Bazı sol çevreler (ve liberaller ve sağın tamamı) tarafından dile getirilen “emperyalist Çin” tezine itibar etmediğimi, aslında ucuz bulduğumu, yazılarımı okuyanlar hatırlayacaktır. Dolayısıyla, “Gemi batıyor, ne varsa ucuz-pahalı yağmalayalım” diye düşünen soyguncu ortaklarla Çin’i aynı kefeye koymak Çin’e haksızlık etmek olur. Peki, o zaman Türkiye’de işleri ne? Türkiye’de Çin’i (Çinli kapitalistleri) cezbeden ne?

Çin’i cezp eden faktörlerden biri “Bitik adam rejimi” tarafından ülke insanının yoksulluğunun pazarlanması yani sefalet düzeyindeki işçi ücretleridir. Durum öyle kötü ki, Türkiye’deki asgari ücret Çin’deki sıradan işçi ücretinin neredeyse yarısı kadar. Bu koşullar Batı kapitalizmine göre daha ucuza üretim yapmak zorunda olan Çinli kapitalistler için bulunmaz nimet. Tabii ki, düşük işçi ücretleri tercihlerini belirleyen tek etmen değil.

ABD’nin başlattığı “Ticaret Savaşları” Çin’in dünya pazarlarına erişimini zorlaştırmayı hatta engellemeyi, hammadde ve enerji kaynaklarına erişimini de zorlaştırmayı amaçlıyor. Türkiye’de üretim yapmak ve “Made in Turkey” etiketi öncelikle AB ve diğer Avrupa ülkeleri, Ortadoğu ve Afrika ülkelerine ihracat kolaylaştırarak bu pazarlara erişim engelini aşmalarını sağlayacaktır. Bu arada, Saray rejiminin sebep olduğu AB ile ilişkilerdeki bozulmanın Türkiye’ye ödeteceği olası bedelin ekonomik boyutu Çinli üreticileri de etkileyecektir. Bir engeli aşmaya çalışırken bir başka engele takılma riskini gören Çinli yatırımcıların (gidici olan sorun kaynağı gidene kadar) bir süre daha beklemeyi tercih edeceklerini sanıyorum.

Covid-19 pandemisiyle birlikte bozulan tedarik zincirleri sorununun bir türlü üstesinden gelinemediği gibi lojistik sorunları da büyüyor ve navlun bedeli çok yüksek bir maliyet oluşturmaya başladı. “Tedarik kaynaklarına ve hedef pazarlara yakın olmak politikası” belirleyen Çin için Türkiye bu açıdan cazip bir yer. Türkiye, Çin’in hedef pazarları olan AB-Avrupa, Ortadoğu ve Afrika’ya Çin anakarasıyla kıyaslanamayacak kadar yakın. Dolayısıyla navlun maliyetini büyük ölçüde düşürecek ve teslimat süresini de kısaltacaktır.

Çin, yaşanmakta olan krizin aslında neo-liberal kapitalizmin krizi olduğunu ve pandemi ortadan kalksa bile krizin son bulmayacağını görüyor ve gelecekteki adımlarını da ona göre planlıyor. Pandemi ile kriz arasındaki ilişki bir nedensel ilişki değil; yani pandemi krizin nedeni değil. Neo-liberal kapitalizm zaten krizdeydi, pandemi sadece krizin üstündeki yorganı çekti.

ÇİN USULÜ KALKINMA MÜMKÜN MÜ?

Ülke insanını açlığa ve sefalete mahkûm ederek “Çin gibi bir kalkınma” masalı anlatanlar da tıpkı o define avcısı gibi hayal görüyorlar. Kendilerine Çin’i örnek aldığını zannedenler fena halde yanılıyorlar. Çin’de 100 dolar aylıkla işçi çalıştırma yirmi yıl geride kaldı. Köylerden kentlere akan o ucuz işgücüne işverenin üç öğün yemek ve yatacak yer sağlamak sorumluluğu vardı. O 100 dolar veya eşlerin ikisi de çalışıyorlarsa 200 dolar o zamanlar köyler için çok büyük bir gelirdi. Yani o üretim, kalkınmanın göçmen işçiler/ülke halkının açlığa mahkûm edilmesi karşılığında olduğunu söylemek gerçeği fazla eğip bükmek olur. Velhasıl, yaşananlar-gerçek durum Zola’nın Germinal romanında anlatılanlar gibi değildi. Ayrıca, Çin’in o endüstriyel kalkınma hamlesini başlatabilecek bir ulusal sanayi alt yapısı da vardı.

“Çin nasıl sanayileşti, nasıl kalkındı” sorusu o define avcısının fantastik akıl yürütmeleriyle anlaşılamayacak kadar derin ve kapsamlı bir konu. O yüzden, konuya ilgi duyanlara daha önce Çin kaynaklarından çevirdiğim “Çin nasıl başardı: Sanayileşmeyi başaramayan ülkelerde eksik olan nedir?” başlıklı kapsamlı makaleyi okumalarını öneriyorum. İlgilenenler makaleye kamuraninnotdefteri.blogspot.com adresinden erişebilirler.