Google Play Store
App Store

Gezi, bir yan yana gelişin vesilesidir. Toplumsal/siyasal yaşamımıza getirdiği yenilik bu birlikteliktir, temaslara vesile olmasıdır.

Başladığımız yolda ilerlemek: Gezi’nin değerlerine dayanan siyaset

Can ATALAY

Taksim yayalaştırma(!) planları ve bu çerçevede Taksim Gezisi’nin durumu Taksim Dayanışması’nı oluşturan kurumlar ve aktivistlerce yakından izleniyor, etkin bir hukuksal takip yapılıyor, kamuoyu aydınlatılmaya çalışılıyordu. Haydarpaşa’da, Validebağ’da, AKM’de, Tarlabaşı’nda, Sulukule’de, Emek Sineması’nda ve daha nicelerinde yoğun bir emek harcanıyordu. Ancak ne yazık ki bu mücadeleler kendi kanalında akıp gidiyor, kazandıkları toplumsal destek sınırlı kalıyordu. Kendi kanalında akan bir süreç nasıl olup da geniş bir toplumsal destek kazandı? Bir başka deyişle çok farklı anlayışlar, renkler, nasıl oldu da yanyana durabildiler? Ve sonuçta toplumsal ve siyasal muhalefette nasıl değişiklikler oldu? Gezi, AKP’nin siyasetinde, toplumla ilişkilerinde bir değişime neden oldu mu? Yazımızda bu sorulara yanıt aramaya çalışacağız.

Yukarıdaki sorulara yanıtlarımız aynı olmayabilir. Ama inanıyorum ki; yanıtlarımız ne olursa olsun Gezi’nin sayılan başlıklarda esaslı etkiler, değişiklikler, dönüşümler yaptığı üzerinde birleşebiliriz. Abartmadan ama gereksiz tevazuya da kaçmadan olanı anlamaya çalışalım. Marx’ın sözleriyle “durgun geçen yirmi yılların gelişmelerini kat kat aşan birkaç gün” olma özelliğiyle Gezi üzerine yazmak ve konuşmak hiçbirimize “yine mi Gezi” dedirtmiyor.

Bu durumu anlamak için bir miktar geri çekilerek Gezi’ye dışardan bakmalıyız. Gezi anının biraz daha öncesine giderek toplumsal muhalefetin durumunu anlamaya çalışabiliriz.

Gezi’den çok önceleri de her dönemde “AKP Olayı”nı, yani siyasal İslam’ı, içerdiği tehlikeleri anlayanlar, anlatanlar, mücadele edenler oldu. Hepsinin hakkını teslim etmeli, saygıyla anmalıyız. Yine de 2013’lere kadar AKP’nin bir yandan kendi planlarını uygularken diğer yandan da hayli başarılı bir “örtme, yanıltma, şaşırtma” harekâtları yaptığını görüyoruz. Bunun nasıl olduğunun yanıtı uzun. Ancak 2013 öncesini kısa da olsa hatırlayalım. Demokratik/sol güçlerin fedakârca mücadelesine ve uyarılarına karşın bir sıkışmışlığın olduğunu görürüz. Tarihsel soru, “Türkiye demokratikleşmeden Kürt Sorunu çözülebilir mi” sorusunun yanıtı, bu tarihsel soruyu önemseyen kimi çevrelerde bir miktar “olabilir”e doğru kaymış görünüyordu.

Diğer yandan 2007’deki cumhurbaşkanlığı seçimindeki “367 krizi”, e-muhtıra gibi “bürokratik”, “yukarıdan” yöntemlerle “eski olanı” savunma girişimleri AKP’ye önemli alanlar açtı, iktidara yerleşmesinde toplumsal desteği genişletmesinde önemli fırsatlar sundu. AKP; karşısında olan kim varsa, onları “eskiye”, “bürokratik olana”, “yukarıdan işlere” başvuranlar olarak gösterme araçlarına sahip oldu.

