Büyümez ölü çocuklar ya da Başlangıç’ın asıl hikâyesi Rüya bütün

Büyümez ölü çocuklar ya da Başlangıç’ın asıl hikâyesi
Rüya bütün çektiğimiz/Rüya kahrım, rüya zindan/ Nasıl da yılları buldu/ Bir mısra dolu maceram…
Ahmed Arif

Başlangıç’ı festivaldi, tatildi derken oldukça geç izledim. Umarım siz de izlemişsinizdir artık. Çünkü filmin sırlarını saklamaya çalışmayacağım. Bu saatten sonra gerekli değil gibi görünüyor. Bir de filmi izlemediyseniz zaten bu yazıyı okumasanız da olur.
Önce filme kendi yakıştırdığım hikâyeyle başlayacağım. Bunun filmin gerçek hikayesi olduğunu iddia edemem ama bence böyle olsa iyi olurdu. Cobb (Leonardo DiCaprio) ve Mal (Marion Cotillard) evli bir çifttir. Çiftin iki çocuğu bilmediğimiz bir nedenden dolayı ölmüştür. Çift bu büyük travmayı inkar eder ve çocukları sanki hiç ölmemiş gibi yaparak, onların hayalleriyle avunarak yaşamaya çalışır. Ama her büyük kayıp büyük suçluluk duyguları, kimi zaman da çiftler arasında büyük düşmanlıklar doğurur. Mal bir süre sonra çocuklarının hayalleriyle yetinmeyi başaramamaya başlar.  Kocasıyla arasına da büyük bir uçurum girmiştir. İletişimsizlik ve karşılıklı anlayışsızlık had safhadadır. Mal, çocuklarına ancak ölürse, ancak öbür dünyaya giderse kavuşabileceğini düşünmeye başlar; onlarla öbür dünyada buluşmayı umar. Zaten çocuklar hiç görünmezler, yokturlar. Mal’ın intihar sahnesi çiftin arasındaki mecazi uçurumu cismanileştirir. Mal, eşi Cobb’la tuttukları odanın tam karşısındaki bir odanın pervazına çıkmıştır. Aşağıda sonu görünmeyen bir uçurum vardır. Mal atlar ama Cobb peşinden gitmez. Belki de Mal intihar etmemiş sadece Cobb’u terk etmiştir ama etkisi aynıdır.
SUÇLULUK DUYGUSU VE HAYAL ALEMİ
Hayatındaki bu yeni travma Cobb’u doğal olarak derinden etkiler. Artık eski hayal dünyasında da yaşayamamakta, çocuklarının yüzlerini görmeyi bile hayal edememektedir. Çocuklarının yüzlerini hayalinde canlandıramamasını onlara son kez seslenmemiş olmasına bağlasa da bu hiç mantıklı değildir çünkü çocuklarının yüzlerini çok iyi bilmektedir. Suçluluk duygusu da vardır işin içinde. Çocuklarıyla yüzleşecek cesareti yoktur, hem onların hem de annelerinin ölümünden kendini sorumlu tutmaktadır. Mal’in ölümünden kendini sorumlu tuttuğunun farkındadır zaten. Onu hayal aleminde yaşadığına ikna ettiği için kendisini suçlamaktadır. Cobb’a göre çocukları ölmemiştir, onlarla birlikte yaşamlarını sürmektedirler. Karısına göre ise asıl hayal alemi budur. Aslında Cobb’un kendisidir hayal aleminde yaşamayı isteyen. Ama karısının intiharıyla artık o hayal alemi de sürdürülebilir olmaktan çıkmıştır. Bu yüzden karısına büyük öfke de duyar. Karısına duyduğu düşmanlık duyguları, karısının kendisine düşmanlık göstereceği beklentisini yaratır. Doğal olarak birisine düşmanlık besliyorsanız, ondan da kötülük beklersiniz. Karısının adının Mal (kötü) olması tesadüf değildir. Bu Cobb’un karısına yakıştırdığı addır, Mal diye bir ad yoktur ve olamaz. (Bu arada Cobb da hem şef hem de örümcek anlamına gelir. Örümcek, belki de Cronenberg’in bir şizofreni anlattığı “Spider” (örümcek) filmine göndermedir.)
HAYAL DÜNYASI GERÇEĞİN BİR PARÇASI
Kötülük bekleyen kötülük bulur, en azından rüyalarında! Mal, Cobb’un peşini bırakmaz ve rüyalarını kabusa çevirir. Cobb’un hayatını sürdürebilmesi için yeni bir gerçekliğe olmasa da yeni bir hayal dünyasına ihtiyacı vardır. Hayal dünyası da gerçekliğin bir parçasıdır zaten. Bu yeni hayal dünyasında karısıyla barış içinde vedalaşabilmeli, çocuklarının yüzünü hatırlayabilmelidir. Cobb bu nedenle, karısına verdiği sözü tuttuğuna ve birlikte yaşlanmış olduklarına inandırır kendisini. Ancak bu sayede Mal’ın kötücül hayaletinden kurtulabilecektir ve kurtulur da (sol elindeki yüzük de artık çıkar). Cobb, bu değişimin ardından yeniden çocuklarıyla birlikte olabildiğini hayal edecektir. Çocukları aklında hep aynı noktada, hep aynı yaşta ve hep aynı kıyafette kalacaktır. Çünkü, şairin de dediği gibi “büyümez ölü çocuklar”.
Bu hikâyeyi ben mi yazdım, film mi bana anlattı açıkçası bilmiyorum. Ama bana anlamlı geliyor. Hem hepimizin sinema salonunda aynı rüyayı gördüğünü kim iddia edebilir ki? Öyle olsa, her film konusunda hepimiz aynı fikirde oluruz, eleştirmenlere de gerek kalmaz.
KATHARSİSLER PARALEL
Peki bütün o aksiyon sahneleri ne? Ya da diğer karakterler? Film klasik dram sanatının temel işlevi olan katharsis’i, bir tür sağaltımı, boşalmayı ciddiye alıyor gibi. Filmin kahramanının katharsis’i ile, seyircinin katharsis’i paralel gidiyor. Kahramanının hayal dünyasıyla sinema özdeşleşiyor ve hem biz hem de filmin kahramanları iç barışımıza kavuşuyoruz. Bu denli büyük bir prodüksiyonun seyircisine katharsis sağlamaması kolay kolay düşünülemez zaten. Devin Faraci adlı bir yazara göre Cobb yönetmeni, mimar kız Ariadne senaristi, Saito işe burnunu sokan finansörü, Arthur prodüktörü (para sağlayan anlamında değil, araştırma yapan, yatacak yer sağlayan anlamında), Eames aktörü, Yusuf da teknisyeni temsil ediyor. Rüyayı, yani filmi gerçekleştiren ekibi oluşturuyor bu insanlar yani.
Sonuç mu: Pişmanlıklarınızla barışmanın bir yolunu bulun. Pişmanlıklarla dolu, tek başına ölen bir ihtiyar olmayın! Bu da filmin zihnimize yerleştirdiği fikir (‘inception’ bu demek zaten). Yoksa bu da kendi fikrim miydi?
Başlangıç sıradan bir film değil. Ama nasıl bir film olduğuna da hâlâ karar veremedim. Keşke aksiyon sahneleri daha kısa olsaydı. Ama yeni bir fikre karşı ciddi bir direnç gösterir zihnimiz, onu da kabul ediyorum. Neyse bir yerlerde “Non, je ne regrette rien” (hayır, hiçbir şeyden pişman değilim) çalıyor, artık kalksam iyi olacak.