SEVDENUR DOĞAN Pelin Batu’nun İnkılap Kitabevi etiketiyle çıkardığı son çıkan kitabı ‘Hayatın Seyrini Değiştiren Kadınlar’da tarihin görmezden gelinen kadınları ele alınıyor. 30 güçlü kadının anlatıldığı kitapta şimdiye kadar başkaları üzerinden tanımlanan kadınlara yeni bir bakış açısı getiriliyor. Pelin Batu ile bu son kitabını, kadınları nasıl seçtiğini ve onun bu kadınlara bakışını konuştuk. Kitabın girişinde bir […]

Baskının karşısında elbet bir tepki patlar

SEVDENUR DOĞAN

Pelin Batu’nun İnkılap Kitabevi etiketiyle çıkardığı son çıkan kitabı ‘Hayatın Seyrini Değiştiren Kadınlar’da tarihin görmezden gelinen kadınları ele alınıyor. 30 güçlü kadının anlatıldığı kitapta şimdiye kadar başkaları üzerinden tanımlanan kadınlara yeni bir bakış açısı getiriliyor.

Pelin Batu ile bu son kitabını, kadınları nasıl seçtiğini ve onun bu kadınlara bakışını konuştuk.

  • Kitabın girişinde bir arkeolog arkadaşınınızın, “Anadolu ana tanrıçaların diyarıdır” sözüne atıfta bulunuyorsunuz. Bu kitaba benzer bir şekilde Anadolu’daki güçlü kadınları toplayan bir kitap da yapmayı düşünüyor musunuz?

Müze meftunu bir insanım ve öncelikle mitolojik karakterler Artemis, Hekate, Şahmaran gibi Mezopotamya’nın ve Ege’nin müthiş tanrıçaları ve mitolojik figürleri var. Güzel Helena bile ki kitapta da adını geçiriyorum, Truva savaşını başlatmış onun müsebbibi gibi görünen bir kadın. Dolayısıyla birazcık mitolojiden başlayıp ondan sonra da gerçek kahramanlara evrilen bir şey yapmak mutlaka istiyorum. Bu kitap benim için ilk deneme oldu. Çünkü hep böyle not defterlerime okuduğum ilginç bilgileri yazardım, okuduğum tarih kitaplarından kenarını çizip oklarla bir şeyler not ederdim ama sistematik, disiplinli bir şekilde çalışmayı ilk defa yaptım.

  • Kendinizle en çok ilişkilendirdiğiniz kadın kim kitaptaki?

Her birinden bir parça beni cezbetti ve kendime yakın buldum. Mesela, Zabel Yesayan’ın kendi bildiği doğrudan sonuna kadar şaşmaması ve dikliği çok hoşuma gitti ve kendim de hayatımda bunu uygulamaya çalışıyorum. Ulrike Meinhof da öyle. Baba – kız ilişkisi açısından James Joyce’un kızı Lucia Joyce’un sahip olduğu beni çok hüzünlendiren bir hikâyedir. Babası ile arasındaki ilişki çok güçlü ama hayatını tımarhanelerde, enstitülerde geçirmiş ve babası öldükten sonra kaderine terk edilmiş bir kız. Kitap kronolojik bir sırayla gidiyor. Uzun lafın kısası, 30 tane kadından her birisinde beni cezbeden bir hikâye var.

  • Hikâyelerini okuduğumuz kadınlar soylu, kültürlü ailelerden geliyor. Kadınların yok sayıldığı bir zamanda onlar için tek çıkış noktası böyle ailelere sahip olmak mıydı?

Çok doğru bir gözlem, ilk defa bunu soran oldu. Ben de yazarken şunu düşünüyordum; hep böyle bir kraliçeler, prensesler, muktedirlerin tarihini yazmak asla istemiyordum. Ama ne yazık ki tarihte belgeye dayalı bir şey yazıyorsanız, yani böyle bir masal kahramanı, Cinderella öyküsü yazmıyorsanız, o tür güçlü ailelerin figürlerinin tarihi kalmış oluyor. Bir zamandan sonra Ortaçağdan bazı mektuplarını bulduğumuz kadınlar var. Ortaçağlardan çok kadın figürü kullanmak istedim. Çünkü Ortaçağa olan önyargıları kırmak istedim. Çünkü Ortaçağ hep karanlık çağlar denilir ama bana göre hiç de karanlık değildir. Ama orada da o kadınlar belge bırakmışlar. Nasıl bırakmışlar; bir prensin veya bir kralın eşiyse o kral vasıtasıyla o kadınla ilgili de yazı yazılmış. Evet, karalama kampanyası olarak da yazılmış ama yine de yazılmış bir şey. Oysaki o dönem bir kasabın karısı ya da bir çiftçinin hayatı ya da bir dükkânda çalışan bir kızın, bir lordun ya da bir dükün sevgilisi değilse, bir şeyi değilse bulamıyorsunuz ve yok sayılıyorlar. Yani, ya savaşlarla ya da bu tür böyle asalet figürleriyle bir ilişki varsa onlar da tarihte varlar yoksa sessiz çoğunluğun bir parçası oluyorlar, gidiyorlar, unutuluyorlar.

  • Politik duruşu olan kadınları yazdım dediniz. Nellie’nin hikâyesinde de “Denklem hep aynıdır: Hırsızların hegemonyasında ilk olarak hep basın susturulur” diyorsunuz. Yazarken ülkenin bulunduğu durumu aklınızda tutarak ona da değinmek isteyerek mi yazdınız yoksa sizi hep oraya mı çıkardı?

Bir tarih okuyucusu olarak, aslında tarihin tekerrür ettiğini, çok genel anlamda, hep görüyorum. Dolayısıyla bugün bunları yazarken ister istemez geçmişte de aynı faşizmin olduğunu, aynı baskıcılık düzenlerinin olduğunu, aynı hırsızlıkların, oligarkların olduğunu ister istemez gözlemledim. Günümüzde de dünyada pek çok sistem aslında yüzyıl öncesinde atılan adımların sonucu olarak burada. Nellie hakikaten çok iyi bir savaş muhabiri ve araştırmacı gazeteci olarak Meksika’daki diktatörü öyle bir yazmış ki resmen devrim olmuş ülkede. O dönemin Meksika tarihini ister istemez okudum, çünkü Nellie’nin nasıl bir dünyaya gidip, orada nasıl kısa sürede olsa yaşadığını merak ettiğim için. Okuduklarım, inanılmaz paralelliklere sahip bugün ile. Trump Amerika’sı, Putin Rusya’sı, Erdoğan Türkiye’si, bunların hepsi birbirlerine çok benziyorlar. Ve tesadüf olmasa gerek, yüzyıl önce de benzer insanlar varmış ve bu insanların sonları da benziyor genellikle. Tabii ki tarihe böyle çok genellemeci yaklaşım doğru değil, bu bir formül de değil. ‘Siz bunu yaparsanız sonra da sonunuz bu olur’ demek çok kolaycı olur. Tabi ki her zaman istisnalar vardır. Ama genel olarak, belki eşyanın tabiatı, bir yerde çok baskı olursa başka yerden bir şey patlar, bir yerde çok fazla ezilmişlik olursa o ezilmişler bir süre sonra bağırmaya başlar. Bunun için Ortadoğu’da kaynama notalarında olmanız ya da Güney Amerika’nın o periyodik olarak patlayan yanardağ diyarında olmanıza gerek yok, dünyanın her yerinde böyledir. Çünkü insan doğası bu.