AKP, memleketimizin ve demokrasimizin o güne kadar ki birikmiş sorunlarını istismarcı biçimde dillendiriyordu. AKP-uluslararası düzeyde kapitalizmin nispi bir refah dönemi yaşıyor oluşundan da yararlanarak- esas olarak Cumhuriyet ve demokrasi ile bir hesaplaşma sürdürdüğünü perdeleyebildi. Bu “perdeleme”ye olanak sağlayan en önemli durum da toplumsal muhalefetin “eskinin biriktirdiği sorunlar” da dahil olmak üzere memleketin toplumsal/siyasal sorunlarına, “yukarıdan” ve “bürokratik” usullerle tam cepheden karşı çıkıp aşağıdan bir kardeşleşme ile, haklar ve özgürlükler zemininde “demokratik bir Cumhuriyet” yaklaşımına sahip olmamasıydı. Toplumsal muhalefetin, haklar ve özgürlükler zemininde özgüvenli programlar sunmaması Erdoğan ve AKP’ye geniş bir demagojik alan bırakıyordu. Ağaca sarılan bir avuç insan tam da burada bir dönüşüme vesile oldular.

İşte Gezi hızır gibi imdada yetişti. “Karanlıkta parlayan bir ışık” gibi mevcut durumun görülmesini sağladı. Yine “abartmayalım ama gereksiz tevazu da göstermeyelim”i tekrarlayacağım. Toplumsal ve siyasal muhalefete önemli ilhamlar verdi, AKP’nin toplumla ilişkisini, siyaset tarzını bir daha geri alamayacağı biçimde değiştirdi.

Tekraren aynı soru: Bu değişimlerin başlangıcı neden daha önce ve/veya başka bir vesileyle değil de Gezi Direnişi ile oldu? Veya neden birçok önemli değişim bir biçimde Gezi ile bağlantılandırılıyor?

basladigimiz-yolda-ilerlemek-gezi-nin-degerlerine-dayanan-siyaset-1046340-1.

Gezi’nin toplumsal ve siyasal muhalefete etkisi üzerine

Fransız düşünür Alain Badiou, Gezi vesilesiyle toplumsal hareketlerin iki özelliğine dikkat çeker. Birincisi (ikincisine ileride değineceğiz) birdenbire ortaya çıkışları ve boyutlarıyla öncesinde sürece katılanları bile şaşırtmasıdır. Gezi, öncesinde ve ilk üç günde orada olanlar ile destekleyenler için de gerçekten şaşırtıcıydı.

Dar anlamda Geziciler ne yapıyordu? Kendisine ait olmayan ancak kentte yaşayan herkese ait bir parka sahip çıkıyorlardı. Bir avuç insan -önünü sonunu da çok hesaplamadan- daha önceden var olan hiçbir simge, bayrak, giysi, kimlik giydirilmeye çalışılmadan, gücümüz sınırlı, azız çoğuz demeden, durumun, güncelliğin içinden bir yordam bularak, dil tutturarak mücadele ediyorlardı. Ağaca sarılıyor, çadır kuruyor, müştereğimiz olanı savunuyor, müşterek geleceğimiz için direniyordu. İşte, çok fazla ilgilenmese de toplumun önünde süren bu kadar “ak” bir direnişe insafsızca yapılan müdahale infiale neden oldu. “Ağaca sarılan genç” kendisi için değil müştereğimiz için oradaydı, bütün memleket bunu gördü. Kendi malını değil, bir ağacı savunan gencin müşterek geleceğimize sarıldığı idrak edildiği için ona uygulanan polis şiddeti bu kadar farklı kesimin; tüm memleketin damarına bastı.

Geniş toplumsal kesimler yalnızca bir zorda kalmışın imdadına koşmadı. Gezicilerin taşıdığı içsel değerlere, “aşağıdan”, “özgürlükçü”, “itirazı olan herkese açık” mücadele tarzına saygı duyduğu için de alanlara çıktı. Ve birdenbire ay yıldızlı bayraklarla HDP bayrakları yanyana geldi, “ulusalcı” kesimlerle “anti-kapitalist Müslümanlar” bir arada oldu. Ve toplumsal muhalefet “özgürlükçü, herkese alan açan bir demokratik ortam” özleminin birbirinden uzak duran çok geniş kesimlerin talebi olduğunu, alanlarda somut olarak yaşamaya başladı.

