14 Şubat 2005 günü Bakanlar Kurulu toplantısı sürdüğü sırada Başbakanlıkta bir cinayet işlendi. Başbakanlık binasını temizleyen bir taşeron şirkette çalışan 26 yaşındaki temizlik işçisi Sinan Özer öldü.

14 Şubat 2005 günü Bakanlar Kurulu toplantısı sürdüğü sırada Başbakanlıkta bir cinayet işlendi. Başbakanlık binasını temizleyen bir taşeron şirkette çalışan 26 yaşındaki temizlik işçisi Sinan Özer öldü. Haber bir iki gazetede küçücük bir yer tuttu. Oysa bu ölüm, Türkiye'nin çalışma yaşamına ve sosyal politikasına ayna tutuyordu.
"Temizlik işlerini üstlenen firmada çalışan Sinan Özer adlı işçi, binanın dış cephe camlarını silerken beline bağlanan halatın kopması sonucu 3. kattan zemine düştü. Hastane yetkilileri kafasının üstüne düşen Özer'in vücudunun her bölümünde kırıklar bulunduğunu ve hastaneye getirildiğinde ölü olduğunu bildirdiler" (15 Şubat 2005 Milliyet). "Özer evli ve bir çocuk babasıydı. Başbakanlığın "halat koptu" iddiasına karşın, görgü tanıkları Özer'e takılı bir halatın olmadığını iddia etti" (15 Şubat Cumhuriyet). Bakanlar Kurulu üyelerinin bu cinayeti öğrenince toplantılarına ara verip vermediklerine dair bir bilgi ise gazetelerde yer almadı .
Özer'in ölümü, "talihsiz bir iş kazası" olarak geçiştirilemez. Çünkü bu ölüm kamu hizmetini tasfiye eden, parça parça taşeronlaştıran ve özelleştiren piyasa fetişizminin sonucudur. Özel sektörde bir ur gibi yayılan; insani çalışma koşullarının en büyük engeli ve sendikalaşmanın "truva atı" olan taşeron şirketler devletin de gözdesi. Çünkü yasaları çiğneyerek, iş sağlığı ve güvenliğine bir kenara bırakarak ve işçilerin sendikalaşmalarını engelleyerek ucuza işçi çalıştırdıkları için devlet de taşeron şirketlere rağbet ediyor. Hesap açık: devlet daha az masraf yapacak ve "faiz dışı fazla" hedefi tutturulacak!
Devlet kadrolu işçi almak bir yana, var olan kadrolu işçilerden kurtulmaya çalışıyor: Devlet, kadrolu işçinin sendikasıyla, toplu sözleşmesiyle ve iş güvenliğiyle uğraşsın! Olacak iş mi? Ayrıca bütçe disiplini daha doğrusu "IMF disiplini" böyle bir şeye izin verir mi? Amerika, Irak'ta savaşı bile özelleştirmişken bizimkilerin Başbakanlığın temizliğini özelleştirmeleri çok mu?
Bu ölüm, tedbirsizlik ve ihmal sonucu ölüme sebebiyet vermek (cinayet) değilse nedir? 11 Şubat 2004 tarihinde Resmi Gazetede yayımlanan "İş Ekipmanlarının Kullanımında Sağlık ve Güvenlik Şartları Yönetmeliği", iş ekipmanlarının kontrolü ve halatla yapılacak işlerle ilgili ayrıntılı önlemler ve sıkı kurallar içermektedir. Bu kurallara uyulması durumunda Sinan Özer'in halatının kopması ve düşmesi neredeyse imkansızdır. Özer'in çalışması sırasında bu kurallara uyulmuş mudur? Yönetmeliğin öngördüğü sistem kurulmuş ve kontrol edilmiş midir? Yönetmelikteki özen, uygulamada gösterilmiş midir? Bu soruların yanıtı kuvvetle muhtemel ki, hayırdır. Anlaşılan o ki, AB uyum sürecinde çok sayıda İş Sağlığı ve Güvenliği yönetmeliği çıkaran Çalışma Bakanlığı'nın gücü, bunları Başbakanlıkta bile uygulatmaya yetmiyor. Devletin tepelerinde iş güvenliği yokken, özel sektörde nasıl olacak?
2003 yılında Türkiye'de 811 işçi, iş kazaları sonucu yaşamını yitirdi; her 100 bin sigortalı işçiden 14'ü iş kazasına kurban gitmekte. Bu oran Avrupa Birliği ülkelerinde 100 binde iki işçiye kadar gerilemiş. İş Sağlığı ve Güvenliğine gerekli önemin verilmesiyle iş kazaları önlenebilir. Ancak iş kazalarını körükleyen mekanizma, daha ucuza ve daha elverişsiz koşullarda işçi çalıştırmayı teşvik eden dizginsiz liberalizmdir. İş kazalarının başlıca nedeni, işverenlerin iş güvenliğini bir maliyet unsuru olarak görmeleri ve gerekli önlemleri almamalarıdır.
Başbakanlık binasında bir "iş" cinayeti işlendi. Bu cinayettin azmettiricisi, özelleştirmeyi ve piyasacılığı Başbakanlık binasının camlarına kadar bulaştıran piyasacı zihniyet değilse nedir?