bin civarı boş konut olduğu tahmin edilmekte ve hemen hemen hepsinin üst gelir gruplarına yönelik, ikinci veya üçüncü konut hüviyetinde olduğu belirtilmektedir.

Konutun yatırım aracına dönüşmesi alt gelir gruplarına yönelik konut üretimini de sınırlandırmaktadır. TOKİ’nin İstanbul projeleri incelendiği zaman tamamlanan yaklaşık 51 bin konuttan sadece 678’inin alt gelir grubuna yönelik yapılması bu savı doğrular niteliktedir.

Devletin en temel görevlerinden biri yurttaşlarına sağlıklı ve nitelikli barınma koşullarını sunmasıdır.  Bu nedenle konut üretiminde kamunun rolünün arttırılması önemli bir noktada durmaktadır. Kamunun orta ve alt gelir grubunun barınma ihtiyacını karşılayacak sosyal konut, kiralık sosyal konut üretimi gerçekleştirmesi gerekmektedir. Kamuya ait konut stokunun arttırılması, barınma krizine ve soylulaştırma politikalarına karşı hem bir alternatif yaratacak hem de özel sektörün arzının daralmasıyla gayrimenkul sektörünün konut alanındaki spekülatif yaptırımlarının önünü kesecektir. Sosyal konutların artmasıyla beraber erişilebilir ve uygun fiyatlı alternatifler çoğalacak, piyasa dinamiklerine terk edilmiş, kontrolsüz, fahiş kira artışları da kontrol altına alınabilecektir.

Bu noktada yerel yönetimlere de büyük bir iş düşmektedir. Sağlıklı ve güvenilir konut üretiminde diğer bir önemli araç olan kentsel dönüşüm uygulamalarında ekonomik farklılıklar göz önüne alınarak uygun finansman modelleri geliştirmeli, tasarımından uygulama aşamasına kadar sürecin şeffaf bir şekilde yürütülmesini sağlamalılardır. Rant odaklı kentsel dönüşüm projelerinin önüne geçerek alt ve orta gelir grubu için konuta erişimi kolaylaştırmalılardır.

Sonuç olarak neoliberal ekonomi politikaları ile sosyal devlet anlayışının terk edilmesi, sermaye çevrelerinin artan etkinlikleri, kamusal çıkarın göz ardı edilmesi sonucu dünyanın her yerinde olduğu gibi ülkemizde de barınma krizini tetiklemiştir. Halkın en temel hak ve ihtiyacı olan barınma meselesini piyasacı bir anlayışla çözmeye çalışan iktidar krizden etkilenen halkı da görmezden gelmektedir.

1872 yılında kaleme aldığı Konut Sorunu eserinde Engels, kapitalist sistem içerisinde konut sorununun rastlantı olmadığını hatta sistemin devamlılığı için gerekli bir süreç olduğunu belirtmiştir. Kapitalist üretim biçimi var olmaya devam ettikçe konut sorununun tek başına çözümlenebileceğini ummayı budalalık olarak tarifleyen Engels, konut sorunun temelinde içsel bir çelişki olduğunu ve meseleye sınıfsal açıdan bakılması gerektiğini belirtir.

Engels’in de ifade ettiği gibi barınma krizi salt teknik değil sınıfsal bir mesele olarak ele alınmalıdır. Bu hususta kent emekçilerini tartışmanın merkezine alan, barınma hakkının temel ve vazgeçilmez bir insan hakkı olduğunu, konutun değişim değerini değil kullanım değerinin esas alındığı bütünlüklü bir politika izlenmelidir.  Yerel yönetimler de artık üzerlerine düşen sorumluluğu almalı, toplumcu belediyecilik anlayışıyla; sosyal konut, kiralık sosyal konut gibi pratikleri hayata geçirmeli, kooperatifleri yeniden canlandırmalı,  demokratik ve katılımcı bir anlayışla halkın barınma ihtiyacını karşılayacak alternatifler üretmelidir.

* TMMOB YK Üyesi