Gezi, bir yan yana gelişin vesilesidir. Toplumsal/siyasal yaşamımıza getirdiği yenilik bu birlikteliktir, temaslara vesile olmasıdır. Ve vesile olduğu bu sonuçla toplumsal muhalefetin karakterinin değişmesinde birçok bakımlardan bir milat saymak yerinde olur.

İçişleri Bakanlığı’nın katılımcı sayısı konusundaki tenzilatlı rakamları dahi 3,5 ile 10 milyon arasında değişiyor. Her durumda katılımcıların en az yarısı ya CHP üyesi ya da CHP seçmeniydi. Yine de CHP’nin daha önce başka bir eylemi desteklemek için mitingini iptal edip bütün kitlesini başka bir eyleme yönlendirmesi ilk olarak görülen bir durumdu. Yönlendirdiği alan her türden taleplerin dile getirildiği sloganlarla doluydu. AKP’nin demagojilerine, tam karşıdan cephe alarak CHP’nin bu somut adımını bir farklılık olarak isimlendirsek abartmış mı oluruz? “Aşağıdan yükselen kardeşleşme çağrısı”na “yeni bir tarzda” omuz vermek olarak değerlendiremez miyiz? Üstelik Park çevresindeki ablukanın kırılmasında, mitingi parka yönlendirmesinin önemli etkisi olduğunu da düşünürsek. Acaba Gezi protestolarına katılan MHP’lilerin, MHP sonradan AKP savunuculuğuna soyunduğunda, tutumlarında bir değişiklik olmamış mıdır?

Gezi’nin AKP’ye etkisi üzerine

Geziden önce “balkondan” toplumun bütününe seslenmeye gayret eden Erdoğan ve AKP, keskin bir biçimde “Yüzde 50’yi zor evde tutuyorum” söylemiyle kamplaştırma/kutuplaştırma siyasetine yöneldi. Gezi’nin beklenmedik ve şaşırtıcı niteliği, demokratik muhalefeti “özgürlükçüleştirirken” AKP’nin Cumhuriyet’e ve demokrasiye karşı olan rövanşist özünü de açığa çıkardı. Gezi, AKP’nin “özgürlükçülük”, “demokratiklik” istismarının ve “yeni” olanı temsil iddiasının sonudur. Çünkü Gezi’nin aşağıdan kardeşleşme iradesi, demokratik, eşitlikçi ve özgürlükçü tarzı, AKP’yi anti-demokratik ve Cumhuriyet karşıtı özünü gizleyemez hale getirdi.

Bugünlerde Ali Babacan ve Ahmet Davutoğlu’nun açıklamalarıyla daha açık gördük. Gezi’ye karşı tutum AKP yönetiminde önemli bir tartışma konusu oluyor. Belki de ilk kopuşların, acabaların başlangıcı oluyor desek de yeridir.

Erdoğan yıllardır elindeki bütün araçlarla “Gezi Ruhu”yla boğuşuyor. Her adımıyla da bir yandan otoriter yönelimleri daha çok açığa çıkarken diğer yandan bir kez daha dikkatleri Gezi’nin önemine çekiyor. Gezi, ilk defa AKP’nin galip çıkamadığı bir toplumsal/siyasal olaydır.

Bir “Gezici” kimliğinden söz edebilir miyiz?

Yukarıda Alain Badiou’nun Gezi vesilesiyle toplumsal hareketler üzerine söylediği birinci özelliğine, “ortaya çıkış biçimi ve sonuçlarıyla hazırlayanlar dahil herkesi şaşırtması”na değindik. Badiou bir kitle hareketinin yeteri sıcaklıkta ve yeteri sürede devam etmesi durumunda bir pota işlevi gördüğünü, “eski kimlikleri” eritip kaynaştırarak yeni kimliklerin oluşmasına vesile olabileceğini söyler. Esasen haklıdır; Türkiye’de 1960-1980 dönemi mücadeleleri içinde oluşan ve günümüze kadar da devam eden güçlü siyasal kimlikler buna ilişkin iyi örneklerdir.

Ancak verili duruma baktığımızda Gezi’nin mevcut kimlikleri eriterek yeni kimlik/kimlikler oluşturmadığı açık. Zaten ana çekim güçlerinden birisi “çoğulculuk”, “farklılıkların yan yana durabileceği” çağrısı olan Gezi’den “eritme”, “tekleştirme” sonucu beklemek doğru da olmaz. Yine de değdiği her kişide/kesimde/harekette, az/çok bir değişime vesile olması, bir iz bırakması bakımından, bir “Gezicilik”ten söz edebiliyoruz. Bizler tutuklandığımızda ortaya çıkan muazzam öfke, yalnızca intikamcı karara tepki değildi, insanlar “Biz de Geziyiz, biz de oradaydık” dediler. Aynı zamanda “kendilerinin” eylemine sahip çıktılar. Sanıyorum, bir “Gezicilik Ruhu” -muhtemel itirazları da dikkate alarak- asgari müştereğinde anlaşabiliriz.

Gezi’nin milyonları eyleme geçiren özelliklerinden, bunca farklılıklarımıza karşın asgariden oluşturduğu ortaklıklardan söz edebiliyorsak, önümüzdeki siyasal/toplumsal sorunlarımıza çözüm ararken bunları dikkate alacağız. “İstibdat rejimi için referandum” olma özelliğindeki 2023 seçimlerinde, hepsini aklımıza kazıyacağız.

Gezi’nin gösterdikleri ve önerdikleri

Türkiye hem tarihsel bir dönemeçte hem de milyonlarca insanın canı burnunda. Böylesi bir anda Gezi’nin bakiyesi bizlere ne vaaz ediyor? Gezi’nin gündeme getirdiği değerler, “istibdat”a karşı yol ayrımı olan 2023 (veya erken) seçimleri için bize bir ipucu veriyor mu?

Siyasetteki ana çatışma “demokrasi ile diktatörlük” arasında. “Diktatörlüğe/istibdata” karşı ancak “aşağıdan”, “demokratik”, “çoğulcu/farklılıklara alan açan” bir program alternatif oluşturabilir. Bugün muhalif olan toplumsal/siyasal hareketlerin arasındaki derin sınıfsal/siyasal/toplumsal farklılıkların orta vadede nelere gebe olacağı üzerine yığınla söz söylenebilir. Ancak kendisini şu veya bu ölçüde “istibdat”ın karşısında konumlandıran güçlerle en azından hasımlaşmayan bir hat tutturmayı becerebilmek toplumsallaşmış bir siyasetin ilk koşuludur. Asgariye (nelerde anlaşabilirsek o) razı olmadan müşterek toplumsal/siyasal ihtiyaçlarımız için optimum (en uygun, en elverişli) bir hat oluşturma çabası demokratik harekete önemli açılımlar sağlayabilir.

Ülkemizin sonraki yıllarını belirleyecek olan Cumhurbaşkanlığı seçimini böylesi bir titizlikle ele almalıyız. Gezi’nin vaaz ettiği “özgürlükçülük, çoğulculuk, eşit yurttaşlık” siyasetin “kilid”ini açabilir ve Cumhurbaşkanlığı oylamasının ilk turda kazanılmasını sağlayabilir. Tersinden söylersek, istibdat rejimi karşıtı tüm muhalefeti tüm farklılıklarını dikkate alarak ileri doğru çekmeyen bir çizgi ne kadar “Gezici” olabilir? “Gezicilik” acil tehlikeyi, istibdadı bertaraf etmek için çabayı en başa koymaktır.

“Cumhuriyetimizi savunacağız, onu demokratikleştireceğiz. Yüzüncü yılında seksen dört milyon insanın birbirine armağanı demokratik Cumhuriyet olacaktır”. Güncel bağlamıyla demokratik Cumhuriyet, demokratikleşmebağımsızlık, demokrasi, sosyalizm” mücadelesinin bugün için tutacağımız halkasıdır. Memleketin sorumluluğuna ortak olmak; demokratik bir iklim için mücadele, başladığımız yolda ileri doğru bir adım daha atabilmek için, bu ortak sorumluluğu üstlenmek ve demokratik iklimi yaratıp yeşertmek, hepimizin güncel sorumluluğudur.